Cuma, Şubat 26, 2010

e





Bugün yine kenar mahallelerde çalışan bir İngilizce öğretmeniyle sohbet ettik.
Süt savaşları konusunu sordum
"Evet, bizim okulda da en büyük eğlence birbirine süt fışkırtmak. Çocukluk işte..." dedi
"Nasıl memnun musunuz öğrencilerinizden?" diye sordum
"Öğrenciler iki gruba ayrılıyor. Önde oturup dersle ilgilenen 5-10 kişi var, ben de zaten dersi onlara anlatıyorum. Onların arkasındakiler kavga etmesin, bıçak çıkartmasın başka beklentim yok. Her ders yeni macera" dedi
"Nasıl macera?" diye sordum
"Bakın size bugün geçen bir olayı anlatayım, güler misiniz, ağlar mısınız siz karar verin:



Sınıfta Present tense'te(şimdiki zaman) ayenci (ing) takısını anlatıyordum. Sonu 'e' ile biten kelimelerde ayenci gelince e'nin düştüğünü anlatacağım.
Sınıfa bir örnek verip sordum:
'Bu kelimenin sonundaki 'e' ne olacak?' dedim
Öndeki çalışkan oğlanlardan birisi, elini de salllayarak
'Ko g.tüne gitsin öğretmenim' dedi


'O ne biçim konuşmak oğlum' diyecek oldum
'Sizin değil, e'nin g.tüne öğretmenim' dedi

Cuma, Şubat 19, 2010

SÜT SAVAŞLARI






Bugün mesai bitimine yakın saçları ıslak bir öğretmen tahlil sonuçlarını göstermek için uğradı.
Hayretle
"Dışarda yağmur mu yağıyor?" diye sordum
"Hayır bugün bahçe nöbetçisiydim de. Öğrencilerin süt kavgasının ortasında kaldım, üstüm başım battı, eve uğrayıp duş almak zorunda kaldım" dedi
"Süt kavgası mı?" dedim
"Belediye düşük gelirli semtlerdeki 100 okulda öğrencilere hergün süt dağıtıyor. Bir gün ufak kutuda, bir gün litrelik. Öğrenciler de sütü alınca birbirlerine fışkırtarak oyun oynuyorlar" dedi


"İçen yok mu hiç?" diye sordum
"Küçük sınıflarda bazıları içiyor, ama büyük sınıflar hiç içmiyor. Sütler de kaliteli, SEK'in kutuda pastorize sütleri. Bazıları da dondurmacıya götürüp bir külah dondurma ile değiştiriyorlar" dedi



"Müdürünüz ne diyor bu işe?" diye sordum
"Biz 'Söyleyelim göndermesinler' diyoruz, ama o 'Karışmayın, bir kişi bile içse kardır' diyor" dedi

rasta




Bugün uzun saçlı bir genç sinüzit yakınmalarıyla başvurdu.
Saçlarını tam kurutmadan dışarı çıkıyorsa bunun hastalığını tetikleyebileceğini söyleyip, kestirmeyi düşünüp düşünmediğini sordum
“ Az kaldı, seneye ya askerlik için, ya da staj için kestireceğim” dedi
“Kestirmeden önce rasta yaptırmayı düşünüyor musun?” diye sordum



“Evet düşünüyorum çünkü bir defa rasta yaptırdıktan sonra dönüş yok, kurtulmak için kökünden kestirmen gerekiyor. Fakat yaptırmak çok pahalı. Kuaförler kapıyı 500’den açıyorlar. Serbest yapanlar da en az 200- 300 istiyorlar” dedi
“Ne kadar pahalıymış. Kaç saat sürüyor ki yapması?” dedim
“Valla benim saçım biraz çok olduğundan 30 saat sürer diyorlar, iki tam gün alırmış. Bir de çok acıyormuş ondan çekiniyorum, çünkü artık balmumuyla yapmıyorlar” dedi



“Neyle yapıyorlar?” diye sordum
“Hiçbir şeyle. Balmumu sıcakta akıyor, çok pislik yaratıyor, o nedenle terk edildi. Şimdi saçını bir iki hafta yıkamıyorsun (o zaman daha rahat ayrılıyormuş) sonra tarayıp, tığla tek tek düğüm atıyorlar. O da haliyle epey sürüyor." dedi



"Bir de kestirdiğin uzun saçları kanser tedavisi görürken saçları dökülenlere bağışlayabildiğini okumuştum" dedim
"Araştırdım, Türkiye'de yokmuş. Belki kestirdikten sonra satar, ya da saklarım. İlerde kendi saçından kaynak yapılabiliyormuş" dedi
"Ne kadar para veriyorlarmış saça?" dedim
"Ben gramına beş lira diye duydum, ama yanlış olabilir" dedi

Sinüzit tanısı koyup antibiyotik başlamak için sinüslerinin filmini görmemiz gerektiğini söyleyerek hastayı filme gönderdim.




Salı, Şubat 16, 2010

ses monitörü





Bugün soğukalgınlığı yakınmaları ile başvuran gençten bir delikanlı
"Doktor bey ilacı annemin karnesine yazabilir misiniz? Ben bu ay çok açıldım da" dedi

"Neden açıldınız?" diye sordum.
"Çok güzel bir ses monitörü aldım, biraz tuzluydu" dedi
"Ses monitörü nedir ki?" dedim
"Bir nev'i hoparlör, ama gelen ses sinyalini hiç değiştirmeden dışarı veriyor. Kayıtta ne varsa aynen duyuyorsunuz. Normal hoparlörler, en iyisi de olsa sesi kendine göre biraz değiştirir. Basları tizleri yapısına göre ayarlar, bu hiç değiştirmiyor" dedi




"Odayı da strafor kaplatın bari" dedim
"Artık oduvarları kaplatmaya gerek yok. Odaya göre ses düzeni yapan şirketler var. Odanın hoparlörlerin planını gönderiyorsun, onlar hesaplayıp sana strafor benzeri maddeden yapılmış bir iki plak ve silindir gönderiyorlar. Verilen şemaya göre hassas ölçümle duvara ve odanın köşelerine yerleştiriyorsun. Odan bir anda stüdyoya dönüşüyor, aniden bütün basları duymaya başlıyorsun" dedi




"Tizleri?" dedim
"Tizleri zaten hoparlörden duyuyoruz. Esas basları odadan dinliyoruz" dedi



Çarşamba, Şubat 10, 2010

borsa





Bugün daha önce borsa konusunda sohbet ettiğimiz bir hasta soğuk algınlığı yakınması ile başvurdu.
"Nasıl gidiyor borsa? Gazetelerin yazdığına göre geçen sene iyi geçmiş" dedim
"Evet iyi geçti, yüzde yüz kazandık. Geçen yıl başındaki 100 binliram bu sene 200 bin oldu, ama bu hafta düştü 7 bin zararım var" dedi
"Böyle düşünce huzursuzluk yaşıyor musunuz?" diye sordum
"Biraz oluyor ama normal kabul etmek lazım, zaten kazandığım parayı kaybediyorum. Evi satıp girdim, satmasam hiç karım olmayacakktı" dedi
"Nasıl yani?" dedim



"Evin aylık kira getirisi 500 liraydı, yılda 6 bin lira getiriyordu, ayrıca vergisi vardı. Şimdi satıp borsaya girince temettülü (kar payı) kağıtlar aldım. 100 bin liralık kağıt zaten 10 bin liraya yakın temettü getiriyor, ayrıca bir de değeri artarsa o da yanına kar kalıyor. Kiraya vermek için ikinci ev almak hiç akıllıca değil" dedi
"Temettünün garantisi yok ama değil mi?" diye sordum
"Şirketlerin sözleşmelerinde yazar temettü dağıtacağım diye. Bunu dağıtacağım diyen yüzde doksan dağıtır. Bakın ben hasta olmayayım diye çok uğraşıyorum ama her sene bu vakitler üşütüp bir kez yanınıza geliyorum, bu da öyle:
Bolu Çimento, Ünye Çimento, bunlar 20 yıl önce de dağıtıyordu, bugün de dağıtıyor. Finansbank 20 yıl önce de dağıtmıyordu, bugün de dağıtmıyor" dedi
"Borsa'ya girmeyi tavsiye ediyor musunuz?" diye sordum



"Borsa'dan geçinmeye çalışan gençler var, bu yanlış. Borsa fazladan, kaybedildiği zaman tahribat yaratmayacak parası ve vakti olan insanlar için iyidir" dedi

Pazartesi, Şubat 08, 2010

akşam lisesi





Epeyce zamandır çocuğunun uyumsuzluğundan ve okula devamsızlığından yakınan bir veli bugün çocuğun sakinleştirici ilaçlarını yazdırmak için başvurduğunda
"Nasıl gidiyor okul?" diye sorudm
"Okulda bir dönemde devamsızlığı doldurduğundan aslında sınıfta kalacaktı ama idareciler anlayış gçsterdiler, üç gün devamsızlığını sildiler. Şimdi akşam lisesine geçirdik, artık rahatız" dedi



"Akşam lisesi neden rahat oluyor?" diye sordum
"Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı ile anlaşmalı özel liseler. Ücretleri biraz pahalı ama devamsızlıktan, başarısızlıktan kalmak yok! Sınavlara girdiğin sürece mutlaka geçiriyorlar. Üstelik sonunda verdikleri diploma da normal liselerden alınanla aynı" dedi
"Sınavda yardım mı ediyorlarmış?" diye sordum
"Cevapları tahtaya yazıyorlarmış" dedi
"Ücreti ne kadar?" diye sordum
"Değişiyor, 4500 lira diyen de var. Biz bir tanıdık vasıtasıyla yıllık 2750 liraya anlaştık, on ay da taksit yaptılar" dedi

İlk fotoğraf Lise Terk adlı bir pop grubuymuş

Perşembe, Şubat 04, 2010

Atlas




İznim sırasında tanıştığım eski bir Atlas Dergisi muhabirine işi para yüzünden mi bıraktığını sordum
"Hayır Atlas'ın telif ücretleri en azından genç bir gazeteci için iyiydi. Yazı başına masrafların tamamıyla birlikte 1000 dolar veriyorlardı. Gelecek görmediğimden bıraktım" dedi
"Neden geleceği yok?" diye sordum



"Piyasanın reklam pastası belli. National Geographic çok bastırıyor. Zaten bunlar prestij dergileri, fazla basmak istemiyorlar. Atlas ilk çıktığında başka rakibi olmadığından pastanın tamamını -diyelim 250 bin dolar, kendi alıyordu. Dergiyi maliyetinin altında satmasına rağmen tiraj düşük olunca kar edebiliyordu. Tiraj artınca zarar da büyüyor. Benim bir yazım çok ses getirdi, aynı ay içinde 3 baskı yaptık.



Biz bu alanda ilk defa iki haneli baskı rakamlarını gördük diye sevinirken büyük tepki aldık. Dergi yayın hayatının en büyük zararını etti. O zaman bayide 5 liraya satılıyorsa şirkete 12 liraya mal oluyormuş" dedi

İkinci ve üçüncü fotoğraflar NG ve Atlas dergilerinin geçen yılki fotoğraf yarışmalarında Türkiye finalistlerinden. Son fotoğraf Erdem Yavaşça-Kekova

Çarşamba, Şubat 03, 2010

makinistlik



Bugün 86 yaşında bir hasta ağır kaldırdıktan sonra oluşan bel ağrısı yakınmasıyla başvurdu.
Amca doluymuş ki sormadan anlattı: 26 yıl trenlerde makinistlik yapmış. '71 yılında veraset kalınca emekli olmuş. 350 yıllık İzmir'liymiş. Eskiden İzmir 1. ve 2. Aziziye olarak ikiye ayrılırmış. Kemer köprüsünden konağa doğru birinci, öbür tarafa ikinci denirmiş. Miras kalan tapularda hep ikinci Aziziye yazıyormuş. Pek çok kiracısı varmış ama 'Sizi bilmiyorum, kiracı mısınız ama rahmetli dayım birine beddua edeceksen kiracın olsun de derdi' dedi.

Makinistlik yaptığı trenler Afyon-Ankara hattında çalışıyormuş. Sibirya ve Alman yapımı trenlerde çalışmış. Eski buharlı trenler 12 tona kadar kömür alırlarmış.
İzmir Afyon arası hava şartlarına da bağlı olarak yaklaşık altı ton kömürle geçilirmiş. Kazanı yuvarlak olan lokomotifler daha yollu olurmuş. Bir de köşeli olanlar varmış, onlar yavaş gidermiş.


Bel ağrısı için Dikloron ret tb 1x1 yazdım.

Ayrılırken benim hiç burnu büyük olmadığımı , kendisinin de öyle olduğunu söyleyerek gitmekten vazgeçip bir anısını daha anlatmaya başladı:


50'li yıllarda bir kış günü Ankara Garında kar fırtınasının içinden lokomotifin yanına bir adam gelmiş , birşeyler söylüyormuş, ama makina çift kompaund çalıştığından duyulmuyormuş. Amca da aşağı inip 'Ne istiyorsun?' diye sormuş.
Türkçesi zayıf olan adam Sivas'a tren soruyormuş. Amca hareket memurluğunu gösterip 'Oraya sor' demiş. Tekrar yerine çıkınca ateşçi kızmış, 'Neredeyse kediye köpeğe ineceksin , sen makinistsin, otur ne iniyorsun' diye. Amca 'Yardımcı olmak lazım; indim de ayağım çenem mi eskidi' dedi.




Resimler yine Robin Lush'tan:
http://www.1974.trainsofturkey.com/robinlush_steam_pix5.htm

Salı, Şubat 02, 2010

kına


Bugün gelinini öksürük yakınması ile getiren ortayaşlı bir hanımın ellerinde kına görünce düğüne mi gittiğini sordum. Gençkızlığından beri aralıksız kına yakarmış. sadece bir kez nişanlıyken oje sürmüş. Kınayı çarşıdan alıyor,suyla karıp avcunun içine ve parmak uçlarının dış yüzüne koyup bağlıyor, üç dört saat sonra açıyormuş. Daha fazla bırakılırsa deriyi tahriş edermiş. Bu şekilde yaktığı kına 2 ay kadar gidiyor, tırnaklarının rengi açılınca tekrar yakıyormuş. Kınalı kılınan namazın sevabı daha çokmuş.
Kınanın kilosu 6 YTL imiş, 1 YTL lik aldığı zaman 4 kez yetiyormuş. Desenli kına yakıp yakmadığını sordum, 'Bilmiyoruz biz öyle şey' dedi.



Gelinini kınasız görünce sordum: O sevmiyor, yakmıyormuş. Düğünde bile avcuna altın para konana kadar kınayı avcunda tutmuş, sonra yıkamış.

İkinci fotoğrafın bulunduğu siteye kına resmi ararken rastladım. Ölüm orucu tutanlara da kına yakıldığını bilmiyordum.
Eline kına yakılan Fatma Koyupınar fotograf çekildikten bir ay sonra ölüm orucunda hayatını kaybetmiş.

Pazartesi, Şubat 01, 2010

aşermek

Bugün bir gebeyi ultarasonla incelerken bulantılarının nasıl olduğunu sordum.
'Çok iyiyim, sürekli canım birşeyler çekiyor, eşim de hiç yüksünmüyor, buluyor getiriyor.' dedi.
Canının neleri çektiğini sordum. Yazın sıcak günlerinde çilek, geçenlerde de erik ve karpuz çekmiş. Çilekle eriği beş yıldızlı bir otelden bulmuşlar, ikisine de 3 YTL ödemişler. Karpuzu ise bir manavda bulmuşlar, 12 YTL ye almışlar ama içi boş çıkmış, kabuğunun kenarını kazıyıp yemiş. Sadece bildiği değil duyduğu şeyleri de canı çekiyormuş. Gazetede okuduğu kızılcık şerbetini o kadar aşermiş ki arayıp tarayıp bulamayınca yapmışlar, ama acı gelmiş, bir yudum içip bırakmış. 'Meğerse canım istemiyormuş' dedi.