Cuma, Haziran 30, 2006


Dün dip taramasında çalışan bir liman işçisi gözde yanma ve kaşıntı yakınması ile başvurdu.
20 yıldır bu işi yapıyormuş, işe başladı başlayalı İzmir Limanı'nın girişine derin bir geçit yapılacakmış, ama yapılmamış. Bu nedenle ağır tonajlı gemileri Yunan limanlarına kaçırıyormuşuz. Bazı gemilerin su kesimi (suda kalan kısımları) 15 metreyi buluyormuş. Bizim İzmir Limanı ise 10- 11 metreymiş. Dip taramak için çok güzel gemilerimiz varmış ama nedense yapmıyormuşuz. Eskiden iki ağızlı kepçelerle dip taranırken şimdi dozerlerin çok büyükleri gibi makineler kullanılıyormuş. Görev sahalarını genişlettiklerinden İskenderun’a kadar geçici görevle çalışmaya gönderiyorlar fakat yoluk vermiyorlarmış. İskenderun Limanı'nın dibi çok sertmiş kepçeleri kırarmış, ama İzmir Limanı cıvıkmış, dibini taraması kolaymış. İnciraltı’ndan limana kadar 250-300 metre genişliğinde 15 metre derinliğinde bir giriş yolu yapılması gerekiyormuş. Son planlara göre 7 yılda bitecekmiş.
Gözü için İndobiotik damla 3x1 , Tobrased oft. pom. 2x1 verdim ve gözünü ovuşturmamasını söyledim.

Perşembe, Haziran 29, 2006


Bugün emekli bir otoban planlama teknisyeninin ilaçlarını yazdım. Emekli olana kadar otobanların planlanmasında görev yapmış. Bir otoban yapılmaya karar verildiğinde bütün planını önce bunlar yaparlarmış. Bu konuda Türkiye ’87 den beri çok ileri gitmiş , artık yabancı ülkelerde de planlama yapıyormuşuz. Eskiden yapılan otobanlar E 5 kalitesindeymiş.

Bolu Tüneli’ni sordum: Hükumet önce 2 şeritli yapmayı planladığı yolu, yolda yapılan araç sayımları sonucu yetersiz görüp üç şeritliye çevirmeye karar vermiş. Üç şerit demek 3x 375 cm + 200 cm de servis şeridi demekmiş. Bolu tüneli ayrıca gidişi gelişi doğal malzeme ile ayrılmış iki tünelden oluşuyormuş. İki şerit genişliğine göre yapılan hesaplar tünel üç şeride çıkarılınca şaşmış, çökmeler, yer altı sularından su baskınları olmuş. Ayrıca depremde viyadükler de hasar görmüş. Sigorta şirketinin çabalarıyla Japonlar gelip hasar gören viyadükleri tellerle çektirip sağlamlaştırmışlar.
Aydın otobanındaki Selatin tünelinin neden dağın içinde dönüp durduğunu sormayı unuttum!

Pazartesi, Haziran 26, 2006

Geçen hafta kan şekerini ölçtürmek için gelen 70 yaşında doğma büyüme Mordoğan'lı bir teyzeye Mordoğan'a vapur çalıştığı zamanları hatırlayıp hatırlamadığını sordum.
'12 yaşına kadar o vapurlarla gelip gittik' dedi. Vapur haftada iki gün, Pazartesi Perşembe İzmir'den kalkar, Urla, Ada, Mordoğan, Karaburun, Foça yapar, gece Foça'da kalır, ertesi gün aynı iskelelere uğrayarak dönermiş. Önce Uşak vapuru varmış, sonra bozulunca yerine Bandırma vapuru gelmiş.
Biri siyah biri beyazmış. Vapur ücreti 120 kuruşmuş, ama hep zarar eder, sadece 9 Eylül'de İzmir Fuarı günlerinde kara geçermiş. 1948 de burunsuz, kamyondan bozma kaptıkaçtılar 3 liraya hergün karadan yolcu taşımaya başlayınca vapurları kalkmış. O zamanlarda karadan da denizden de Karaburun İzmir arası 4 saat sürüyormuş.
Şekeri yüksek olduğundan diyetine daha sıkı uymasını önerdim ve Glifor tb 3x1 tok yazdım.

Cuma, Haziran 23, 2006


Geçen hafta tam THY tartışmalarının üzerine kolesterol ilaçlarını yazdırmaya gelen emekli bir THY üst düzey yöneticisini muayene ettim. Hep merak ettiğim bir konuyu açtım, uçaklara son anda çok ucuza ya da hostesi, pilotu tanıyorsan bedavaya binilip binilemeyeceğini sordum. Bu mümkün değilmiş, her şey kompüterize olduğundan kaçak yolcu olamazmış, ayrıca son dakikada çok ucuz bilet satılsa herkes son dakikayı beklermiş.
Cem Kozlu’yu sordum. ‘Çok zeki bir adamdı' dedi, 'İşi biliyordu, her sabah masama gelir oturur ,bir yandan çay içer bir yandan dünkü haberleri alırdı, önemli bir şey varsa ben üzerinden es geçsem bile yakalar, yerinde görür, çözerdi’ . Geceleri aniden denetimler yapar herkesi uyanık tutarmış, ama bunları kuruma hakim olana kadar bir iki sene yapmış. Ondan sonra işi profesyonel yöneticilere bırakıp süpervizyonla yetinmiş, zaten daha sonra politikaya geçmiş ,milletvekili olmuş.

Şimdiki yönetimi,Temel Kotil'i nasıl bulduğunu sordum, ‘ İyi bir insan, akademik bir kişi’ dedi. Yaptığımız tahlillerde kan yağları normal sınırlarda olduğundan ilaç yazmadım ve tahlilleri bir ay sonra tekrarlamasını önerdim.

Perşembe, Haziran 22, 2006


Bugün antidepresan ilaç yazdırmaya gelen Tetrapak'dan emekli olmuş bir işçi ile konuştuk. Tetrapak yılda 250 milyon kutu kapasiteli son döneme kadar Türkiye’de tekel oluşturmuş bir kuruluşmuş. Kapasitesinin büyük bölümü İran ve Türki Cumhuriyetlere ihraç ediliyormuş.
Bir kutu dıştan içe sırasıyla polietilen, karton, polietilen, alümnyum, yapıştırıcı polietilen ve koruyucu polietilen olmak üzere altı katmandan oluşuyormuş. Fabrika malzemeyi tabaka halinde dolum yapan tesise veriyor, yine fabrikanın sattığı makinelerde tabaka kağıt önce boru haline getiriliyor, makineden geçerken önce altı , sonra içine süt vs dolarken bir kelepçeyle üzeri, içinde hiç hava kalmayacak şekilde kapanıyormuş. İşin püf noktası içinde hiç hava kalmaması imiş. İçinde hava kalırsa ya da kutu darbe alıp alüminyum tabaka hasar görürse, içindeki son kullanma tarihinden önce bozulurmuş.Alüminyum ışık almaması içinmiş. Tetrapak bu makineleri verirken sadece benim ürettiğim kağıtları kullanacaksınız diye sözleşme imzalıyor, servisleri bakımını piyasadan yüksek fiyatlarla yapıyormuş. İki yıl önce yurdışında bir firma dava açıp kazanınca bu tekel ortadan kalkmış, şimdi Tetrapak’ın verdiği makinelerde başka fabrikaların malzemelerine dolum yapılabiliyormuş. Hemen Tetrapak’tan ayrılanların kurduğu fabrikalar piyasaya ortak olmuşlar. Poşetsan diye bir firma 200 cc lik kutularda pazara epey hakim olmuş. Tatrapak da yeniden yapılanmaya gitmiş. Alman bir müdür gelmiş, ortalığın dumanını attırmış. Satış fiyatlarını %20 civarında indirdiği gibi bütün giderleri de kısmış. Yemekler kartla yenir olmuş, geçen sene günlük yakıt dahil 70 ytl yevmiye ile çalışan işçi servisleri bu sene 40 ytl ye çalışıyorlarmış. Hepsi mazot parasına dayanamayıp daha az yaktığı için Volkswagen minibüsler almışlar


Bugün barda elini kesen bir barmenin parmakların dikiş attım. Son zamanlarda hangi kokteyller moda diye sordum dikiş atarken. Kızlar genelde meyveli karışımlar istiyorlarmış, votka çok modaymış. Votkalı meyve kokteyli yaparken kat kat kalıp karışmaması için her meyve suyunun arasına votka koymak gerekliymiş. Erkekler ise viskili sert kokteyller ya da bira içiyorlarmış. Meyve kokteylleri 4,5, sert kokteyller 7,5 yeni liraymış. En sevdiği kokteyli sordum. 'Bir malzemem eksik, ama İsveç kokteylini seviyorum 'dedi.

Birer ölçü votka , cin ve Malibu karıştırılıp şeykırda buzla çalkalanacakmış. Eksik olan da tabii ki Malibu imiş.
Elini suya sokmamasını ve dikişler eklem üzerinde olduğu için 14 gün sonra aldırmasını söyledim. Sigortasız çalıştığından dışarda bekleyen patronu dikiş ücreti olan 29 YTL yi ödedi,çıktılar.

Çarşamba, Haziran 21, 2006

geç
Bugün 1924 doğumlu Ankara’lı bir emekli öğretmen, protez dişinin altında ağrı yakınması ile başvurdu. Sohbet sırasında Atatürk’ü hiç görüp görmediğini sordum. Elini öpmek nasip olmamış ama iki kez bayramlarda görmüş. Sarı saçlı muhteşem bakışlı bir adammış. Kimse gözlerine bakmaya cesaret edemezmiş. Öldüğü gün Gazi lisesinde derstelermiş. Gazi lisesi Hergele meydanındaymış, dersliklerinin camından Meclisin bayrağı görünüyormuş. Ders sırasında bayrağın yarıya indiğini görünce öğretmenlerine söylemişler. Öğretmenleri coğrafyacı Gündüz Bey hemen gelmiş bakmış, Atatürk öldü çocuklar deyip kürsüye çıkmış, O’ndan bahsederken aniden bayılıp yere yığılmış. Kolonyalarla ovup kendine getirmişler. Cenazesinde sadece Ankara halkı değil dünyanın bütün milletlerinden birer bölük asker tabutunun arkasında yürümüş.
Protezinin altındaki tahriş için Andorex gargara 3x1 , Parol tablet 3x1 verdim ve diş hekimine protezini göstermesini önerdim.

Salı, Haziran 20, 2006


Geçen gün sağlık ocağının bahçesinde tepesi renkli beyaz bir güvercin bulduk. Evcil olduğu belliydi. Sahibi de arıyormuş, teslim etmişler. Bu sabah sahibi ilaç yazdırmaya gelince anlattı: Çocukluğundan beri güvercinlere meraklıymış , ama babası beslemesine izin vermemiş. Şimdi emekli olunca yazlığının terasında 20 tane kadar güvercin beslemeye başlamış. Halen 15 tanesi kayıpmış. ‘Ya şahin kaptı ya da kaçtılar herhalde’dedi. Bizim bulduğumuz güvercinin kanatları koparılmış olduğundan nasıl kaçabildiğine şaştığını söyledi. 'Kanatları sağlam gözüküyordu' dedim. Güvercin yeni yerine alıştırılıncaya kadar kanatlarının ucundaki tüyler yolunurmuş. Tüylerin yenilenmesi bir ayı bulur ,o dönemde uçamayan kuş da yeni yerine alışırmış. Bulduğumuz kuşun fiyatını sordum, yok bunlar değersiz kuşlar dedi. 20-25 ytl edermiş. Esas Güneydoğuda kaliteli kuşlar varmış, 2000-3000 ytl ye satılırmış. ‘O kuşları Almanya’dan bıraksan buraya gelir, yerini bulur’ dedi. Kendi kuşları Bornova’dan Mordoğan'a (90 km)gelemiyormuş, bazen takla da atıyorlarmış ama genelde sadece uçmalarını seyrediyormuş.

Cumartesi, Haziran 17, 2006

Bugün tansiyon ilaçlarını yazdırmaya gelen yaşlı bir amca 'Ben üç senedir aynı ilaçları kullanıyorum, hiç değişmeyecek mi?' diye sordu. Tansiyonu regüle ise ilaçlarını değiştirmesine gerek olmadığını anlatmaya çalıştım. Ben de üniversiteden emekliyim zaten dedi.
1959-78 arasında Ege üniversitesinin ilk yıllarında Ziraat fakültesinde memur olarak çalışmış. O yılları anlattı. Üniversitede o zaman sadece Ziraat ve Tıp fakülteler varmış . Hocalar da sayılıymış, adlarını sayarken Recep Egemen'in adı geçince yıllardır adı verilen amfide sınava girdiğim Recep Egemen'in kim olduğunu merak ettim. O'nun deyimiyle Meteoroloji, benim daha sonra yaptığım araştırmaya göre de Astronomi kürsüsünde hocaymış. Karanlık ve tozsuz bir bölge olduğu için Kemalpaşa dağlarının arasında Kurudağ tepesine kurulan gözlemevindeki çalışmasından dönerken araçlarının uçuruma uçması sonucu vefat etmiş.

Amca Adnan Menderes'le ilgili de bir anısını anlattı. Manisa yolundaki üniversite lojmanlarının temelini Menderes darbeden bir gün önce atmış, bütün memurları da alkışlasınlar diye tören alanına götürmüşler. Menderes daha sonra geçtiği Eskişehir'de tutuklanmış. Menderes'i nasıl bulduğunu sordum. 'Adamı boşuna astılar, ileri görüşlüydü. Bak Basmane'den sahile uzanan Fevzipaşa bulvarını açtırdığında herkes 'Ohooo, uçak mı inecek buraya !' diye genişliğiyle dalga geçmişti, şimdi yetmiyor bile ' dedi.
İlaçlarından sıkıldığı için İnhibace plus yerine, Coversyl plus; Norvasc 5 mg yerine de Normopres 5 mg yazdım.

Cuma, Haziran 16, 2006



Bugün öksürük yakınması ile başvuran 73 yaşında emekli bir oto tamircisini muayene ettim. Yıllarca oto tamirinin her alanında motor tamirinden ,kaportacılığa kadar çalışmış. En beğendiği arabayı sordum. 1946 Dodge - Desoto’lar her bakımdan çok sağlammış. Arabalar çalışmadığında tampon tampona ittirirlermiş. Zaten ilk marş da o yıl eklenmiş. Daha önce kontağı açıp bobinlere elektriği verdikten sonra önden kolla çevrilerek çalıştırlırmış. İlk olarak Ford Mercury kontağı açtıktan sonra gaz pedalına tam basınca otomatik çalışan araba yapmış. Aynı yıllarda Dodge da gaz pedalının üzerine marş düğmesi koumuş.
Ayağın burnuya düğmeye basarken topukla da gaza basmak zor oluyormuş. Şimdi hangi arabayı beğendiğini sordum. ‘Parçası en ucuz olan en iyisi çünkü artık tamir kalmadı, serviste her şey otomatik, parçayı değiştiriyorlar ‘dedi. Kendisi Doğan kullanıyormuş ,fazla sürat yapmadığından fazla da yakmıyormuş.
Çocuklarından bahsederken babasının 5 yaşındayken vefat ettiğini, babasız büyüdüğü için çocuklarının her istediklerini yaptığını söyledi. Babası Halkapınar iplik fabrikasında işçi imiş. Daha önce öğrendiğim Yamanlar kampını sordum. Amca bir anda heyecanlandı, sanki o günlere çocukluğuna döndü, gözleri doldu. ‘Evet' dedi ',vardı. Babam da oraya gitmiş kalmıştı. Dönerken bize kapaklı sepet içinde tereyağı, kocaman yeşil zeytinler, ve küçük salatalıklar getirmişti. Ben tereyağına parmağımı bir daldırıp yaladım, o kadar kokuyordu ki bir daha hayatta ağzıma sürmedim ‘ dedi. Muayenesi olağan olduğundan , başka ilaçlar da kullandığından öksürüğü için düşük dozda Toclase sirop 3x1 yazdım.

Çarşamba, Haziran 14, 2006


Bugün astım hastası hurdacı bir gencin ilaçlarını yazdım. İsteyen herkes hurdacılık yapabilirmiş. Kimsenin belli bir mahallesi yokmuş. Yalnız aynı çöp tenekesini başkası aynı anda karıştırınca sinirleniyorlarmış. Plastik ve demirin kilosu 24 kuruş, teneke içecek kutusunun 170 kuruş, bakırın 7 liraymış. Günde 50 kilo kadar topluyor, aylık geliri 300-500 ü buluyormuş. Çuval arabayı hurdaları sattığı hurdalıktan vermişler, ama o da tekerlek alıp takmış.
'Değerli bir şey hiç denk geldi mi?'diye sordum. Güldü; önce söylemek istemedi, sonra gümüş kolyeler ve yüzükler bulduğunu söyledi.

Cuma, Haziran 09, 2006


Bugün dizlerindeki ağrılar için gelen 71 yaşında bir amcaya baktım. Eskisine göre kilo almış gördüğümden rakı içip içmediğini sordum. İçiyorum dedi. O zaman göbek ondan oldu dedim. 'Evet rakı göbeği erimez derler ama ben çok az içiyorum, günde iki kadeh , o da yanında erikle, kayısıyla, bir köfteyle' dedi. Aslında içse daha çok içermiş de bütçesi müsade etmediğinden saat gece 10 da içmeye başlıyor, iki kadehten sonra üç Kulhüvallah, bir Elham okuyup yatıyormuş. 'Amca bari içmeden okusan' dedim. 'Dilin dolaşmadıktan sonra farketmez' dedi ve gür sesle tane tane Elham duasını okumaya başladı. Kafasına gelmesinden korktuğu hayatındaki sıkıntılı günlere ait düşünceler rakıyı içince, bir de duayı okuyunca gidiyor, çok rahat uyuyormuş. 50 yıldır rakı içermiş. Eskiden müskirat bayii (tekel bayii) işletiyormuş, tektekçilik de yaparmış.

O zamanlar İyi Rakı diye bir marka varmış, 245 kuruşmuş. Yeni Rakı'da 310 kuruşmuş. Bayiler Yeni Rakı şişelerine onu doldurup sahtecilik yaparlarmış. Bu yapmadığından müdavimler bunun dükkanında içerken, 'Oh senin rakılar ne tatlı!' derlermiş, o zamanlar askeden yeni gelmiş, ağzına rakı koymamış olduğundan koklar anlamazmış nasıl tatlı diye. 'Şimdi 'dedi,'gerçekten çok tatlı geliyor.'

'En güzeli Yeni Rakı, bazıları etiketinde yayılmış içenlere bakıp Kulüp içerler ama Yeni Rakıyı hiçbirşeye değişmem. Bir şişe viski koysan ben Yeni Rakıyı alırım.' Elli yıldır içtiği rakılar bünyesine hiç dokunmamış da bütçesini çok sarsmış. 'İzmir'de kaç meyhane var dersen hepsini bilirim, Basmane'de perili konağın olduğu yerde önünde faytonlar beklediği için o zaman Sidikli Ali denen meyhanede başladım, hepsinde içtim ' dedi.

Kalorili yiyeceklerden kaçınmasını , karpuz , yağsız peynir yemesini ,göbeği küçüldükçe dizlerine binen yükün ve ağrısının azalacağını söyledim. Midesi hassas olduğu için Endol supp.1x1 ve Doline gel yazdım. 'Senin muhabbetin çok güzel, kahveye uğra da devam edelim' diyerek çıktı.

Salı, Haziran 06, 2006

Bugün astımı için ilaç yazdırmaya gelen bir amcayla sohbet ederken hala sigara içip içmediğini sordum. İçiyormuş. Yaşını sordum 73 yaşımdayım, 31 sene demiryolu işçiliği yaptım dedi.
Hep Dinar-Karakuyu hattında çalışmış. Hem yol işçiliği, hem yol bekçiliği yapmış. Yol bekçiliği nedir dedim. Hergün 17 km.lik hattı yürüyerek gider gelir,yolda bozulma varsa hemen telsizle ‘Demiryolumuzda kırılma var çabuk şu km’ye gelin’ diye anons yapar, en yakındaki ekip gelir tamiratı yaparmış.
Demiryolları en çok kış şartlarında donma sonucu bozulurmuş. Çalıştığı bölgede kar kış çokmuş. 1971 yılında bir tren kara saplanmış, kendi gücüyle çıkamamış. İşçiler kazma kürek çalışıp kurtarmışlar.
Astım ilaçlarını yazdım. Muayenesinde ciğerlerinin durumu çok fena olmadığından ve belli yaşı geçen insanların muafiyet kazandıklarını düşündüğümden istediği gibi sigara içebileceğini söyledim.

Cuma, Haziran 02, 2006

burger king

Bugün 17 yaşında, Popstar yarışmacısı havasında, efendi bir genç kulakta ağrı ve dolgunluk yakınmasıyla başvurdu. Kendine ait vizite kağıdını görünce ne iş yaptığını sordum. Üniversitede okuyor, part-time olarak da Burger King de çalışıyormuş.
Part-time çalışma 7,5 saatlik vardiyalar halinde oluyormuş, yarım saat de yemek molası varmış. Yemekte büyük boy bir ya da küçük boy iki hamburger + kola + patates yeme hakları varmış. Bekleme ömrünü tükenen hamburgerler eğer o sırada yemek yemesi gereken kimse varsa süresi dolmadan önce ona veriliyormuş. Teklif edilmeden yemek yasakmış. Herkes yemeğini yemişse çöpe atılıyormuş. Her ürünün üretimden sonraki bekleme süresi farklıymış. Hamburgerler çeşitli aşamalarda toplam 40’ kadar bekleyebiliyormuş. 'Gerçekten ateşte mi pişiyor etler ?' diye sordum. Donmuş eti dolaptan alıp zincirle ilerleyen bir fırına maşayla koyuyorlarmış. Yavaş yavaş ilerlerken elektrik ızgarasına damlayan yağların alev almasıyla mangal kokusu oluşuyormuş. Başlarken bir eğitim veriliyor, daha sonra hizmetiçi eğitimler sürekli devam ediyormuş. Maşanın nasıl tutulacağından hijyene kadar pek çok ders varmış. Eller her 15 dakikada bir yıkanırmış. Her eleman her istasyonda çalışabilirmiş. Saat ücreti, part-time çalışanlar için 1 lira 60 kuruşmuş. Haftada 4 gün, 8 saat çalışma karşılığında eline ayda 200-250 ytl geçiyormuş. 17 günlük sigorta yapıyorlarmış. Çalışma saatlerini derslerine göre ayarlıyormuş. İş az olduğunda erken çıkmak mümkünmüş ama ücreti kesiliyormuş. Maaşlı çalışanlar da varmış, Onlar’ın maaşları asgari ücretten biraz yüksekmiş, ama çalışma saatlerini aşsalar dahi fazla mesai ücreti alamıyorlarmış. Çalıştıkça yükseliyormuşsun ama maaşın fazla artmadığı gibi sorumuluk çok artıyormuş, bu nedenle kariyerine burada devam etmeyi düşünmüyormuş.

Her iki kulağında da buşon olduğundan yumuşatmak için Gliserin damla verdim, ve Pazartesi günü yıkatmak üzere tekrar gelmesini söyledim.

(Fotoğrafta İngiltere'deki Burger King'in büyük patronu bir hafta boyunca Liverpool'da bir restoranda çalışırken.)