Salı, Aralık 30, 2008

tunceli





Bugün kalsiyum preparatı yazdırmaya gelen bir hanıma niçin bu ilacı kullandığını sordum. “Kemik erimesi başlangıcı varmış bende” dedi.
Anlayacak gibi bir hanım olduğundan, eğer normal miktarda süt ve süt ürünlerini tüketiyorsa dışardan ekstra kalsiyum almasına gerek olmadığını, zaten bu ilaçların da saf kalsiyum içermediğini, Maliye Bakanlığı sadece D vitamini içeren kalsiyum preparatlarını ödediğinden mecburen onların yazıldığını, D vitamininin ciltte güneş ışınları vasıtasıyla sentezlendiğini,
eğer çarşafla gezmiyorsa, hele bizim ülkemiz gibi güneşli bir ülkede D vitamini eksikliğinin gelişmeyeceğini, D vitamini yağda eriyen vitaminlerden olduğundan fazlasının vücuttan kolay atılamayacağını, esasen bu kemik erimesi hastalığının da bir nevi ilaç şirketleri tarafından üretilmiş hastalık olduğunu anlattım. Hasta ikna oldu,
“Peki yazmayalım o zaman . Bizim köyde herkes süt içerdi, hiç böyle hastalık da yoktu zaten” dedi.
Köyünün neresi olduğunu sordum, Tunceli’nin köylerindenmiş. Hayat orada gittikçe zorlaştığından on yıl önce İzmir’e göçmek zorunda kalmışlar.
“Ne zorluklar vardı?” diye sordum.
“Hem terör örgütü, hem devlet iki yandan sıkıyordu o zaman” dedi, “Açık bakkal yoktu, çocukları okula gönderemiyorduk.”


Köyleri ve çevre köyler hep aleviymiş .
“Orada da cemevleri var mı?” diye sordum.
“Yok” dedi, “Olmadığı gibi 12 Eylül döneminde Kenan Evren bizim oradaki bütün köylere cami yaptırdı, hepsine imam atadı. Köyde cemaat yok, cami var, imam var. E nooldu, camileri saman ekin deposu yaptılar, yazık oldu dökülen paralara. İlçe merkezinde bir cami vardı zaten, biz karışmayız isteyen gider isteyen gitmez, ama bizim köyde hiç giden yoktu.”

Fotoğraflar Tunceli

Pazartesi, Aralık 29, 2008

arap





Bugün köşedeki fotoğrafçı ilaç yazdırmaya geldi.

“Nasıl gidiyor işler” diye sordum
“Kapattık dükkanı, bu dijital makineler bizim işi öldürdü” dedi ve ekledi “Adam bir tane diital fotoğrafını bastırmaya geliyor, tamam basalım da bir fotoğraf için makine açılmaz ki, bunun ilacı var, gideri var”
"Kaç yıldır yapıyordunuzu bu işi?” dedim
“40 yıldır fotoğrafçıyım. Esas sanat siyah beyazdaydı. Renkli fotoğraf çıktı sanatı öldürdü” dedi
“Siyah beyazda rötuşu nasıl yapıyordunuz?” diye sordum.
“Eskiden rötuş yapmak ustalık isterdi, şimdi çocuğa fotoşap öğret yapıyor” dedi



“Sivilceleri nasıl yok ediyordunuz?” dedim

“Yurt dışından gelen çok yumuşak uçlu kurşun kalemler vardı, HB, 2HB, 3HB diye gider. Normal yazı yazamazsın ama ucu öyle ince açılır, hatta bir de sıfır numara zımparayla ayrıca inceltilir. Sonra yüzdeki lekelere, yüz hatlarına onunla müdahele edersin. Kimisi noktanokta yapar, kimisi zincirleme yapar, kimisi de çizgi çeker. “ dedi
“Sivilceleri silmek için üzerini kurşun kalemle mi boyuyordunuz” dedim


“Evet bizim arap tabir ettiğimiz filmde siyaha boyadığın yer beyaz çıkar. Marifet sivilceyi boyarken oradaki tonu tutturmakta” dedi


Çarşamba, Aralık 24, 2008

kar macerası



Bugün gençten bir kuyumcu öksürük yakınmasıyla geldi.
Muayenesinde bronşit saptadığımdan,
"Ciddi üşütmüşsünüz" dedim
"Bayram tatilinde dağ başında kara tipiye yakalandık Doktor Bey, ne maceralar yaşadık" dedi ve başından geçen çok gülünçlü bir yol hikayesi anlattı:
Yeni aldığı son model BMW arabası ile manzarası güzel diye duyduğu Tavas-Cankurtaran üzerinden Antalya’ya tatile gitmeye karar vermişler.
Aşağıda pırıl pırıl olan hava daha tepeye varmadan bozmuş, tipi başlamış. Zinciri de olmayan hasta bir süre sonra ne ileriye, ne geriye gidemeyip patinaj yapmaya başlayınca, araba çalışır vaziyette kaloriferi yakarak ıssız yolda beklemeye başlamış. Bir süre sonra taa uzaklardan motorunu yırtarak gelen, kıçı yere değecek gibi oturmuş bir Murat 124 görünmüş. Gelmiş, gelmiş tam yanında durmuş. Arabadan inen kukuletalı, yelekli yaşlıca bir adam direk
”Zincir lazım mı abi?” demiş.


Hastam sevincinden uçacak gibi olmuş,
“Lazım! Tak hemen, ne kadar?” demiş.
Adam 250 lira istemiş. (Normalde bir takım zincir 40-5o liraymış) Yaşlı adam aşağıdaki köyde demirciymiş, her kar yağdığından bagajı zincirle doldurup böyle yolda kalanları söğüşlemeye çıkarmış. Al takke ver külah 150 liraya anlaşmışlar.

Adam “Yalnız para peşin, bir de ben takmam, ya kendin takarsın, ya da çırağa 50 lira daha ver taksın” demiş.
Hastam tak vercem diye çok ısrar ettiyse de "Abi biz çok gördük zinciri taktırıp para vermeden kaçanları" demiş, 200 lirayı almış, ancak en büyük zincir bile hastanın yeni aldığı BMW'nin 17 inçlik jantlarına olmamış.
Demirci "Abi bu kaç jant böyle, buna 50 NC zinciri lazım" deyip, kalın güzel bir zincir çıkartmış.


Hasta yeni çıkan zinciri çok beğenmiş, ilki gibi dandik de değilmiş, ama adam
"Yalnız bunun fiyatı 500 lira, 250 lira daha vereceksin" demiş.

Kavga döğüş 150 lira daha vermiş, çırak çocuk bir tekere zinciri takmış.
Öbür taraftakine de takmasını isteyip de demirci “Abi o zaman bir 500 daha vereceksin” deyince hastam çıldırmış, ruhsatlı silahını çekmiş, fakat demirci pes etmemiş, peşin 150 lirayı almadan diğer tekere zincir takmamış.
Zicirleri taktırdıktan sonra dağı tırmanmış, aşağı inerken kendisi gibi yolda kalanlara eliyle imalı bir işaret yaparak, 'merak etmeyin zincirci geliyor' demiş.

Aşağıda kar bitince zincir ses yapmaya başladığından yolda bir benzinliğe girip çıkartmak istemiş, çıkartamamış. Oradaki bir demirciye de 20 lira verip çıkarttırmak istemiş ama zincircinin çırağı silah zoruyla taktığı ikinci zinciri öyle bir bağlamış ki açmak imkansız olduğu gibi kesmek için de tekerleği, bunun için de jant kapağını sökmek gerekiyormuş. Kanırta kanırta sıfır arabanın jant kapağını yamultmuşlar, çıkmamış.
Kapak çizilip yamuldukça hastanın içi gidiyormuş.

Demirci: "Abi ben bunu canavarla keserim ama lastik de kesilebilir karışmam" demiş.

Hasta sıfır lastiğinin de kesileceğini duyunca:
“Bırak demiş, tak öbür zinciri de, ben tekrar dağa gidip o adamı bulacağım”
Eşi engel olmuş, benzincinin mobiletini almaya kalkmış bırakmamışlar.
Döndükten sonra zinciri yağlayıp dükkanının bodrumuna koymuş.
Bir müşterisi geçen gün Bolu’ya gideceği için 'Sende zincir var mı?' diye sorunca çırağına "Getir oğlum bodrumdaki zinciri" demiş.
Müşterisi illa da 'Kaça aldıysan vereyim, ne olacak söyle, 20-30 lira bir şey değil mi' deyince acı acı gülüp:
"Boşver abi, hediyem olsun” demiş.


Fotograflar Bolu Gölcük Yaylası

Salı, Aralık 23, 2008

sobe




Bundan tam bir sene önce sobelenmiştim, hazır iznime devam ederken yanıtlayayım bir değişiklik olsun dedim:

1- Blog yazmaya ilk defa nasıl başladım?
Blog yazmaya ilk seyahat anılarımla başladım. Seyahat dönüşerinde anlattığım hikayeleri yazmam gerektiğini söyleyen o zamanki başasistanım, arkadaşlarım bunda etkili oldu. Daha sonra hastalarla sohbet ettikçe öğrendiklerimi, sevdiklerimle paylaştığım ilginç şeyleri, kamuya açık, ancak anonim kalarak yazma fikri aklıma geldi ve bu ikinci bloğumu açtım.
Bu blogda esas mesleğim olan hekimlik dahilinde halk sağlığını korumaya yönelik bilgiler vermeye ve mesleğimin gerektirdiği objektif duruşu sergilemeye de özen gösteriyorum.

Daha sonra bir kaç tematik blog daha yazdım, devam ettim ama ilk göz ağrım seyahat bloğumdur, en çok onu severim, ve en gerçek ben oradakidir.

2- Blog yazılarımın konusu belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum? Yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?
Evet, nedense belli bir tema ve şablon içinde kalmaya özen gösteriyorum, bir nev’i kolleksiyonculuk denebilir.

Kişisel idolüm olan Aziz Nesin bir mektubunda “Bir şeyden iki tane olunca elimde olmadan koleksiyonunu yapmaya başlıyorum” diyordu, benzer bir durum herhalde.


3- Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?
Evet, bazen öğle tatilimden, hatta yemek yemekten feragat ediyorum

4- Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?
Hayır, eğlenmesem yazmam.
Ayrıca yazılara resim ve müzik ararken pek çok ilginç siteyle ve yeni müziklerle tanışıyorum.

5- Blog yazmayı daha ne kadar sürdüreceğim?
Yazmaktan zevk aldığım sürece.

Cuma, Aralık 19, 2008

brezilya ssk'si




Yillik iznimi gecirdigim Brezilya'da tanistigim bir kanser hastasindan bizim yerden yere vurdugumuz sigorta sistemimizin buradakinin yaninda sutten cikmis ak kasik kaldigini ogrendim:

42 yasindaki hasta 18 yasindan beri kendisi ve cocugu icin ayda 350 ser liraya denk gelen miktarda ozel sigorta primi odedigi halde meme kanserine yakalaninca sigortä sirketi "ämeliyat olmasaniz da olur, kemoterapi almaniz sart degil" gibi laflarla isi yokusa surmus ancak hastanin ablasi avukat ve abisi de doktor olunca dava acmakla tehdit ederek tedavisinin karsilanmasini saglamis. Yine de plastik cerrahi masraf'larini ve bir yil surekli kullanmak zorunda oldugu oldukca pahali kanser ilaclarini hala cebinden oduyormus.
"Ozel sigortaniz olmasaydi ne olacakti?"diye sordum
"Ozel sigortasi olmayan meme kanseri hastalarina 3 yil sonraya ameliyat gunu verdikleri oluyor, zaten devlet hastanelerinde doktora ulasip muayene olmak imkansiz" dedi
"Äcil durumlarda nasil oluyor peki?" diye sordum
"Äcil durumlarda da ameliyat yapmiyorlar, sozgelimi kafa travmasi geciren hastanin sigortasi yoksa aylarca entube edilip tutuluyor, fakat ameliyat edilmiyor" dedi

"Bu yeni mi boyle oldu eskiden de mi boyleydi?" dedim
"Ben bildim bileli boyle" dedi

Çarşamba, Aralık 03, 2008

kömür dağıtımı



Bugün tansiyon ilacını yazdırmaya geldi. İlacının yazılmasını beklerken sinirle gülerek:
"Yahu Doktor Bey demin apartmana gelmişler bana 'Kömür ister misiniz?' diye soruyorlar,'Biz doğalgaz kullanıyoruz' diye kovaladım, cık cık cık" dedi
"Kim dağıtıyormuş, her isteyene veriyorlar mı?" diye sordumBilmiyorum, ben kimseye başvurmadım kömür istiyorum diye, bizim apartmanda da, mahallede de kömür alacak parası olmayan yoktur, herhalde her isteyene veriyorlar. Zaten önden gelip kömürü yıkıp gidiyorlarmış, sonra arkadan başka kamyon gelip yarı fiyatına alıyormuş. Alan memnun, satan memnun" dedi.
"Sizin apartmandan alan oldu mu peki?" diye sordum
"Bilmiyorum, şimdi kapı kapı dolaşıp isimleri topluyorlar kömür sonra dağıtılacakmış" dedi.

Pazartesi, Aralık 01, 2008

icra hakimliği



Bugün emekli bir hakim ilaç yazdırmaya geldi.
Hangi mahkemeden emekli olduğunu sordum, icra mahkemesindeymiş.
2001 krizinden sonra emekli olmuş.
"2001'de de icra mahkemelerine çok iş düşüyordu değil mi?" diye sordum.
"Tabii, o zaman benim günde 2000 dosya baktığım oluyordu, adım süper hakime çıkmıştı, ben de nasıl Galatasaray süper kupayı kazandı, öyle süper hakim oldum, zirvede bırakayım dedim emekli oldum" dedi
"Bir günde 2000 dosyaya nasıl bakıyordunuz?" dedim
"Pratik çalışıyordum. Ben tezcanlıyım, avukatlar aynı tip dosyaları üstüste koyuyorlardı, ben de seri bir şekilde karar bağlıyordum, şimdi mümükün değil. Artık yazdığın karar anında Ankara'da da görünüyor, dosyaları bilgisayardaki sırasıyla bakmak zorundasın program kabul etmiyor gruplamayı" dedi


"Dosyaları okumuyor muydunuz?" dedim
"Okuyordum tabi, ama biz artık yıllardır bu işi yapıyoruz, bakılacak kritik noktaları biliyoruz. Mesela dava 7 gün içinde açılmış mı, yoksa zamanaşımına mı uğramış. Avukat 3 sayfa dilekçe yazıyor , okumadım diye kızıyor. Ben onu okumam tabi, tarihine bakarım süre tutuyorsa tamam, tutmuyorsa onun itirazına başka mahkeme bakacak zaten" dedi
"Karşılıksız çekten hapse giriliyor mu hala?" diye sordum
"Şu anda benim bildiğim 1,5 milyon kişi bu nedenle takipte, kriz ağırlaştıkça bu rakam 2,5 milyonu bulur. Bu kadar insanı nasıl hapsedeceksiniz, bu nedenle sanırım çekle ilgili hapis cezasını kaldırmayı planlıyorlar" dedi.