Kusak farki iste. 40 yildir kendini yenilemez, sanatkar degil esnaf mantigiyla hareket edersen boyle olur. Tek fotograf icin makine mi calisirmis. Lafa bak. Tek fotograf icin de calistiracaksin yarim fotograf icin de. Senin isin bu. Kusura bakmasin ama kendi kendini batirmis.
nasil yenileseymis ki kendini bu dijital dunyada. makineyi calistirsa bile yeterince para nasil kazansin o tek fotograftan. dunyanin hizina yetisemeyenlere sanatkar olsaydin mi diyelim artik.
Rötuşu oldum olası sevmedim. Estetik amaliyat olmuş insan pozu gibi geliyor, en ufak oynama bile suni kalıyor. Öte yandan değişen hayat tarzlarıyla kalaycıların, sokakta yoğurt satan meslek sahibi insanların yavaş yavaş yok olduğunu biliyordum ama kendisi de bir teknoloji olan fotoğrafın da bu değişime yenik düşmesi acı gerçekten.
kasabamızda, çarşıda, bir fotoğrafçı vardı. hani şu siyah örtüsü olan ayaklı fotoğraf makinasıyla fotoğraf çekerdi. öyle dükkanı filan yoktu; dışarda bir duvarın önünde dururdun, o da başını örtünün altına sokup fotoğrafı çekerdi. sanırım ilk vesikalık fotoğrafımı öyle çektirdim. fotoğrafın arabı sözünü de ilk öyle duydum.
şimdi arçil cep telefonuyla kendi fotoğraflarını çekiyor ve evet photoshop'ta istediği düzenlemeleri yapıyor. kuşaklar arasında bu kadar büyük teknoloji uçurumunun olması gerçekten çılgınca.
J. baudrillard'ın bir sözü var; "dünya çılgın bir yer haline geldiyse, çılgın bir bakış açısı geliştirmek gerek," diye. mealen böyleydi sanırım. kendi olağan serüvenimizden çok daha hızlı olan bu gelişmelerin yarattığı kültür çok uzağımızda oysa. ben eski nesnelere bağlılık edebiyatından sıkılırım. şu daktilo, gramafon gibi nesnelere özlem duyanları anlamam. eh, arçil'in dünyası da uzak sayılır bana. limbo'da acı çeken ruhlar gibi yaşayıp gideceğiz o halde, doktor bey'ciğim:)
ama siz o çılgın bakış açısına sahip olup her teknolojik gelişmeye de vakıf görünüyorsunuz:)
Sevgili Aydin Tarik Zengin; söylediklerine katılmıyorum. Dediğin gibi tek fotoğraf veya az sayıda fotoğraf için makinayı çalıştırsa, solüsyonları kullansa, oturup hiçbirşey yapmadığı zamana göre daha çok maddi zarara uğrar.
Hayat sanki bir deniz, biz de suyun üzerinde ilerliyoruz. İlk zamanlarda, çocuklukta falan, deniz çok dalgalı, sen ise sanki ufak bir salın üzerinde çırpınıyor, bir an önce hızlı hızlı gitmek istiyor, ancak pek fazla yol alamıyorsun.
Zaman geçtikçe teknen büyüyor, kalitesi ve hızı artıyor, ancak senin hızlı gitme isteğin git gide azalıyor.Yavaş yavaş tadını çıkararak gitmek, etrafı seyretmek istiyorsun. Ancak çocuklukta hızlı gitmek ne kadar zorsa, yaşlandıkça yavaşlamak da o denli zorlaşıyor. Bütün motorlarını istop etsen bile artık kocaman bir gemi olmuş olan aracın çarşaf gibi denizin üzerinde hızla ve sessizce kayıyor. Sen ise güverteden geminin pruvasının yardığı suların iki yana doğru açılarak uzaklaşmasını ve ufukta beliren karşı kıyının hızla yaklaşmasını hüzünle izliyorsun.
8 yorum:
Kusak farki iste. 40 yildir kendini yenilemez, sanatkar degil esnaf mantigiyla hareket edersen boyle olur. Tek fotograf icin makine mi calisirmis. Lafa bak. Tek fotograf icin de calistiracaksin yarim fotograf icin de. Senin isin bu.
Kusura bakmasin ama kendi kendini batirmis.
nasil yenileseymis ki kendini bu dijital dunyada. makineyi calistirsa bile yeterince para nasil kazansin o tek fotograftan.
dunyanin hizina yetisemeyenlere sanatkar olsaydin mi diyelim artik.
Valla zor bu gidişe bu hıza yetişmek, hiç kolay değil.
Bazen durup düşünürken bile yoruluyorum ben.
Gercekten de dusundum , eskiden bi vesikalit fotografi ancak ertesi gun alirdim, simdi aninda veriyorlar.
Yanliz su rotus isi gercek bi sanat , bizim fotografci kahkullere kendi istedigi formu verirdi o fotograflar gercekten gormelikti:))
Rötuşu oldum olası sevmedim. Estetik amaliyat olmuş insan pozu gibi geliyor, en ufak oynama bile suni kalıyor.
Öte yandan değişen hayat tarzlarıyla kalaycıların, sokakta yoğurt satan meslek sahibi insanların yavaş yavaş yok olduğunu biliyordum ama kendisi de bir teknoloji olan fotoğrafın da bu değişime yenik düşmesi acı gerçekten.
kasabamızda, çarşıda, bir fotoğrafçı vardı. hani şu siyah örtüsü olan ayaklı fotoğraf makinasıyla fotoğraf çekerdi. öyle dükkanı filan yoktu; dışarda bir duvarın önünde dururdun, o da başını örtünün altına sokup fotoğrafı çekerdi. sanırım ilk vesikalık fotoğrafımı öyle çektirdim. fotoğrafın arabı sözünü de ilk öyle duydum.
şimdi arçil cep telefonuyla kendi fotoğraflarını çekiyor ve evet photoshop'ta istediği düzenlemeleri yapıyor. kuşaklar arasında bu kadar büyük teknoloji uçurumunun olması gerçekten çılgınca.
J. baudrillard'ın bir sözü var; "dünya çılgın bir yer haline geldiyse, çılgın bir bakış açısı geliştirmek gerek," diye. mealen böyleydi sanırım. kendi olağan serüvenimizden çok daha hızlı olan bu gelişmelerin yarattığı kültür çok uzağımızda oysa. ben eski nesnelere bağlılık edebiyatından sıkılırım. şu daktilo, gramafon gibi nesnelere özlem duyanları anlamam. eh, arçil'in dünyası da uzak sayılır bana. limbo'da acı çeken ruhlar gibi yaşayıp gideceğiz o halde, doktor bey'ciğim:)
ama siz o çılgın bakış açısına sahip olup her teknolojik gelişmeye de vakıf görünüyorsunuz:)
sevgiler.
Sevgili Aydin Tarik Zengin;
söylediklerine katılmıyorum. Dediğin gibi tek fotoğraf veya az sayıda fotoğraf için makinayı çalıştırsa, solüsyonları kullansa, oturup hiçbirşey yapmadığı zamana göre daha çok maddi zarara uğrar.
Survival of the fittest diyorum sadece...
Yorum Gönder