Perşembe, Mayıs 31, 2007

bell boy


Bugün bir bell boy (otelde çanta taşıyan görevli) bel ağrısı yakınması ile başvurdu.

Asgari ücretle çalışıyormuş, ancak esas kazancı bahşişlerden oluyormuş.
En fazla ne kadar bahşiş verildiğini sordum, yabancılar 20 Euroya kadar veriyorlarmış, bazen 50 cent veren de oluyormuş. Yerlilerde ise en fazla bahşişi İstanbullular veriyormuş. 10-20 lira veren oluyormuş.
Vermeyenlerin arkasından söylenip söylenmediğini sordum.

'Yok canım, işimiz bu' dedi.

Çalıştığı otelde kalan ünlüler de oluyor, onların ne istediğini bilirsen bahşiş yüksek oluyormuş. Örneğin Kıraç hep sabaha karşı büyük rakı istermiş. O saatte temin etmek zor olduğundan rakıyı hazır bulunduruyorlarmış artık. Zaten sanatçılar çok içiyorlarmış, Mazhar da konserden önce bir büyük JB içermiş.
Bel ağrısı için Dikloron ret tb 100 mg, Paraflex tb 3x1 yazdım ve ağır kaldıracağı zaman yükü ağırlığın yanına çömelerek beliyle değil, dizleriyle kaldırmasının daha uygun olduğunu anlattım.

Salı, Mayıs 29, 2007

noterlik





Bugün karnesinin meslek hanesinde okuduğuma göre, emekli bir başkatip ilaç yazdırmaya geldi.
Ne katibi olduğunu sordum.
'Adliyedeydim, noterlik de yaptım' dedi.
'Noter yanında mı çalıştınız yani?' diye sordum.
'Hayır,bizzat noterlik yaptım' dedi.

Eskiden noterlik yapmak için hukuk fakültesi mezunu olmak gerekmiyormuş. O zamanlar çalıştığı Aydın’ın ufak ilçesinde noter olmak isteyen hukuk fakültesi mezunu bulunmadığından, adliyenin en kıdemli katibi olarak noterlik için bakanlık tarafından görevlendirilmiş. Ayrıca bir büro tutmamış, adliyedeki görevinin yanında aynı odada ek iş olarak yapıyormuş. Bir maaş kadar daha ek gelir oluyormuş, ama vergisi çok fazlaymış, bir de iş çok zormuş.

‘Ne zorluğu vardı?’ diye sordum.
Arşiv tutmak zormuş, yıllar sonra bile bir belge sorulduğunda onu bulup çıkarmak zorundaymışsın.
Bu yöntem 1968 yılından sonra kaldırılmış, O da yerine bir avukata bırakmış.


Cumartesi, Mayıs 26, 2007

dağlarda aşılama



Bugün emekli bir sıhhi tarama aracı şöförünün eşinin ağrıyan dizleri için ilaç yazdım.
Kendisine bu aracın ne menem bir şey olduğunu sordum.
Verem savaşa bağlı uzun Land Rover gibi bir araçmış. Aslında Ankara’ya bağlıymışlar ama İzmir’de Alsancak’ta beklerlermiş. Yazın görev çıkınca bir doktor, bir hemşire bir de amca yola düşerler, kura ile hangi il çıktıysa Diyarbakır’a Hakkari’ye tarama yapmaya giderler, aylarca çalışırlarmış. Araçta Volkswagen jeneratör ve Siemens röntgen cihazı varmış. Bir köye ya da mezraya vardıklarında (Ya da dere gibi doğal engellerden ötürü varamayıp yaklaştıklarında) arabadaki hoperlör sisteminden anons yaparlar, köylüler arabanın etrafına toplanırmış.

Doktor toplanan köylüleri muayene eder, PPD testi ( Vücudun verem basili ile karşılaşıp karşılaşmadığını saptamaya yarayan bir deri testi) uygular, gerekli gördüklerine de hemen oracıkta mikro film çektirirmiş. Filmler merkezde banyo edilip uzman doktorlar tarafından okunur, üç gün sonra aynı bölgeye dönüp PPD test sonuçlarını okurken hastalıklı çıkanlar da tedaviye alınır, korunmasız olanlar aşılanırmış.
Amca bu işi 1974’ten 80’lere kadar yapmış, daha sonra emekli olmuş.
Şimdi eski steyşın Reno'suyla dağ köylerine gidip ağacından kiraz alıyor, dörde aldıysa beşe satıyormuş.
Kendisine eşinin dizlerindeki ağrıların kilosundan kaynaklandığını, nasıl bir aracın istiap haddi aşılınca lastikleri patlarsa, dizlerin de vücudun lastikleri sayılabileceğini, yükü azaltmadan bu işe çare bulmanın zor olduğunu anlattım, ve Surgam ret tb 1x2 gece yazdım.



Cuma, Mayıs 25, 2007

a be de


Bugün emekli bir hava assubayı ilaçlarını yazdırmaya geldi. Vazifesi uçaklara nükleer ve konvansiyonel başlıklı füzeleri yüklemekmiş.
‘Türkiye’de nükleer füzeler var mıydı?’ diye sordum.

Çalıştığı süre içinde, ayrıldığı 1974'e kadar varmış. 'Şimdi bilemem' dedi. Herkesi bu işe sokmazlarmış. Kleranslarını (güvenlik soruşturmalarını) Nato yapmış. Eğitimlerini ABD’de almışlar. Pilot uçağında ne füzesi taşıdığını bilmezmiş. Bunlara şu şu kodlu silahı yükle, pilota da şu kodlu füzeyi at derlermiş.
Adamlar sistemi öyle güzel kurmuşlar ki hataya yer yokmuş.
O yüzden deniz tatbikatı sırasında ABD ateşiyle vurulan Muavenet zırhlımızı batıran füzenin kazara ateşlendiğine katiyen inanmamış. Hatta bir tartışmada kendisinin de bu füzeleri iyi bildiğini, kazara fırlatılmasının, hele kumanda kulesini vurmasının imkansız olduğunu ABD’li meslektaşına anlatınca adam kızıp tartışmayı bırakmış. Zaten olaydan sonra bir üsteğmen de ABD’li gemi kumandanı ile bizim albay arasında bir ihtilaf olduğunu , füzenin bu nedenle ateşlendiğine inandığını belirtmiş.


‘Nasıl silah denemesi yapılıyor ; bizim gemide de silah denediler’ dedi ve ekledi ‘
Bu Ankara’daki olayda kullanılan A4 patlayıcı sadece ABD’nin ürettiği bir malzeme, hesapta Kuzey Irak’taki mühimmat depolarından 3 ton A4 çalınmış. Bu imkansızdır. Eğer senin depondan o kadar patlayıcı çalınabiliyorsa sen zaten Irak’ta yoksundur!’


Çarşamba, Mayıs 23, 2007

plazma tv


Bugün bir televizyon satıcısı gözlerde ağrı yakınması ile başvurdu.
Plazma ve LCD ekranlı televizyonların satışını yapıyormuş. Satışların nasıl olduğunu sordum. Çok iyiymiş, herkes alıyormuş. Neden plazma Tv'ye ihtiyaç duyulduğunu sordum. 'Hiç tamamen hava atmak için, yoksa şu anda tüplü televizyonların görüntü kalitesi daha iyi' dedi.
Henüz ülkemizde dijital yayın olmadığından özellikle LCD ekranlı televizyonlar karlı görüntü veriyorlarmış. 'Hani bir dükkanda DVD'ye bağlarsın anlarım, görüntü pırıl pırıl,havalı olur; adam kablolu yayına LCD televizyon bağlıyor, tabi görüntü bozuk oluyor' dedi. Özellikle LCD' lerde kaliteli bir görüntü için HD(high definition) özelliği olan dijital uydu alıcı gerekliymiş; piyasada Humax adında tek marka varmış, ve çok pahalıymış.
Hangisinin daha dayanıklı olduğunu sordum. Plazma 60 , LCD 65 bin saat dayanıyormuş. Bu da günde 6 saatten 20 yıla denk gelirmiş.
Gözlerindeki ağrı glokomu düşündürdüğünden kendisini göz içi basınç ölçümü için Göz hastalıkları uzmanına sevk ettim.



Salı, Mayıs 22, 2007

au pair


Bugün au pair (yurt dışında bebek bakıcısı) olmak için sağlık raporu isteyen genç bir kızdan bu işin sadece İngiltere’de değil, İtalya ve Amerika gibi başka ülkelerde de yapıldığını öğrendim.
Bu işi ayarlayan ajanslara sağlık raporu, sabıka kaydı gibi belgeleri verdikten sonra bekleme süreci başlıyor, sonunda anlaşma sağlanırsa ajansa İngiltere için 250,

Amerika için ise 850 sterlin ödeniyormuş. Ajans ücreti en ucuz olan ülke İngiltere imiş.

Anlaşma 6 aylık olarak yapılıyor, altı ayın sonunda karşılıklı rıza ile 2 yıla kadar uzatılabiliyormuş. Söylendiğine göre haftada 50-60 sterlin harçlık vereceklermiş.
Bu işe girerken ki amacının ne olduğunu sordum.
‘Yabancı dilimi geliştirmek istiyorum, bu nedenle küçük değil de 13-14 yaşında bir çocuk olsun istiyorum’ dedi.
Au pair olabilmek için 18-27 yaş arasında olmak gerekiyor, ancak üniversite mezunu olmak gerekmiyormuş.


Cuma, Mayıs 18, 2007

röntgen şuası

Bugün tansiyon ilacını yazdırmaya gelen emekli bir röntgen teknisyeniyle eski günleri konuştuk:
Röntgen ışınlarıyla çalışanların yakalarına taktıkları sarı dozimetrelerin ne zamandır kullanıldığını sordum. Mesleğe ilk başladığı 1950 lerin sonundan beri varmış, ama o zaman daha kabaymış, şimdi kalem şeklinde olanlarını bile çıkarmışlar.
Esas değişiklik makinalarda olmuş. İlk mesleğe başladığındaki cihazlar diyaframsız olduklarından şuayı sadece çekim yapılacak bölgeye değil tüm mekana yayarlarmış.
O zamanlar ayda 700-800 megawatt radyasyon alırlarmış. Diaframlı cihazlarla bu miktar 40-50 megawatta düşmüş.
Dozimetreler tüm Türkiye'den İstanbul Küçükçekmece'ye gönderilip orada değerlendirilirmiş. Dozimetrenin içinde sadece röntgen filmi varmış, çeşitli açılardan gelen ışınların filmde bıraktığı izler ölçülürmüş. Kendisinde radyasyona bağlı bir rahatsızlık olup olmadığını sordum. Avcılık merakı yüzünden çok dağlarda gezermiş. Radyasyonu vücuttan atmanın en iyi yolu tabiatta gezmek ve bol süt yoğurt tüketmekmiş. Zaten radyasyonla uğraşanlara günlük süt istikhakı verilirmiş. Bunu hiç duymadığımı söyleyince daha önce ameliyathanede çalışmış olan hemşiremiz de ameliyathanedekilere de günlük süt verildiğini söyledi.





Çarşamba, Mayıs 16, 2007

adsız alkolikler derneği


Bugün karaciğer yağlanması nedeniyle yaptırdığı tahlillerini göstermeye gelen emekli bir banka müdürüyle sohbet ettik. Karaciğer yağlanması yıllar boyu tükettiği alkol yüzünden oluşmuş. Çalışırken sadece akşamları içermiş. Emekli olduktan sonra gitgide içkiye başlama saatini erkene çekmeye başlamış, en sonunda iş sabah kalkar kalkmaz içmeye varmış.

Doktoru alkolü bırakman gerekir dediğinde üç yıl mücadele etmiş. Bir ay içmiyor, sonra nasıl olsa bıraktım deyip bir yudum alınca yine içmeye başlıyormuş. En sonunda alkolik olduğunu kabul etmiş, ve Adsız Alkolikler Derneğine başvurmuş.
Derneğin nasıl çalıştığını sordum:
Bu dernek ilk kez Amerika’da 1935’te bir doktor ve bir borsacı tarafından kurulmuş. Dünya çapında 2 milyondan fazla, İzmir’de Alsancak ve Karşıyaka’da iki şubesi varmış .

Buraya gelenlere hiç bir şey sorulmaz, kayıt yapılmazmış. Derneğin kurucuları mecburen kayıt altına girmişler ama o kayıtlar da saklanırmış, ‘Adsız’ kelimesi bundan kaynaklanıyormuş. İstenirse sahte isimle de kendini tanıtabilirmişsin. Kimse, 'Kimsin, ne iş yaparsın?' diye sormazmış, isteyen istediği kadar anlatırmış. Tek şart yardıma ihtiyacı olduğunu kabul edip yardım istemekmiş. Yardım isteyenler 12 basamaklı bir süreçten geçerlermiş. İlk basamak alkolün bedenimize zarar veren bir madde olduğunu ve kendinin bu maddeye zaafı olan bir alkolik olduğunu kabul etmekmiş. Zaten kendini tanıtırken hep ‘Ben M., alkoliğim’ dermişsin. Bunu bağımlı oldukları hiç akıllarından çıkmasın diye yaparlarmış.

Filmlerde gördüğümüz gibi özür dileme aşaması da olup olmadığını sordum. Varmış.
4. basmakta envanter çıkarılırmış.Alkol yüzünden kazanılan ve kaybedilenler, üzülen insanlar, belirlenirmiş. 9. basamakta ise alkol nedeniyle üzülen insanlardan özür dilenirmiş.
‘Peki 12. basamakta ne var?’diye sordum.
Derneğin ihtiyacı olanlara tanıtımının yapılması varmış.

‘Biz alkole karşı değiliz, efendi gibi içenlere itirazımız yok, biz bağımlılara destek olmak için varız’ dedi.
Dinle bir ilgilerinin olup olmadığını sordum. Bir yaratan, üst güç kavramı varmış ancak din ve politikayla hiç ilgileri yokmuş. Herhangi bir dine bağlı olmak gerekmiyormuş. 'Ben mesela, hala agnostiğim' dedi.

Dernek tamamen bağışlarla dönüyormuş. Her gün değişik toplantılar oluyor, önceden belirli gündem konuları (sevgi, paylaşım gibi) üzerinde sohbet ediliyormuş. Toplantı çıkışında koyulan çanağa isteyen gönlünden kopan 50 kuruş 1 lirayı atıyormuş. Bu şekilde 500 lira tutan kira ve elektrik-su gibi masraflarını ödedikleri gibi içtikleri çay ve bitki çaylarına da para kalıyormuş. Sigaraya nasıl baktıklarını sordum. Karışmıyorlarmış, dernekte içilebiliyormuş.
Derneğe emekli subaylar doktorlar, meşhur artistler de geliyor, böyle insanların gelmesi diğerlerinin şevkini arttırıyormuş.
İçkiyi arayıp aramadığını sordum.
Hiç aramıyormuş, ama uzak da duruyormuş. Zaten içkili ortamlara girmeleri tavsiye edilmiyormuş. Alkol insanın beynini esir aldığından yakınlaşırsan beynin bir bahane uydurarak içmeye neden olabilirmiş.

Resimler Belçika'da gördüğüm yüksek alkollü bir bira markası: Delirium Tremens (Aynı zamanda alkol yoksunluğunda görsel ve taktil halüsinasyonlarla giden bir hastalığın da adı)



Salı, Mayıs 15, 2007

selatin tüneli neden düz değil


Bugün bir tünel mühendisi ilaçlarını yazdırmaya geldi. Kendisine uzun süredir merak ettiğim Aydın-İzmir otobanındaki Selatin Tünelinin neden dağın içinde dönüp durduğunu sordum. Şimdiye kadar sorduğum hiç kimseden bir yanıt alamamıştım, Karayollarına mail atıp sormayı düşünüyordum.
Otoyol dağın iki yanındaki birbirine açılı pozisyondaki iki vadiyi birbirine bağlıyormuş.
Otoyollarda kurpun (virajın) yarı çapının 500 metrenin altında olamayacağına dair bir kaide varmış. Giriş çıkış arasında bu nedenle düz bir çizgi şeklinde tünel açılamıyormuş. Öyle bir tünel açılsa tünelin giriş ve çıkışında keskin viraj meydana gelir, çapı 500 metrenin altına düşermiş.
Kurpu dışarda yapsan, bu sefer daha uzun tünel kazmak gerekiyormuş, hepsini hesaplamışlar, en hesaplısı buymuş.

İzmir Metrosunun Çankaya istasyonunda sergilenen buluntuların kazı sırasında kazıcı aletin ağzından nasıl kurtarıldığını sordum.
Arkeolojik buluntu ihtimali olan yerlerde önce sondaj tüpleri gönderiliyor, bir kalıntı ihtimali varsa ayrıntılı kazı yapılıyormuş.

Cuma, Mayıs 11, 2007

sarı basın kartı


Bugün Hürriyet gazetesinden emekli, yerel basında çalışan bir gazeteci ishal yakınması ile başvurdu.
Yerel gazetelerin para kazanıp kazanmadığını sordum. Kazanmıyorlarmış.

Gazetecilikte para kazanmak için önce uzun süre cepten yemek gerekiyormuş. 20 bin tirajlı gazeteyi 90 kişi çıkarıyormuş. Aylık gider 1 trilyonu buluyor, gelir ancak 500 milyarda kalıyormuş.


Peki neden bu kadar para akıtılıyor bu işe?' diye sordum.
'Erk elde etmek için. Ona bakarsan bugün en çok satan gazete olan Hürriyet kar eder, ama ona yatırılan para başka bir işe yatırılsaydı kat be kat fazla para getirirdi' dedi.
Basın kartının sarıdan başka bir rengi olup olmadığını sordum.
Yokmuş, öyle alışılageldiği için öyle söylenip gidiyormuş.
'İşe her girene hemen veriliyor mu?' dedim. Gazetecilik mezunlarında 1 , üniversite mezunlarında 2 yıl meslekte çalışma zorunluluğu varmış. Çalışanlara, hele büyük gazetelerde staj adı altında yıllarca sigorta yapılmaz, ancak her türlü iş gördürülürmüş. İtiraz edenlere de 'Hurriyet'te çalışıyorsun daha ne istiyorsun' denirmiş.
Gazeteciler ayrı bir çalışma yasasına sahip olduğundan işten kendi istekleriyle de ayrılsalar tazminat alabilirlermiş, ayrıca yıpranma payı adı altında erken emekli de olabiliyorlarmış.


Son olarak 'Emin Çölaşan'ın 9 milyon doları var mıdır?' diye sordum. '9 milyon dolar ne ki, daha fazlası vardır!' dedi.

Perşembe, Mayıs 10, 2007

parayı evde saklamak


Bugün yaşlı bir tansiyon hastası sırada beklerken fenalaşmış. İçeri girince
‘Öleceğim sandım, bari yanımdaki kardeşime paraların yerini söyleyeyim diye aklımdan geçirdim vallahi’ dedi.
Paraları neden bankaya yatırmayıp evde tuttuğunu sordum.

'Bankaya yatırırsam mirasçısı çok olur, oysa ki benim bir yeğenim var, bütün parayı ona bırakmak istiyorum’ dedi. Noter aracılığıyla devretmeyi neden düşünmediğini sordum. Notere gitmiş, ama hem 300 lira istemişler hem de doktordan akıl sağlığı yerindedir raporu getirmesine rağmen ‘Senin işin olmaz, arkandan dava açarlar gei alırlar' deyip, yapmamışlar.
'Peki hırsızdan , yangından, fareden korkmuyor musun’ diye sordum.

'Yok hırsız bulamaz yerini asla. Ben öldükten sonra evi arasalar bile bulamazlar’ dedi.
Nereye sakladığını merak etmekle birlikte para kaybolur da benden bilinir diye ‘Aman nereye sakladığını bana söyleme!’ dedim.
Tansiyonunu evdeölçtüğünde normal çıktığını söylemesine karşın benim ölçümümde çok yüksek çıktığından evdeki aletinin yanlış ölçüyor olabileceğini, bir sağlık kurumuna giderek tansiyonunu karşılaştırmalı ölçmesini önerdim.


Nidilat cap1x1 SL ve Lasix amp 1x1 IV yaptırdım, iki gün sonra kontrole çağırdım.
Bu da hırsızlıkla ilgili ilginç bir site.

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

particilik


Bugün üstü başı dökülen bir hasta nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. ‘Son dönemde çok koşturdum da’ dedi.
Ne iş yaptığını sordum.
Çeşitli derneklerde yöneticilik yaptığı gibi parti teşkilatlarında da çalışıyormuş.
‘Şimdi Genç partiye geçtim’ dedi. Kahvede tanıştığı bir adamın hoş sohbetinden çok etkilenmiş, memleketleri de yakınmış, O'nun önerisi ile Genç Partiye girmiş. Partideki görevini sordum, propaganda üye kaydı yapıyormuş; cebinden parti kimliğini çıkarıp gösterdi.
Bir ödeme yapıp yapmadıklarını sordum.
Henüz yapmamışlar ama ayda 300-500 vereceklermiş.
'Her parti para veriyor mu?’ dedim.
‘Nerdee’ dedi. Daha önce DSP’de imiş, beş kuruş vermemişler ‘O kadar koşturdum, gece gündüz üye kaydettim, hiçbir kere sormadılar bu adam ne yer ne içer diye’ dedi.
Astımı için Bronkolin 300 tb 2x1 ve NAC 600 eff tb 1x1 yazdım.


Salı, Mayıs 08, 2007

teneke mahallesi


Bugün çingene mahallesinde çalışan bir ilkokul öğretmeni idrar yaparken yanma yakınması ile başvurdu. Öğrencilerini çok seviyormuş, ama bazı şeylere hala alışamamış: Müzik derslerinde çocuk şarkıları söyleyince bütün sınıf ayağa fırlayıp parmak şıklatarak dans ediyor, hatta 'Öğretmenim siz yapamıyor musunuz, size öğretelim çok kolay!' diyorlarmış.
Beslenme konusunda çok yetersizlermiş. Sadece simit ve 50 kuruşluk yarım ekmek dönerle besleniyorlarmış, hepsinin karnı ağrıyormuş, benizleri solukmuş. Meyve hiç yemiyorlarmış, ders için sınıfa getirdikleri meyveleri bile parça pinçik yapıp atıyorlarmış.
Belediye her gün tetrapak kutuda süt dağıtıyormuş ama onları da içmeyip birbirlerine sıkarak süt savaşları yapıyorlarmış.
Sokaktan yiyecek almamaları konusunda uyarmak garip oluyormuş, çünkü çoğunun babası sokakta yiyecek satarak geçimini sağlıyormuş. Hiç kimse doğru düzgün çalışmıyor, çok küçük miktarlarla kapalı bir ekonomi yürütüyorlarmış. Örneğin şaçlara 1 liraya gölge atan kadınlar varmış.
Uyuşturucu satışı en önemli gelir kaynağıymış. Yeşilay haftasında önce içki şişesi sonra sigara resmi çizip üzerlerine çarpı koymuşlar. Öğrenciler hep bir ağızdan ‘öğretmenim lale de çizelim diye bağırmışlar.
'Lale neymiş?' diye sormuş.
‘Ap’ demişler.
Önceleri 'H' harfini hiç söyleyemiyor ve yazamıyorken yeni yeni; mesela havlu yazın dediği zaman ‘Öğretmenim 'eh'li mi 'eh'siz mi’ diyorlarmış.

İdrar yollarındaki enfeksiyonu için Azosilin tb 3x1 yazdım.

Fotoğraflar Bombay'dan.


Cuma, Mayıs 04, 2007

kumar



Bugün bir sıcak bir soğuk basması, baş dönmesi yakınması ile başvuran yaşlıca bir hanımın fizik muayenesinde ve tahlillerinde patolojik bir bulguya rastlamayınca ‘Bedenen genç kız gibi olduğunu, acaba canını sıkan bir şey olup olmadığını’ sordum.
Eşinden yana çok dertliymiş: ‘Bir de eşim iyi olsaydı o zaman nasıl olacaktım acaba’ dedi.
Eşi evlendikleri günden beri kumar oynar, içki içermiş. Ne yaptıysa bu huyundan vazgeçirememiş. Bulduğu işlerde düzgün çalışmaz, aybaşında maaşını aldığı gibi kumara yatırır, akşam eve beş kuruşsuz döndüğünde de ‘Yolda üç adam yolumu kesti, ikisi kollarımı tuttu, biri boğazıma bıçak dayadı, bütün paramı aldılar’ dermiş.
‘Her ay mı böyle yapardı?’ diye sordum, her ay böyle yaparmış.
‘Peki hiç kazanıp da eve eli paralı geldiği olmadı mı?’diye sordum.
Teyze ‘İki gözüm önüme aksın 50 yıldır bir gün eve para getirmedi, zaten kazansa da getirmezmiş, çünkü o para haram paraymış , eve sokmazmış’ dedi…
Amca para getirmediği gibi evde bırakılan parayı da arar tarar, bulduğu gibi doğru kahveye gidip kumara yatırırmış.
‘Artık eve nasıl gelecek diye düşünmekten akşam olsun istemiyorum’ dedi.
‘Nasıl geliyor?’dedim
‘Nasıl olacak işte sarhoş, bir gözü bir yana, bir gözü öte yana bakar, gelir bir de kendine öyle güzel baktırtır ki… Bugüne kadar daha şu kanapeyi şuradan şuraya çekmişliği yoktur, yetmişine geldi, saçında bir tane ak yok’ dedi.
Depresyonu için Eslorex 10 mg tb 1x1 ve anxiyetesi için Xanax 0,5 mg. tb 2x1/2 yazdım, ilaçlarını göstererek nasıl kullanacağını anlattım.


Çarşamba, Mayıs 02, 2007

terzilik


Bugün emekli bir terzi ayak bileğinde ağrı yakınması ile geldi.
Erkek terzisiymiş, gözleri bozulunca işi bırakmış, bütün alet edevatını da satmış. Şimdi kendisi de hazır giyimden giyiniyormuş.
Hazır takım elbise ile dikim takım elbiselerin arasında ne fark olduğunu sordum.

'Dikiş farkı vardır' dedi.
İnce işçilikte fark olurmuş. Bir de hazır elbiselerin ön parçalarının içine tela yapıştırılıyormuş. Bunu yapıştırdıkları malzeme ilk yıkamada bozulur elbise bir şeye benzemezmiş. Elde dikilen tela ise bozulmazmış. Hele bir kıl tela varmış ki önceden bir yıkanıp dikilirse, daha sonra ne kadar yıkanırsa yıkansın hiç bozulmazmış.
‘Takım elbise yıkanır mı, kuru temizlemeye verilmez mi?’ diye sordum.
‘Kuru temzilemeciler ne yapıyor, onlar da yıkıyor’ dedi.
Ayağındaki ağrısı için Miyadren ret. Tb. 100 1x1 ve Voltaren emulgel use ext. yazdım.


İlk fotoğraf Sri Lanka'nın Hikkaduwa plajında terzi dükkanı

Salı, Mayıs 01, 2007

tsunami


Gecen hafta Sri Lanka`nin Galle kentinde yasli bir antikaci dukkani tezgahtarindan, Bay Hamit`ten tsunami gununu dinledim.
Tsunami sabahi Bay Hamit dukkanin on kapisini acmis, arkadaki kapiyi acmaya giderken buyuk bir gurultu ve kadinlarin feryatlarini duymus. Arka kapiyi acinca karsidaki sokaga buyuk bir su kitlesinin girdigini gormus. Su sokagin sonundaki duvara carpip dukkana dogru donunce Hamit bey iceri kacmis, su hizla dukkana dolmus. Bel seviyesine kadar yukselmis , sonra bir iki dakika icinde durulmus. Butun antikalar berbat olmus ama can veren olmamis, cunku Galle kentinin cevresini saran sur duvarlari suyun onunu bir miktar kesmis.

Ancak sehir merkezindeki Food city`nin icine kacan 30 kisi sularin surukledigi bir otobusun girisi kapatmasi uzerine iceride can vermis.

Hamit bey `Daha once tsunami diye birsey duymadigimizdan ust katlara dogru kacmayi akillarina getirmemisler, hepsi zemin katin dibine kacmis, iclerinden kurtulan olmadi` dedi.