Cumartesi, Ocak 27, 2007


Geçen hafta beni üzen bir hasta sayesinde yeterli empati (kendini başkasının yerine koymak denebilir) kuramadığımı fark ettim. Kalp ilaçlarını yazdırmaya gelen yaşlı bir amcayı 'Hoş geldin amca, geçmiş olsun' diye karşıladım, oturttum.
Yazdırmaya geldiği diüretiklerin (idrar söktürücü) biri, mahalleden topladığımız kullanılmayan ilaçların arasında vardı, amcaya Desal 40 mg yerine aynı maddeyi içeren Furomid 40 mg adlı tabletten üç kutuyu ücretsiz olarak verdim ve içinde aynı ilaç olduğunu, sadece adının farklı olduğunu söyledim, ayrıca Aldactazide adlı daha farklı işleve sahip bir başka diüretiği de reçete ettim.
Yarım saat sonra amca geri geldi, başka bir hasta içerdeyken odaya girip daha önce küpürünü göstermediği bir üçüncü diüretiği göstererek kızgın bir şekilde ‘Bunu yazmamışsın, ta eczaneden geri döndüm’ dedi.
Bunu daha önce göstermediğini, gösterse bile yazmayacağımı, çünkü üçünü birden kullanmasına gerek olmadığını, hatta fazla geleceğini, sakıncalı olacağını dilim döndüğünce anlattım.

'Bana bunları Dr. İ. Bey verdi sen karışma yaz!' dedi. Biraz daha anlatmaya çalıştım ama anlamayınca ‘İyi o zaman madem benim bilgime güvenmiyorsun bir daha bana muayene olmaya da gelme’ dedim.

Amca sinirlenip bağırmaya başladı, ‘Bakmayacaksan bakma, ben de s.tir olup giderim, zaten ilacımı değiştirdin’ dedi. Ne kadar oturtup anlatmaya çalıştıysam da beni dinlemedi, gitti.
Kapının önünde hasta yığılı olduğundan üzerinde durmadım çalışmaya devam ettim, ama amcanın bu davranışı beni üzdü, oldukça da moralimi bozdu.


Şimdi olayın üzerinden zaman geçince amcayla yeterli empati kuramadığımı, bu nedenle üzülüp moralimin bozulduğunu anlıyorum.
Empati kurabilseydim davranışım yine değişmeyecekti, ama bu kadar üzülmeyecektim.

Cuma, Ocak 26, 2007


Bugün fren balatası üretiminde çalışan bir işçi boğaz ağırısı yakınması ile başvurdu.
Balata üretiminde akciğerlerde asbestoz ve bir çeşit kansere yol açan asbest kullanıldığı için işyerinde maske kullanıp kullanmadığını sordum. Kullanıyormuş, ama çok kaliteli değilmiş. Zaten asbest kullanımı 23 Nisan 2006 dan beri tüm dünyada yasaklanmış, ancak elinde stoğu olanlar kullanabiliyormuş. Amerikalılar seneye aynı asbest gibi olan ama adı daha değişik olan bir madde üreteceklermiş. Balata üretimi için demir tozu, bir çeşit plastik ve asbest kullanılıyormuş. Asbest balatanın kayganlığını arttırıyor, frenlerden ses gelmesini engelliyormuş. Demir tozu içeren harman kalıplara koyuluyor, üzerine metal kapak kapatılıp 150 tonluk presle soğuk basınç uygulanarak balata haline getiriliyormuş.
Orijinal parçayla yan sanayi arasında fark olup olmadığını sordum, ikisini de aynı firma üretiyormuş, sadece orjinalleri İstanbuldan gelen kutulara koyuyorlarmış. Normalde iki çift
Doğan balatasının maliyeti 10 YTL imiş , ama orijinal kutuda diye daha pahalı satılıyormuş.Boğazında enfeksiyon bulgusu olmadığından Theraflu f tb. 3x1 yazdım ve bol narenciye tüketmesini önerdim.


Bugün yüzündeki sivilcelerden yakınan genç bir kız annesiyle beraber geldi.

Annesi laf arasında gururla kızının Anadolu lisesinde okuduğunu söyledi. Ben de Anadolu lisesinden mezun olduğumdan aynı okuldan olduğumuzu düşünüp hangi Anadolu lisesinde okuduğunu sordum, hiç bilmediğim bir isim söyledi. Benim bildiğim kadarıyla İzmir’de iki tane Anadolu lisesi vardı, şimdi kaç tane olduğunu sordum. Sayılamayacak kadar çok varmış.
Tercih yaparken İzmir’den 20 tanesini seçmiş. Lise 1. sınıfta haftada 10 saat İngilizce dersleri varmış (Eskiden hazırlıkta 35saatti). Matematik ve fen gibi dersler Türkçe işleniyormuş. Hazırlık sınıfı kaldırılmış, ancak lise dört yıla çıkmış. Mezun olduğu ilköğretim okulunda beşinci sınıftan itibaren haftada 4 saat İngilizce dersleri varmış, ama pek öğrenememiş. Lisede İngilizcesinin nasıl olduğunu sordum, şimdi de pek konuşamıyormuş. Seneye bir de Almanca öğreneceklermiş.
Akneleri çok şiddetli olmadığından, yağlı yiyeceklerden kaçınmasını, yüzünü sık sık yıkamasını ve sivilceleri ellememesini, zamanla kendiliğinden geçeceğini söyledim.

Çarşamba, Ocak 24, 2007


Bugün hiçbir mesleği kötülememek gerektiğini öğrendim: İştahsızlık yakınması ile iyi giyimli, temiz traşlı babası tarafından getirilen 9 yaşındaki oğlan çocuğuna beslenmenin önemini anlatırken, 18 yaşına kadar günde en az iki bardak süt içerse sınıfındaki arkadaşlarından uzun ve yapılı olacağını, kimsenin ona posta koyamayacağını, ayrıca iyi bir meslek sahibi olmak istiyorsa bol bol et, balık ve sebze yemesi gerektiğini, bunların zekasını arttırıp, bu sayede de okuyup iyi bir meslek, sıcak bir ev ve güzel bir eş sahibi olacağını, ancak bunlar yerine insanın aptallaştıran hazır çerezler, şekerler, kola gibi şeyleri tüketirse sınavlarında başarılı olamayacağını, olsa olsa ufak tefek bir pazarcı olabileceğini, kendisi gibi kısa boylu, çirkin ve çok konuşan bir karısı olacağını, hayatının cehenneme döneceğini, gelecekteki hayatının nasıl olacağını evet bugün, onsekiz yaşına kadar tükettiği besinlerin belirleyeceğini, kararı kendisinin vermesi gerektiğini, onsekiz yaşından sonraki pişmanlığın fayda etmeyeceğini anlattım.
Babası tiradımı dinledikten sonra oğluna dönüp
‘Evet demek ki baba mesleğini seçmeyeceksin’ dedi.
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü! Pazarcılığı kötülemek istemediğimi, ancak sabahları pazarın içinden geçerken özellikle soğuk havalarda erkenden tezgahlarını kuran pazarcılara üzüldüğüm için bu örneğin aklıma geldiğini ( ki gerçekten öyleydi ) anlattım, özür diledim , çocuğa da Zincover sirop1x1 yazdım, ve b
undan sonraki tiradlarımda meslek adı vermeden işsizlik temasını işlemeye karar verdim



Perşembe, Ocak 18, 2007

amatör küme


Bugün öksürük yakınması ile başvuran bir gence spor yapıp yapmadığını sordum. Mahallenin 3. Amatör kümedeki futbol takımında oynuyormuş, ama bırakmış. Neden bıraktığını sordum, ‘Hep yenilgi hep yenilgi ben de bıraktım’ dedi.

Kulüp malzemelerini veriyor ancak herhangi bir ücret ödemiyormuş. Eğer ilk üçe girip Play off’a kalırlarsa o zaman deplasmanlara gidiliyor, başarılı olan takım 2. amatör lige yükseliyormuş. Play off’a kalınca maç başına 25 lira veriyorlarmış. Haftada iki gün antreman varmış, antrenörleri de ücret almıyormuş, sanayide oto tamir atölyesi varmış.
Ancak son zamanlarda antrenörleri de antremana gelmez olmuş, sadece gelip maçı izliyormuş. Şimdi antrenörleri değişmiş, başka bir takımdan antrenör transfer etmişler, ama yeni gelen de ücret almıyormuş.
Ciğerlerinde sekresyonu ve ekspiryum uzaması olduğundan ne kadar zamandır sigara içtiğini sordum. Önce şaşırdı, sonra ara sıra 1-2 yıldır içtiğini söyledi.

Gelişme çağında içilen sigaranın vücutta yaratacağı hasarın ve kanser olma riskinin normal yaşa göre çok daha fazla olduğunu; örneğin ses kalınlaşırken o bölgedeki değişime uğrayan hücrelerin sigara dumanına maruz kalınca çok kolay kansere dönüşebildiklerini, ayrıca sigaranın çok pahalı olduğunu, günde 1 paket sigara içen bir asgari ücretlinin bir haftalık emeğini haraç verir gibi tütün şirketlerine verdiğini anlattım ve spora devam etmesini önerdim. Bricanyl expektoran sirop 3x1 yazdım.


Dün taze kişnişin aktarlarda satılan kişniş tohumundan yetiştirilebileceğini kendi kendime öğrendim.
Doğu Karadeniz gezimizde Macahel’de yediğimiz karalahana çorbasının unutulmaz tadını veren, Gürcistan’da ahusha ,New York'ta Coriander adıyla ızgara etlerin üzerine serpilen,
Ağrı’da aşotu adıyla yayla çorbasına konan taze kişniş hemen her ülkede bulunmasına karşın memleketmizde satılmıyor ve pek bilinmiyor. Kipa’da bulunca sevinmiştik, ancak maydonoza benzeyen bu bitkinin üç beş dalı 2 Liraya satılıyordu.
Sorduğum hiç kimse nasıl yetiştirileceği hakkında bir fikre sahip değildi.

Aktardan aldığım tohumları ıslak mendilin arasında çimlendirdim, tohumlar yemek için satıldığından ve tadının tazesiyle hiç ilgisi olmadığından umutsuzdum, ama dün çıkan yapraklar taze kişniş tadındaydı.

Salı, Ocak 16, 2007


Bugün bir haftadır süren sıkıntı yakınması ile gelen orta yaşlı bayan bir hasta aslında kendini sıkacak hiçbir sorunu olmadığını söyledikten sonra biraz sorgulayınca geçen hafta kapıdan su arıtma cihazı satmaya gelenlerin evinde yaptıkları tahlilden sonra yakınmalarının başladığını anımsadı.
Kapıdan mahallenizde su tahlili yapmaya geldik diyen iki kişi bir bardağa musluktan doldurdukları suyun içine biri sarı biri beyaz iki çıbıktan oluşan bir alet sokup fişe takmışlar. Su derhal bulanmış, adeta bulaşık suyu gibi olmuş. Değil içilecek kullanılacak hali bile yokmuş, döktükten sonra da bardağın etrafında yağı kalmış.
Satıcılar kendisine bu suyu nasıl içtiğini, hele evlatlarına nasıl içirdiğini, onların sağlığıyla oynadığını, büyük kötülük yaptığını, kendisinin de bu suyu içmesi halinde her türlü hastalığa yakalanacağını anlatmışlar.
Sattıkları su arıtma cihazını alamamış, çünkü fiyatı 1500 Liraymış.
‘24 yıldır aynı suyu içiyorum, bir rahatsızlığım yok ama bardaktaki tahlil sonucunu görünce çok tedirgin oldum, acaba suyumuzu nasıl tahlil ettirebiliriz?’ dedi.
Böyle bir tahlil yöntemi olmadığını, su arıtma cihazını satmak için kendisine kimyasal bir göz boyama yaptıklarını, musluk sularının bölgelerindeki sağlık ocağı tarafından düzenli olarak tahlile gönderildiğini, endişe edecek bir şey olmadığını, tanımadığı insanları da evine alırken dikkat etmesini anlattım, ve İnsomin drj. 2x1 yazdım; yakınmaları devam ederse tekrar gelmesini söyledim.

Pazartesi, Ocak 15, 2007



Haftasonu Aydın’ın Koçarlı ilçesinin dağlarında dolaşırken ormandaki ağaçların çok bakımlı olması dikkatimizi çekti. Ormanda dolaşan bir köylüye sorduk. Çamların hepsi fıstık çamıymış, içlerinde bir tane bile kızılçam yokmuş. Her köylünün belli sayıda ağacı varmış, tapulu değilmiş ama herkes arazisinin nereden nereye kadar olduğunu bilirmiş. Herkes kendi bölgesindeki çamlara bakım yapar, dibindeki çalıları temzileyip gübrelermiş. Ayrıca kozalakların içindeki fıstıkları tazeyken yiyen sineklere karşı da traktörle gelip ilaçlama yapıyorlarmış.

Kozalakları topladıktan sonra suyla kaynatıyorlar ,açılınca içinden çıkan kabuklu fıstıkları da köylerinde yeni kurulan son teknoloji tesiste kırdırıyorlarmış. Kozalakların içinden çıkan küynarları (çam fıstığı) tüccara kilosu 32-35 liradan satıyorlarmış.
100 kozalaktan 1 kilo küynar çıkarmış.
İyi bakımlı normal bir ağaç da 500 kozalak verirmiş.



Cuma, Ocak 12, 2007

Bugün bir gebeyi ultarasonla incelerken bulantılarının nasıl olduğunu sordum.
'Çok iyiyim, sürekli canım birşeyler çekiyor, eşim de hiç yüksünmüyor, buluyor getiriyor.' dedi.
Canının neleri çektiğini sordum. Yazın sıcak günlerinde çilek, geçenlerde de erik ve karpuz çekmiş. Çilekle eriği beş yıldızlı bir otelden bulmuşlar, ikisine de 3 YTL ödemişler. Karpuzu ise bir manavda bulmuşlar, 12 YTL ye almışlar ama içi boş çıkmış, kabuğunun kenarını kazıyıp yemiş. Sadece bildiği değil duyduğu şeyleri de canı çekiyormuş. Gazetede okuduğu kızılcık şerbetini o kadar aşermiş ki arayıp tarayıp bulamayınca yapmışlar, ama acı gelmiş, bir yudum içip bırakmış. 'Meğerse canım istemiyormuş' dedi.


Perşembe, Ocak 11, 2007


Bugün tansiyon ilaçlarını yazdırmaya gelen kapalı bir hanımın örtüsünü plastik bir şeyle tutturduğunu görüp ne olduğunu sordum. Plastik kapaklı bir çatal iğneymiş. Hacdan almış.
İlk kez hacca gitmiş, dün dönmüş. Hac bu sene çok kalabalıkmış.(Herkes öyle söylüyormuş) Eşiyle beraber 9000 Lira ödemiş, 1000 de orada yemişler. Hediyeliklerin bir kısmını oradan bir kısmını buradan almışlar. Burada fiyatlar iki kat daha pahalıymış.
Hacdaki sağlık hizmetlerini sordum:

Diyanetin açtığı sağlık ocağı 24 saat hizmet veriyor, her türlü ilacı ücretsiz olarak dağıtıyormuş. Kullandığı tansiyon ilaçları orada bulunmadığından ilaçlarını alamamış.
'Kalabalık mıydı sağlık ocağı?' diye sordum. Çok kalabalıkmış, sürekli sıra varmış. Hanımlara hanım, erkeklere erkek doktor bakıyormuş, sıraları, odaları da ayrıymış.

Salı, Ocak 09, 2007

Bugün kılkurdu yakınması ile gelen seyyar hurdacı bir hastama geçen hafta kaptırdığı motorlu hurda arabasını kurtarıp kurtaramadığını sordum.

Hasta trafikte giderken arkadan gelen bir polis arabası kenara çektirip ehliyetsiz kullandığı, kendi yaptırdığı motorlu aracına el koymuş. Önce tutanak tutmuşlar, sonra karakolda bize 100 liralık yemek al salalım demişler.
Zaten araç 250 lira ancak eder 50 lira vereyim demiş, kabul etmemişler. Geçen hafta görüştüğümüzde ehliyet almaya niyetliydi, ‘Sağlığı verdim de trafiği beceremiyorum’ diyordu.
Dün kahvede otururken polisin el koyduğu arabasıyla limon satan birini görmüş. ‘Güzel Allahım yine mi ofsayta düştük!’ demiş. Yeni sahibi arabayı boyamış, ama kendi yaptığı tadilatlardan arabasını tanımış. Satıcıyla konuştuğunda karakoldan para verip aldığını söylemiş.

‘E madem salacaktınız niye benim arabamı aldınız’ diye dert yandı.
‘Ne yapacaksın?’ diye sordum.
‘Ne yapacağım, hiç!’ dedi,
‘bunlarla uğraşılmaz, kime şikayet edeceğim polisi karakolu…’
Paraziti için Kontil tablet 1x3 yazdım ve ailede aynı tencereden yiyen herkesin ilaç içmesi gerektiğini, aynı dozun bir hafta sonra yumurtadan çıkan parazitler için tekrar edilmesini, tuvaletten sonra ellerin mutlaka yıkanması ve tırnakların kısa kesilmesi gerektiğini anlattım.

Pazartesi, Ocak 08, 2007


Bugün midede yanma ve şişkinlik yakınması ile başvuran bir aşçıya hep merak ettiğim büyük kazanda pilav yapımını sordum. Çalıştığı mutfakta hergün 3500 kişilik yemek çıkartıyorlarmış. Binlik kazan denen en büyük kazana 4 kilo margarin , 30 kilo pirinç, dört avuç(iki eli birleştirerek) tuz atılıyor, suyu da göz kararı koyuluyormuş. 3500 kişiye 150-160 kilo pirinç yetiyormuş.

Muayenesinde ağzında dişlerinin eksik olduğunu gördüğüm için, yemeği tam çiğneyemediği zaman ağzının yapacağı işi midesine yaptırdığını, midenin de iyi çiğnenip ağızdaki enzimlerle parçalanmamış gıdaları sindirmekte zorlandığını, bunun da yakınmalarının sebebi olabileceğini anlattım.

Rennie susp 4x1 tok yazdım ve diş doktoruna sevk ettim.

Resimdeki alet pilav pişirme makinasıymış. Buradan öğrendim.

Cumartesi, Ocak 06, 2007


Bugün emekli bir hem Esnaf Odası, hem de Kredi ve Kefalet Kooperatifi başkanı nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Hep adını duyduğum bu kuruluşların ne menem birşey olduğunu sordum.
Esnaf odaları her mahallede bulunan esnafın örgütlendiği sivil toplum kuruluşlarıymış. Her esnaf, buzdolabı tamircisinden berbere, bakkaldan şöföre, mahallede kendi odasına kaydolur, odaların başkanları karma esnaf odası başkanını seçermiş. Bu şekilde silsile şeklinde giden yapılanmanın başında (
TESK )Derviş Günday varmış. Uzun yıllardır yerinden edilememesinin sebebi esnaf tarafından tutulması imiş. Esnaf her yıl 55 ile 110 YTL arası aidat ödermiş. Bu paralarla derneğin masrafları karşılanırmış. Amcanın zamanında ödemeyene bir yaptırım yokmuş ama şimdiki başkan icra gönderiyormuş. Esnaf ve Sanatkârları Kredi ve Kefalet Kooperatifi ise ihtiyacı olan esnafa ucuz ve kolay kredi temin etmek için kurulmuş. Her isteyene, kooperatifin onayı olduktan sonra Halk Bankası'ndan 15 000 YTL ye kadar %15 faizli kredi veriliyormuş.

Fotograf Mudanya Esnaf Kefalet Kooperatifi seçiminden.

Perşembe, Ocak 04, 2007


Bugün gelinini öksürük yakınması ile getiren ortayaşlı bir hanımın ellerinde kına görünce düğüne mi gittiğini sordum. Gençkızlığından beri aralıksız kına yakarmış. sadece bir kez nişanlıyken oje sürmüş. Kınayı çarşıdan alıyor,suyla karıp avcunun içine ve parmak uçlarının dış yüzüne koyup bağlıyor, üç dört saat sonra açıyormuş. Daha fazla bırakılırsa deriyi tahriş edermiş. Bu şekilde yaktığı kına 2 ay kadar gidiyor, tırnaklarının rengi açılınca tekrar yakıyormuş. Kınalı kılınan namazın sevabı daha çokmuş.
Kınanın kilosu 6 YTL imiş, 1 YTL lik aldığı zaman 4 kez yetiyormuş. Desenli kına yakıp yakmadığını sordum, 'Bilmiyoruz biz öyle şey' dedi.



Gelinini kınasız görünce sordum: O sevmiyor, yakmıyormuş. Düğünde bile avcuna altın para konana kadar kınayı avcunda tutmuş, sonra yıkamış.

İkinci fotoğrafın bulunduğu siteye kına resmi ararken rastladım. Ölüm orucu tutanlara da kına yakıldığını bilmiyordum.
Eline kına yakılan Fatma Koyupınar fotograf çekildikten bir ay sonra ölüm orucunda hayatını kaybetmiş.