Perşembe, Eylül 28, 2006

Dün bir matbaacı tansiyon ilaçlarını yazdırmaya geldi.
Bana verdiği kartının üzerinde maliyeyle anlaşmalı ibaresini görünce bu anlaşmanın ne menem bir şey olduğunu sordum.
Vergi borcu ve sabıkası olmayan matbaa sahipleri belirli bir teminat yatırarak maliye bakanlığı ile anlaşma yapıyor ve bu anlaşma ile bir yıl boyunca fatura gibi mali evrakı basabiliyormuş. Yatırılan teminat bu yıl 5500 YTL imiş. Eğer basılan evrakta vergi numarası gibi konularda hata olursa önce uyarı cezası veriliyor, üç kere hata yapılırsa teminat yakıldığı gibi yeniden aynı soyadındaki kişilerle anlaşma da yapılmıyormuş. Yıl sonunda teminat iade edilip, yeni belirlenen tutardan tekrar anlaşma yapılıyormuş.
Ofset mi tipo mu kullandığını sordum. Artık tipo hemen hemen hiç kullanılmaz olmuş. Maliyeti, klişeler ve baskı ebadının küçüklüğü yüzünden çok pahalıya geliyormuş, artık her baskıda da en az bir logo oluyormuş.
Hangi makinanın sesini daha çok sevdiğini sordum. İkisini de seviyormuş, ama sessizliğe katlanamıyormuş. Uyurken az da olsa bir gürültü istiyormuş.

Çarşamba, Eylül 27, 2006

Bugün bir doğalgaz tesisat işçisi sağlık raporu almak için başvurdu.
Bugünlerde mahallemize doğalgaz geldiğinden, ne yapmamız gerektiğini sordum. Tesisatı yetkili firmalar dışında kimseye yaptıramazmışız. Şu anda da yetkili bir iki firma varmış, bu nedenle fiyatlar çok yüksekmiş. 140 metrekarelik bir daireye tesisat döşetmek 2500-3000 YTL tutarmış. Bunun maliyeti 800 YTL , kalanı işçilikmiş. ‘Kaç gün sürer bir eve tesisat döşenmesi?’ dedim. Bir günde döşeniyormuş. Kombileri apartman olarak müşterek taktırmak da mümkünmüş, ama mutlaka sorun çıkarırmış. En iyisi tek tek her daireye takılması imiş. En iyi marka Alarkoymuş, ama çalıştığı firmanın kullandığı Termodinamik de iyiymiş.Evine taktıracak olsa Termodinamik taktırırmış.’Peki napalım, fiyatlar düşer mi sence?’ diye sordum. ‘1-2 sene içinde başka firmalar da çıkınca rekabet olur düşer’ dedi.

Salı, Eylül 26, 2006

Bu hafta insanın sağ başparmağını ne kadar çok gereksinim duyduğunu hastalar sayesinde öğrendim.


Geçen Çarşamba bir günde 160 hasta bakınca reçete yazmaktan sağ başparmağımın distal eklemi ağrımaya başladı. Perşembe ve Cuma hasta sayısı azalmasına karşın minör travma devam etti. Haftasonu pek zorlamamaya çalıştım, geçtiğini umuyordum ama bugün hemşirelerimiz harıl harıl ETF (ev tespit fişleri) leri bilgisayara girdiklerinden 145 hastayı hem kaydedip hem bakınca parmağım yine şişti ve çok ağrımaya başladı. Onu havada tutarak ne giyinmek mümkün, ne yemek yapmak, ne kürdan kullanmak, ne de TV nin sesini açmak. Zeloksim f tb1x1 içtim ve Doline gel sürdüm. Yarın yine reçete yazmam gerektiğinden atele almadım.
Fotoğraf: Şişen sağ başparmağım (Bu vesileyle ben de el/ayak fotoğraflı bloglar safına katılmış oldum)

Çarşamba, Eylül 20, 2006


Bugün kilo alamama ve halsizlik yakınması ile 34 yaşında bir tekstil işçisi hanım başvurdu. Tahlilleri normal olduğundan ve daha önce başvuran hastalardan, işçilerin Emile Zola’nın Germinal romanına rahmet okutacak kadar ağır çalıştırıldıklarını bildiğimden çalışma şartlarını sordum.

Normalde haftada 6 gün sabah 8 akşam 18 30 olan çalışma saatleri iş yoğunluğu nedeniyle hep sarkıyor, fazla mesaiye kalması gerekiyormuş. Fazla mesaiden en erken 20 30 da bazen gece yarısı çıkıyormuş. Dün gece 22 30 da çıkıp eve gelip yemek yapmış, iki de çocuğu varmış. Bazen Pazar günleri de mesai oluyormuş. Pazar günlerini boş olursa nasıl geçirdiğini sordum, ’İş yapıyorum, evi temizliyorum, yemek yapıyorum, çocuklarla ilgileniyorum’ dedi. Geçenlerde boş bir Pazar Fuar’a gitmişler, Konak’ta deniz kıyısında dolaşmışlar; çok iyi gelmiş.
Eşi de tekstilde çalışıyormuş, ancak o dış ülkelere sipariş yapan bir firmada olduğundan işi sürekli değilmiş, iş geldikçe çalışıyorlarmış. İkisi de çalışabilirlerse 440'ar YTL aylık alıyorlarmış. Fazla mesailer için de şimdiye kadar en fazla 100 YTL almış . 250 YTL ev kirası veriyorlar, hiç para arttıramıyorlarmış. Bazen fazla mesai parasını sıkışık günler için ayırıyor, ama o da hemen harcanıyormuş. Doğudaki köylerinden çocukları serseri olmasın, okusun diye altı yıl önce göçmüşler. Yakınmaları sadece yorgunluğa, fakirliğe ('Sütü benim de içmem lazım ama sadece çocuklarıma alabiliyorum' dedi) ve tükenmeye bağlı olduğundan, işini bırakmasını ya da daha az çalışmasını da öneremeyeceğimden moralini bozmamasını, en azından eşinin içmediğini, kendisine iyi davrandığını, sağlıklarının yerinde olduğunu, olumlu şeyler düşünmenin kendisini daha iyi hissettireceğini, gelecek günlerin daha güzel olacağını (kendim de pek inanamasam da) söyledim.


Maliye Bakanlığı vitaminlerin ödenmesini durdurduğundan reçete etmeyip, eşantiyonlardan bir kutu vitamin ve bir gün istirahat verdim.


EK: Arman Kırım'ın bu haftaki yazısı.(Hürriyet)

Pazartesi, Eylül 18, 2006






Haftasonu ortaokul çağlarında marangoz atölyesinde çıraklık ettiğim Turan Amcayı ziyaret ettik. Kendisi (92 yaşında) artık eskisi kadar düzenli çalışmasa da hala aktif; atölyesinde baston yapıyor, bahçeyle uğraşıyor. Bana İzmir’in işgalini ve kurtuluşunu anlattı:
İzmir yunanlılar tarafından işgal edildiğinde 5 yaşında, Güzelyalı’daki evlerindeymiş. O zamanlar Alsancak’ta
rumlar , Basmane-İkiçeşmelik hattından Güzelyalı’ya kadar olan bölgede genelde türkler, Güzelyalı 55. sokaktan, camiden itibaren yine rumlar otururmuş.
İşgali haber alan türkler evlerine kapanmışlar, panjurların aralıklarından sokağı izliyorlarmış. Turan Amca da sokaklarına beş efzon erinin girdiğini görmüş. Üzerlerinde cepken, kısa etek, ayaklarında topuğunda ve burnunda ponpon olan ayakkabılar, ellerinde süngülü tüfekler varmış. Kapıları çalarak evlerde arama yapmışlar. Sıra evlerine geldiğinde dedesi Girit göçmeni olduğundan Rumca konuşarak askerleri evde silah olmadığına ikna etmiş, yine de babasını alıp götürmüşler, üç gün sonra serbest bırakmışlar.
Askerler türklere aşağı sınıf gibi davranırlar, az bildikleri Türkçe ile küfrederlermiş. Turan Amca askerlerden o yaşında bile çok nefret edermiş. Bunda, koşmaca oynarken etrafında döndükleri bir yunan askerinin onu yakalayıp dövmesi de etkili olmuş. Yunan askerleri bütün şehre yayılmışlar, Faikbey’de ve Balçova girişinde (kahvelerin olduğu yerde; o zamanlar bağlık bahçelik bir köymüş Balçova) karargahları varmış. İlk günden sonra, eteği çıkartıp normal asker kıyafeti ile dolaşmışlar.



Ordunun İzmir’e girişini görüp görmediğini sordum. Ordu Güzelyalı’ya girmemiş, ama daha sonra evlerinin yakınında temsili İzmir’in kurtuluşu, yandan çevrilen kollu makine ile filme çekilmiş. Esirler süvarilerimizin önünden kaçıyormuş gibi yapmışlar, sonradan bu filmi hiç görememiş. Atatürk de kurtuluştan sonra Güzelyalı’ya gelmiş. Eşiyle birlikte halkın arasından yürüyerek geçmiş, sürekli el sallıyormuş.
Rumlar Türk Ordusu’nun geldiğini haber alınca iki üç gün önce evlerini kapıları açık terk edip kaçmışlar. Turan Amcalar gavurlar bunları yiyor diye kızdıklarından bir sopanın ucuna bağladıkları çakıyla rumların besili domuzlarını dürter zıplatırlarmış. Daha önceden de mahallede türklerle rumlar arasında taş savaşları olur, Turan Amca gibi ufaklar taş taşırmış. Ermeni bir komşuları varmış, rumlar geldiğinde hiç sevinmemiş, bizim ordu gelince de kaçmamış.


Binlerce yunan askeri esir alınmış. Her duvar dibinde perişan askerler varmış. Askerlere karavana verilir, boş boş yatmalarına izin verilmez, işçilik yaptırılırmış. Şimdi Poligon’dan denize inen yarmayı yunan askerlerine açtırmışlar. Tepeyi kazan askerleri Turan Amcalar hep seyretmişler. Yarma da o zamandan beri hiç değişmemiş, azcık genişletilmiş.
(Fotoğraflar bu yılki 9 Eylül İzmir'in kurtuluşu kutlamalarından: İzmir Körfezi üzerinde Türk yıldızları, geçit töreni ve törenin başlamasını Kordon'daki La Sera'da bekleyen temsili kuvvayı milliye askerleri)

Cuma, Eylül 15, 2006


Bugün bu hafta okula başlayan ilkokul 1. sınıf öğrencisi bir küçük hanım halsizlik, karın ağrısı, ve bulantı yakınması ile geldi.
Okulu çok sevmiş, zaten henüz hiç ders işlenmiyormuş, hep oyun oynuyorlarmış. Öğretmenleri 'kız'mış. İlk derste kendini anlatmış, onun da çocuğu varmış. Öğretmenin kız ya da erkek olması fark etmezmiş, ama öğretmenini çok sevmiş.
'Teneffüslerde ne gibi oyunlar oynuyorsunuz?' diye sordum. ‘Polisçilik, kapkaççılık oynuyoruz’ dedi.
Nasıl oynanıyormuş pek merak ettim.
Kaldırıma altın ve gümüşleri temsilen çakıl taşları diziliyor, kapkaççı olan onları bir poşete doldurup kaçarken polis rolündekiler tarafından yakalanıp, demir parmaklıklı kapısı olan bahçenin bir köşesine kapatılıyormuş.
Sonra derse girerken çıkıyormuş tabii.
İdrar tahilinde enfeksiyon çıktığından Bactirim susp. 2 x 1 verdim ve tuvaletten sonra taharetlenirken poposunu önden arkaya doğru bir seferde silmesi gerektiğini, ileri geri yaparak kakasını ön tarafına bulaştırmamaya dikkat etmesi gerektiğini anlattım, bir de bloknot hediye ettim.

Çarşamba, Eylül 13, 2006


Dün uykusuzluk yakınması ile orta yaşlı bir hanım başvurdu. Ellerinde egzemayı görünce temizilikle arasının nasıl olduğunu sordum. ‘Aa, çok severiz temizliği, klorağı’ dedi. Beş kız kardeşlermiş. Hepsi de çok titizmiş. Esas anneleri titizmiş, ama onun temizlik yapacak hali kalmamış. Haftada iki kez camları silerlermiş. Dışardan gelince giysiler eve girmeden kapıda çıkarılır, doğru duşa girilirmiş. Bu adet büyük ablalarının bir gün eve geldiğinde ‘Aman otobüs çok pisti, koltuklara oturmayayım da bir duş alayım ‘ demesiyle başlamış ve yıllardır sürüyormuş. Eşleri de aynı şekilde davranıyormuş.
Misafiri çok severlermiş, ama gittikten sonra duvarlar dahil bütün evi silerlermiş.
Eşinin bu durum karşısında ne dediğini sordum; bütün kardeşlerin kocaları çok uysalmış, genelde itiraz etmiyorlar ama arada sırada çileden çıkıp bağırıyorlarmış. Kız kardeşler de o zaman hiç seslerini çıkarmıyormuş, 'Ne de olsa erkek arada bağıracak tabi’ dedi.
Depresif bulguları da olduğundan Faverin 50mg 1x1 ve anksiyetesi ve uykusuzluğu için de Xanax 0.5 mg 2x1/2 yazdım.
Ek: Hastanın annesi bir süre sonra muayeneye geldiğinde, kızının ilaçları kullanıp kullanmadığını sordum. Bir süre kullandıktan sonra 'temizlik hevesimi azaltıyor' diye bırakmış.

Salı, Eylül 12, 2006

Bugün göğsünde ağrı yakınması ile başvuran eski bir sendikacıyı muayene ettim:
Bir dönem Tarım iş sendikasında şube yönetim kurulunda çalışmış. Her işçi sendikaya ayda 40 YTL ödüyormuş. Sendikanın kazanımlarından faydalanabilmek için üye olmak şartmış, bu yüzden devlette çalışan hemen tüm işçiler sendikalıymış.

tarım işkolunda da tek sendika varmış.
Sendikacılar yönetim kuruluna katılım ücreti altında 300 ytl para alırlarmış. Şube başkanları asli işlerinden ücretsiz izinli sayılır, tüm özlük haklarını sendikadan karşılar ve 2000 YTL civarında maaş alırlarmış. Toplantıları çeşitli şehirlerde yaparlar bu sayede hem gezerler hem de günlük 140YTL harcırah alırlarmış. Sözleşme döneminde anlaşmazlık halinde işçiler arasında oylama yapılır, grev kararı çıkarsa greve gidilirmiş.Greve giderken işçilerin %10luk bir bölümünün çalışması gerekirmiş. Hatta daha toplu sözleşmeye otururken greve gidildiği taktirde çalışacak işçilerin isimleri bildirilirmiş. Greve gidildiği andan itibaren işçilerin bütün hakları donarmış,ücret alamazlarmış. Grev uzun sürerse işçiler çok parasız kalır, birikimi olmayanlar sendikaya anlaşın diye baskı yaparlarmış. Sendika bir kez kişi başı 200- 300 YTL dağıtırmış. Geçmişte devlet %20 zam önermiş, sendika % 30 istemiş, 72 günlük grev sonucu %18 e anlaşmışlar. ‘Peki o zaman işçiler sendikaya takaza etmiyorlar mı?’ diye sordum. İşçiler o kadar perişan oluyorlarmış ki herkes bir an önce çalışıp borçlarını ödemeye baktığından kimse sendikaya hesap sormuyormuş. Zaten artık herkes işi öğrenmiş, kimse grev istemiyormuş.
Özel sektörde ise kimse sendikalı işçi çalıştırmıyormuş. Tekstil sektöründe geçmiş yılarda tek bir işletmede sendikalı işçi varmış, patron onları işten çıkarmış, tazminatlarını ödememiş, ve adlarını diğer firmalara bildirerek yıllarca iş bulmalarını engellemiş. Tazminatlarının da yarısını yıllar sonra taksitle ödemiş. ‘Bu iş nasıl düzelir?’ dedim.
‘Bu iş düzelmez!’ dedi.
EKG si normal olduğu halde yakınmaları angina pektorise uyduğu için eforlu EKG çektirmesi için hastaneye sevk ettim.

(İkinci fotoğraf İrlanda'da grev yapan türk inşaat işçileri.
haber için )

Cuma, Eylül 08, 2006


Bugün şişmanlık yakınmasıyla gelen bir hastanın karnesinde uzun süredir yazdırmadığı kalp ilaçlarını görünce kalp grafisini çektirdim. Kalp hastalığı oğulları askerdeyken üzüntüden başlamış. Büyük oğlu Somali’de bir sene görev yapmış. Saat farkı nedeniyle hep gece saat 1:05 te ararmış, o aradıktan sonra ya da televizyonda asker programlarında oğlunu gördükçe uykuları kaçar ne yapacağını bilemezmiş. Somali'deki birlikten sadece bir er, arkadaşının yerine mıntıka temizliği yaparken elektrik çarpması sonucu şehit olmuş.
Oğlu verilen maaşları eve gönderirmiş. Gelirken oradan parmak arası terlik ve şapka getirmiş ,ama getirdikleri çok çürük çıkmış hemen parçalanmış. Terliğin de altı zaten kayıyormuş.
Küçük oğlu da Diyarbakır’da askerlik yaparken 36 şehit verilen olay olmuş. Teyze bunu duyunca,
oğluna bir şey olduğunu duyup da bayılırsa kurtarsınlar diye televizyonun başından kalkıp kapıyı açmış . İlk sırada oğlunun ismini söylemişler, ama arkadan soyadı farklı gelmiş. İsmi geçen şehit de tesadüf, aynı mahalledenmiş. İki oğlu da askerliklerini kazasız belasız tamamlayıp dönmüşler.

Lübnan’a asker gönderilmesi hakkında ne düşündüğünü sordum. ‘Sağ salim gidip geleceklerse gitsinler’ dedi.
Kalp damarlarında daralma olduğu için Danitrin f tb3x1, Asinpirine 300 tb 1x1 yazdım ve 1200 kcal’lik diyet verdim. Tuz yememesi gerektiğini , ilaçlarını da ömür boyu kullanması gerektiğini anlattım.
Fotograf geçen hafta şehit olan Piyade Asteğmen Furkan Işık'ın askere giderken yaptığı sayfasından)
http://www.furkan.net/

Ek: Öğleden sonra bir haftadır uykusuzluk ve saç dökülmesi yakınması ile genç bir hanım başvurdu. Son günlerde canını sıkan bir şey olup olmadığını sordum. Şehitlere üzüldüğünü söyledi. ‘ Eşin askerliğini yapmadı mı?’ diye sordum. Yapmış. 'İki yaşında bir oğlum var, O’nun için endişeleniyorum. Acaba askere gidene kadar bu işler düzelir mi diye düşünüyorum, ama düzelmezmiş gibi geliyor, çünkü ben çocukken de bu terör vardı , anne oldum yine var’ dedi.

Perşembe, Eylül 07, 2006


Bugün tansiyon ilaçlarını yazdırmaya gelen Manisalı bir üzüm üreticisi ile konuştuk:
Çekirdeksiz kuru üzüm bu sene 120-130 kuruştan satılmış. 4 kilo yaş üzümden 1 kilo kuru çıkarmış. Eğer bağ sulanmışsa,ya da hormon kullanılmışsa 5 kilodan 1 kilo da olabilirmiş. Üzümü önce potaslı suya batırır ondan sonra kuruturlarmış. 200 litre potaslı suya bir fincan da zeytinyağı koyulurmuş ki üzümün yumuşak güzel kurumasını sağlasın. Bu sene havalar sıcak olduğundan 6 günde kurumuş. Kuruduktan sonra ilacını yıkayıp bir kez daha seriyorlarmış. Üç gün daha bekleyince işlem tamamlanıyormuş. En güzel salkımlardan kendilerine 30-40 kilo ayırıp gerisini satıyorlarmış. Çöpünü nasıl ayırdıklarını sordum. Üzüm kuruyunca kendisi hemen ayrılırmış.

Salı, Eylül 05, 2006


Bugün bana şipit ekmeği getiren ve huzursuzluk, uykusuzluk yakınması olan Denizli'li bir hastamla konuşurken uykusuzluğu için geçmişte afyon sakızı yuttuğunu ama yine de uyuyamadığını söyledi. 'Eskiden afyon sakızı serbest mi satılıyordu?' diye sordum. Haşhaş ekimi yasaklanmadan önce bulunurmuş. Denizli'nin Süller kasabasından getirtmişler.
Haşhaşların başları daha tazeyken çizilir akan sütü üzerinde donarmış. Ertesi günü donmuş sütü bıçakla kazıyıp alırlarmış. Genelde uykusuzluk için kullanılırmış.

Teyze limon büyüklüğünde bir parça getirtmiş, kırık leblebi kadar yutmuş, ancak yine de uyuyamamış. Depresif bulguları da mevcut olduğundan Mirtaron 30 mg tb. 1 x 1/2 gece ve anksiyetesi için Xanax 0.5 mg tb 2 x 1/2 yazdım.
Bir dahaki sefere katmer getireceğini söyleyerek gitti.

Pazartesi, Eylül 04, 2006


Geçen gün tansiyon ilaçlarını yazdırmaya gelen bir polis maçta görevli olduğunu ve gitmesi gerektiğini söyleyerek sırada öncelik rica etti.
İzmir’deki maçlarda maçına göre 500 ile 2600 arası polis görevlendiriliyormuş. En fazla taşkınlık Karşıyaka’nın , özellikle Altay’la olan maçlarında olduğundan bu maçlara Fenerbahçe’nin maçlarından bile fazla; tam 2600 polis görevlendiriliyormuş. Çalışma şartları çok ağırmış, maç bitince istirahat yokmuş, aslen görevli olduğu karakolda vazifesine devam ediyormuş.
Maçları görevleri nedeniyle pek izleyemiyorlarmış. Özellikle gol olduğu zaman seyirciler büyük taşkınlık yapıyor, koltukları kırıp sahaya atıyorlarmış.
Taşkınlık yapanlara ne ceza verildiğini sordum. Fotoğrafları çekilip taşkınlığın cinsine göre 2-3 maçtan süresize dek maçlara girmekten men ediliyorlarmış. Bunun nasıl uygulanabildiğini sordum. Maça girişte kapıda duran polisler resimleri inceleyip bütün cezalıları akıllarında tutuyorlarmış, ayrıca hepsinin fotoğrafı basılı olarak kapıda mevcut oluyormuş.
‘Peki kılık değiştirse, saçını kazıtsa, ya da peruk taksa veya bıyığını kesse n’oolur?’ diye sordum. ‘O zaman girebilirler’ dedi.

Cuma, Eylül 01, 2006



Geçen hafta idrar yaparken yanma yakınması ile başvuran bir gebeye denizden sonra ıslak mayo ile oturup oturmadığını sordum. Haşema tipi mayoyla oturduğunu söyledi. Bu sene İzmir sahillerinde bu tip deniz giysisini çok gördüğümden merak edip rahat olup olmadığını sordum.
Kendisi eskiden elbise ile girermiş, bu kez bir akrabasının haşemasını kullanmış.Kollarından biraz su alıyormuş, onun dışında iyiymiş.
Fiyatlarını sordum, 40-50 YTL den başlayıp 100 YTL ye kadar gidiyormuş.
İdrar yolu enfeksiyonu için Alfasilin 1 gr tb 3x1 yazdım . Deniz temiz yerlerde girmesini ve ıslak mayo ile kalmamasını önerdim.