Perşembe, Haziran 26, 2008

ayaküstü hikayeler


Bazen alnımda “Bana hikayeni anlatabilirsin” diye mi yazıyor acaba diye düşünüyorum; belki mesleki deformasyondan, insanlar sık sık, sormadan hikayelerini anlatıyorlar

Bu sabah işe gelirken fotokopi çektirmek için uğradığım kırtasiyeci, içeriye girdiğimde elinde çektirdiği fotokopileri tutan esmer bir gençle sohbet ediyordu. Genç vedalaşıp ayrılınca ben de elimdeki ruhsatı verip fotokopisini istedim.
Kırtasiyeci, "Bir tane mi?" dedikten sonra "Bu gencin memleketinde beni soydular, taa 1974’te, Batman Kozluk’da” dedi
“Ne yapıyordunuz orda?” dedim
“Kamyonumuz vardı, amcamla yük taşıyorduk” dedi
Eşikiyalar asker kıyafetleriyle yolu kesmişler, bunlar da kaza var sanıp inince paralarını ve arabanın teybini istemişler.
“O zaman araba teybi çok kıymetliydi” dedi
“Verdiniz mi peki?” dedim
“Ben o zaman çok gençtim, hem de sosyalisttim. Bunlara yaklaştım damardan girdim, ‘Tabi bu dağ başında soygun yapmayacaksınız da ne yapacaksınız, helal olsun!’ dedim.Beni bıraktılar, paramı almadılar.Amcamı gösterip 'Bunda para var mı?' diye sordular. Ben de (fısıldayarak) 'Evet var, o gavatın parasını alın' dedim.
Teybe gelince, 'Almayın daha çok yolumuz var, sıkılırım' dedim, onu da almadılar” dedi“Amcanızı soydurttunuz yani” dedim
“Amcamda da para vardı, ama esas para bendeydi, kamyon bizimdi” dedi.
Fotokopiyi aldım, cebimden 10 kuruş çıktı,
"Yeter mi?” dedim

“Yeter” dedi.

Eski kaset resimleri bu siteden

Çarşamba, Haziran 25, 2008

kütüphanecilik



Bugün babasına ilaç yazdırmaya gelen bir kütüphaneciyle sohbet ettik.
Şu anda işsiz olduğunu söyleyince,
"Kendi kütüphanenizde çalışıyorsunuz yani” dedim
“Evet bir bakıma doğru, zaten bu işi öğrenince ilk önce kendi kütüphanemi düzenledim” dedi“Hangi sisteme göre düzenlediniz?” diye sordum
Dewey sitemine göre düzenlemiş.
Bu kitapları konularına göre düzenleyen bir sistemmiş. Öreneğin Tıp 20, Dahiliye 20.1, Dahiliye alt dalları 20.1.1 diye gidiyormuş.
"Kartoteks de yaptınız mı?” diye sordum
“Yok o zaman Siirt Jetpa Spora mentör psikolog tutmak gibi olur, bir antrenör yeter. Kartoteks çok büyük kütüphaneler için” dedi
“Benim,
hep güzel şeylerin içinde çalışılması açısından, çiçekçilikle birlikte en beğendiğim mesleklerden biridir kütüphanecilik” dedim“Evet, benim de trilyonlarım olsa yine de kütüphanede çalışmak isterim. Çok zevk alıyorum” dedi
“Çalışırken kitap okuyabiliyor musunuz peki?” dedim
“Pek fırsat olmuyor, herkes 'Oo kütüphanede sabahtan akşama okursun' diyor, ama terzi söküğünü dikemez derler ya, işte öyle” dedi
Bibliyomanlığınız var mı peki?” dedim
“Yok o derecede değil, ama yeni kitap almayı, aldığım kitabı koklamayı çok severim” dedi.

Kütüphane resimleri bu siteden

Pazartesi, Haziran 23, 2008

köy dedikodusu



Bugün Kütahya’nın bir köyünden misafir gelmiş, 70 yaşlarında bir hasta sinirlilik yakınması ile başvurdu.
Ne iş yaptığını sordum
"Reçberlik yapardım, artık oğlum yapıyor, ben işlerin başında duruyorum. Buğdey, arpa ekiyoruz” dedi
“Arpayı ne yapıyorsunuz, yiyor musunuz? Arpayla buğdayın fiyatları nasıl?” dedim
“Yemiyoruz, bira fabrikalarına satanlar oluyor ama bizimki kendimize yetecek kadar ; kırdırıp hayvanların yemine katıyoruz.
Bizim ayar dediğimiz bir ölçü var, başka yerlerde kile de derler: iki peynir tenekesi dolusuna denk gelir.
Buğdeyin ayarı 18, arpanınki 16 lira dedi” dedi“Nasıl bu sene ürün?” diye sordum.
“Geçen seneye göre daha iyi. Geçen sene kuraklık vardı 60 dönümden 40 ayar aldıydık, bu sene son yağmurlar sayesinde 100-120 ayar alırız gibi” dedi.
Vaktini nasıl geçirdiğini, köyde arkadaşları olup olmadığını sordum.
“Var akranlarım, köylük yerde vakit nasıl geçer; namaza gidiyoruz, camiye gidiyoruz” dedi
“Kahveye gitmez misiniz, oyun oynamaz mısınız?” dedim
“Kahveye gidiyom, ama oyunu bıraktım, bol bol dedikodu idiyoz” dedi
“Ne dedikodusu ediyorsunuz?” diye sordum.
“Senin arpa kaç ayar oldu, buğdey dönümden ne kadar aldın, hayvanlar ne kadar arpa yedi, keçi ne kadar süt verdi, inek ne kadar süt verdi, onları konuşuyoz” dedi.

Kendisine distimi tanısı koydum ve Essitalopram 10 mg tb 1x1 yazdım.

İlk fotoğraf Karadeniz, ikinci fotoğraf bu siteden

Cuma, Haziran 20, 2008

rektörlük


Bugün ayağını burkan bir edebiyat profesörü muayeneye geldi. Ayağını rektör seçimleri sırasında burktuğunu söyleyince kimin kazandığını sordum.
En fazla oyu alan 3 kişi Tıp Fakültesindenmiş.

"Ben de adaylığımı koyacaktım, kazanırdım da"
dedi.
“Tıp dışı bir adayın kazanma şansı olur muydu sizce?” dedim
“Bu sene tıptan 4 aday çıktı, oyları böldüler, kazanma şansı vardı. 1500 oyun 500ü Tıp Fakültesinden, buna karşın Ege'den başka kaynaklarını bu kadar dengesiz, sadece Tıp Fakültesi için harcayan başka bir üniversite de yok” dedi.
“İstanbul Üniversitesi rektörü de hep tıptan oluyor” dedim
“Onun rektörü de Tıp'tan ama parayı daha dengeli dağıtıyor. Tıp Fakültesinin geliri çok ama mesela Fen Fakültesinin hiç kaynağı yok ki” dedi.“Neden rektör olmak istiyor insanlar?” dedim
"Rektörlerin elinde büyük yetkiler var. Ege Üniveristesinin bütçesi 500 milyon dolara yakın. İstediği gibi harcıyor.
Kampusün bir master planı yoktur, rektör istediği yere istediği binayı yapabilir, ayrıca hepsi ruhsatsızdır.
Mesela Tıp Fakültesi'nin Çocuk Hastanesini Refet Bey itirazlara karşın yüksek gerilim hattının altına yaptı, sonra hattı oradan kaldırmak için
üniversite tarafından korkunç paralar ödendi. " dedi ve ekledi
“Aslında biz kampus için başlangıçta ilk kurulurken Atatürk Mahallesini önermiştik, kabul edilseydi burası da bir ODTÜ olurdu vallahi”
“Atatürk Mahallesinde yerleşim yok muydu o zaman?” dedim
“Yoktu, belediye sonra orayı parselledi sattı, bu da Türkiye’de bir ilkti o zaman” dedi.

Ayağındaki şişlik için Lasonil gel. use ext yazdım, ve üzerine fazla basmamasını önerdim.

İlk resimler Afyon Kocatepe Üniveristesi'nin Ecevit ve Demirel'e fahri doktora vermesi, son fotoğraf Refet Saygılı.

Çarşamba, Haziran 18, 2008

poğaça yağı


Bugün sağlık raporu almak için başvuran bir gence ne iş yaptığını sordum, poğaçacıymış.
Son günlerde poğaça benzerlerinde en kalitesiz yağların kullanıldığını okuduğumdan “Poğaçalarda hangi yağı kullanıyorsunuz?” diye sordum.
“Alba yağı var, katı yağ onu kullanıyoruz” dedi
“Kaça onun fiyatı?" dedim.
10 kiloluk ambalajı 30 liraymış.“Ne kadar yağ koyuluyor poğaçaya?” diye sordum.
“1 kilo una, yarım kilo yağ, 100 gram yoğurt, 50 gram şeker, 25 gram tuz ve 2 yumurta koyuyoruz” dedi. Bu şekilde Karaköy tabir edilen poğaça olurmuş.
Yağsız boyoz da aynı yağla yapılıyormuş ama yağlı boyoz yapmak için
Asta denen daha sert yağ kullanılıyormuş.
Hasta gittikten sonra araştırdım, ikisi de Ünilever’in üretimi, hamur işlerine yönelik sanayi tipi yağlarmış, ancak trans yağ oranları hakkında bilgi edinemedim.

Pazartesi, Haziran 16, 2008

göztepe


Bugün tansiyon ilacını yazdırmaya gelen ve 1. amatör kümede teknik direktörlük yapan bir hastama Göztepe'nin şimdi kaçıncı ligde olduğunu sordum.
Süper amatör kümedeymiş.

"Orada tutunsa bari” dedim.
"Yönetim bırakırsa orada durması bile garanti değil" dedi
"Nasıl oluyor da bu kadar köklü kulüp, bu kadar taraftarı ile bu durumlara düşüyor?" dedim
"Çalıp çırpmaktan. Göztepe'nin teknik direktörü 10 000 , yardımcısı 5000 euro alıyor. Benim Real Madrid'i çalıştıracak lisansım var 1500 liraya çalışıyorum, bakma çevremiz yok. Bu parayı da bunların almasına imkan yok. Alıyor gözüküyor, başka birileri yiyor" dedi

Fotoğraf 1989-1990 sezonunda Göztepe'yi çalıştıran Fatih Terim.


Cuma, Haziran 13, 2008

susurluk ayranı



Bugün 1940 Susurluk doğumlu bir hasta ilaç yazdırmaya geldi.
“Susurluğun tostu ayranı eskiden de meşhur muydu?” diye sordum
“Ben kendimi bildim bileli meşhurdu, orada Şükrü diye bir mandıracı vardı, o meşhur etti, şimdi oğulları da aynı işi yapıyorlar.
Eskiden de otobüsler orada mola verir yolcular tost yer ayran içerlerdi.”
dedi.

“Göbel’deki kasaplar?” dedim
“Onlar işi 80'den sonra büyüttüler” dedi



Perşembe, Haziran 12, 2008

balık çiftçiliği


Bugün alabalık-somon çiftliği olan bir hasta sıkıntı yakınması ile başvurdu.
Canı, işleri kötü gittiğinden sıkılıyormuş. Balık fiyatları çok düşükmüş , toptan alabalık 3, somon 3,75 liradan satılıyormuş. İhracat olmadığı için fiyatlar düşüyormuş.
"İhracat neden olmuyor?” diye sordum
Antibiyotik kullanımı var, aynen insanda kullanılan antibiyotikleri balıklara veriyorlar o yüzden. Gönderilen balıklar geri geldi, şimdi de satamıyoruz” dedi.
“Siz de veriyor musunuz antibiyotik?” dedim
“Hayır biz kok’a karşı aşılama yapıyoruz. Bu kok denen hastalık bize İsrail’den geldi. Oradan zamanında bir balık yavrusu ithal ettiler, onunla birlkte hastalık tüm Türkiye’ye yayıldı. Balık 200 gram olunca gözler patlaklaşıyor ve ölüyor. Biz balıklar 10 santime gelince tek tek enjektörle aşılıyoruz” dedi
“Nasıl yakalıyorsunuz tek tek?” diye sordum.
“Suya anestezik madde veriyoruz, balıklar bayılınca işçi kadınlar tek tek ellerine alıp otomatik enjekörle aşlılıyorlar” dedi."Aslında güzel iş, büyük oynarsan büyük kazanmak mümkün. Devlet 100 tona 80 000 lira teşvik veriyor. Mesela 220 bin tonluk kılıç üretme tesisi 160 trilyon trink para alıyor. Bizim kapasitemiz onlara göre çok düşük tabi, yatırım da büyük para" diye de ekledi.
Muayenesinde sıkıntısının hastalık boyutunda olmadığını saptadığımdan insanın hayatta güçlüklerle karşılaşınca sıkılmasının normal olduğunu, sıkıntı hastalık boyutuna gelmediyse bunu tedavi etmeye de gerek olmadığını söyledim, ve spor yapmasını önerdim.

Balık disseksiyonu resimlerini bu siteden aldım, bana çok ilginç geldi.
Ortadaki resimde gösterilen hava kesesi balığın yüzmesini sağlıyormuş.

Salı, Haziran 10, 2008

batum, konya


Bugün muayene olmak için sadece kimliğin yeterli olduğu duyurularına inanan bir hasta muayene olmak için nüfus kağıdını uzatınca doğum yerinin Batum olduğunu gördüm.
”Siz Gürcistan’dan mı geldiniz?” dedim
Hayır bu Konya’nın Çumra ilçesine bağlı bir belde, ama gerçekten Batum’dan gelenler kurmuş, adını da Batum koymuşlar” dedi.
“Ne zaman göçmüşler?” dedim.
93 Harbinde babaannemleri Batum’dan sürmüşler. Anlatırdı, yürüye yrüye Konya’ya kadar gelmişler, çok sefillik çekmişler.” dedi
“Peki hala oraya ait gelenekler devam ediyor mu, Gürcüce biliyor musunuz? Mutfağınız nasıl?” diye sordum.Evde hep Türkçe konuşulur, zaten aslen Gürcü değil Ahıska Türküyüz. Mutfağımız Konya mutfağı. Oradan kalan tek yadigar düğünlerimizde oranın danslarının yapılması, kadın erkek karışık oynamamız. Düğün olacağı zaman Artvin’den müzisyen getirtiyorlar” dedi.

Muayene için kimlik yeterli olsa da( ki bazı hastanelerde karnenin ilk sayfasının fotokopisi de isteniyor) ilaç almak için karnesine ihtiyacı olduğunu, ayrıca karnenin kendi kişisel sağlık kaydını gittiği her doktora taşımak anlamına geldiğini bu nedenle karnesini alıp gelmesini söyledim.

İlk resim (gerçek) Batum, ikincide yer alan Ahıskalı gençler bu siteden.

Pazartesi, Haziran 09, 2008

hissikablelvuku*


Bugün uykusuzluk yakınması ile başvuran emekli bir öğretmene anksiyetesini sorgulamak için standart bir soruyu; “Ortada hiç sebep yokken sanki kötü haber alacakmışsınız, kötü bir şey olacakmış gibi bir his oluyor mu? “ diye sordum.

“Ah doktor bey, her zaman, her zaman. Hepsi de çıkıyor. Ben olacak şeyleri hissediyorum, özellikle de depremleri” dedi
“Nasıl hissediyorsunuz, bu Çin’deki depremi hissettiniz mi mesela?” dedim.
“Evet çocukluğumdan beri deprem olmadan 2-3 saat önce sanki içim sallanıyor gibi oluyor, durgunlaşıyorum, içime bir sıkıntı çöküyor, konuşamıyorum bile, elimle yer sallanacak diye işaret edebiliyorum ancak. Çin’deki depremi de söyledim eşime. Uzakdoğuda büyük bir deprem olacak, inşallah çok kişi ölmez diye dua ettim, iki saat sonra altyazı geçti. 5 yıl önce İzmir depreminde mesela eşime söyledim gel çıkalım deprem olacak dedim, kalkmadı. Ben deprem olduğunda sokaktaydım” dedi“Başka neleri hissediyorsunuz?” diye sordum
“Her şeyi, mesela Kuzey Irak harekatı daha açıklanmamıştı benim içimde bir sıkıntı, gözümün önüne şehit ailelerinin evleri, orada oturanlar kıyafetlerine kadar geliyor. Sonra aynen televizyonda gördüm. Geçenlerde komşum öldü, bir gün önce bana öyle bir sıkıntı geldi ki sokağa çıkartıp dolaştırdılar, sürekli kötü bir şey olacak, ah ne olacak acaba diyorum, ertesi günü haber geldi." dedi
“İyi şeyleri bilemiyor musunuz?” dedim
“Biliyorum, o zaman da içim sevinç doluyor. Oğlum hiç beklemediği bir not alıyor sevinçle gelip 'Anne kaç aldım bil' diyor, ben de tam notunu söylüyorum, çocuğun bütün heyecanı kaçıyor. Benim düşüncesizliğim bir altını üstünü söyle değil mi. Bir de mesela maç seyrediyorlar, ben içerden geliyorum, bakıyorum skor 2-1, ‘e gol olmuş neden bağırmadınız' diyorum, ‘anne sıfır sıfır’ diyorlar, bir daha bakıyorum sahiden öyle, ama az sonra gol oluyor ve maç benim söylediğim skorla bitiyor” dedi ve gülerek ekledi “Sadece maç oynanırken oluyor bu ama , öncesinden bilsem iddia oynayacağız”
“Peki bu yeteneğinizi resmi makamlara bildirmediniz mi? Depremi önceden hissetmek çok önemli bir şey” dedim
“Yok ilk defa aile dışında birine söylüyorum, bana bile şarlatanlık gibi geliyor” dedi

Kendisine gerçekten böyle bir yeteneği olabileceğini, depremden 2-3 saat önce hayvanların da huzursuzlandığını, eğer böyle bir becerisi varsa bunu tescil ettirip insanlık yararına kullanmasını önerdim.
Depresyonu olmadığından uyku için gündüz fiziksel aktivitesini arttırmasını, ve geceleri çay, kahve, kola gibi içecekleri
fazla tüketmemesini, yatağa ancak uykusu gelince girmesini önerdim.

Fotoğraflar Nostradamus ve kehanetleri.

*olacakları önceden hissetme, önsezi

Çarşamba, Haziran 04, 2008

mayınlı arazi


Bugün de Kiliste jandarmalık yapmış olan emekli bir astsubay tansiyon ilaçlarını yazdırmaya geldi. Orada görev yaparken kaçakçılıkla uğraşıp uğraşmadıklarını sordum.
“O zaman kaçakçılığa jandarma bakıyordu tabi , sonra sonra piyadelere verdiler sınır güvenliğini. Biz kaçakçıyı gördük mü şöyle havaya ateş ederdik, adam malı atar kaçardı, biz de ödülü alırdık” dedi.“Bir dakika, kaçakçı yakalayınca ödül mü alıyordunuz?” dedim
“Eğer faili meçhulse malın %80 i yakalayana verilir, kaçakçı da yakalanmışsa o zamana mahkeme sonuçlanıncaya kadar ödül alamazsın. Biz de yakalamak istemezdik zaten. Yakalasan ne olacak garibanı, esas işin sahibi başka yerde” dedi
“Ne kaçırıyorlardı?” dedim
“Aklına ne gelirse, bir adam mesela sırtına 180 kilo kadife vurmuş, eliyle yoklaya yoklaya geliyor” dedi"Neyi yokluyor?” dedim
“Mayını. Mayınlı araziden geçiyorlar, orada topuğu eli olmayan çoktur, hep bu anti personel mayınlardan “ dedi.
“Peki mayına basıp da yaralananı nasıl çıkartıyordunuz oradan?” diye sordum
“Bir sırtçı bulup para veriyorduk, O gidip alıp geliyordu; ya da Suriye tarafına yakınsa onlar alıyordu. Tabi orada anti-tank mayınları da var, onlara basarsa kurtulması mümkün değil. Şimdi o mayınları temizliyorlar, çok bereketli topraklar aslında değneği diksen yeşillenir” dedi.

Fotoğraflar konuya dikkat çekmek için Angola'da düzenlenen Mayın Güzeli yarışmasından.
Birincilik ödülü protez bacakmış!

Salı, Haziran 03, 2008

hudut kontrolü


Bugün güvenlik şirketine girmek için sağlık raporu almak isteyen bir gence askerliğini komando olarak mı yaptığını sordum.
“Evet, 57. taburu bilir misiniz, Ermenistan sınırında yaptım” dedi.
Taburu bilmediğimi söyledim,
“Orada da terör var mıydı?” diye sordum
“57. tabur gezici komando taburudur, şimdi Bingöl’de olması lazım. Biz daha çok kaçakçılıkla uğraştık” dedi.“Ne kaçırıyorlardı Ermenistan’dan?” dedim
“Sigara, silah ne olursa… Orada değişik bir teknik geliştirmişler: Adam Ermenistan’dan kaçak malı katıra yüklüyor, kıçına şaplağı vurdu mu katır bizim taraftaki en yakın köye geliyor. Bizim tarafta yükünü indiriyorlar, yemleyip kıçına şaplağı vuruyorlar, doğru geri gidiyor. Mayınlı arazi ama katırlarda manyetik mi var nedir hiç mayına basmıyorlar. Yakalamak da mümkün değil, ancak ateş edip deviriyorsun; yani biz insanlarla değil katırlarla mücadele ettik” dedi.“Hiç terör yok orada yani” dedim
“Var ama halk koruyor, bir şey yapamıyorsun. Biz mesela bir teröristi köye girerken gördük, 20 gün köyü sarıp bekledik, çıkartmadılar, biz de bırakıp çekildik” dedi
“Köyde neden arama yapmadınız?” dedim
“Köye girmek yasak, girdin mi hemen gelip kameraya çekiyorlar” dedi
“Kim çekiyor?” dedim
“İnsan hakları” dedi
Herhangi bir sağlık sorunu bulunmadığından istediği raporu verdim.

Resimler, aşağıdaki fotoğrafta acemi birliğinde Yavuz Aydar ile birlikte poz veren Asteğmen Mehmet Emin Bora'nın 1976 yılında Hakkari Şemdinli Seyyar Jandarma Alayı'ndaki askerliğine ait.
Mehmet Emin Bey'in askerlik anıları son zamanlarda internette okuduğum en heyecan verici yazıydı.

Kendisini tebrik ediyor, saygılarımı sunuyorum.