Salı, Ağustos 25, 2009

kına





Bugün halsizlik yakınamsıyla vitamin yazdırmaya gelen bir hastamın saç rengini değişmiş görünce
"Saçınızı mı boyattınız?" diye sordum
"Kınayla kendim boyadım" dedi
"Kına ile boyayınca kızıl olmuyor mu? Sizinki bayağı koyu kahve olmuş" dedim



"Kınayı sulandırdıktan sonra bir gece demir tencerede bekletirsen koyu kahve boya olur. Ayrıca tabi alttaki rengin de önemi var, bembeyaz saça hiç bekletmeden sürersen portakal gibi de olur" dedi
"Başka bir şey de eklediniz mi?" diye sordum
"Sabitlenmesi için biraz limon ve yumurta da ekliyorum. Sirke de koyulabiliyor" dedi


Kendisine yapay vitaminlerin doğallar kadar etkili olmadığını, en güzel vitamini semt pazarlarından alabileceğini söyledim ve ilaç yazmadım.

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

yazlık ev




Bugün tansiyon ilacı yazdırmaya gelen bir hastaya
"Ne kadar yanmışsınız, tatilde miydiniz?" diye sordum
"Evet, Çeşme'de yazlıktaydım" dedi
"Kendi yazlığınız mı? diye sordum
"Eskiden aynı sitede yazlığım vardı, bir ara para lazım oldu sattım, ama ortamı çok seviyorum. Şimdi her sene aynı yerden ev kiralıyorum, çok daha iyi oluyor. Evim varken her sene badana-boya, tamirat 3-4 milyar masraf yapıyordum. Güneş enerjisi patlamış, kalkıp gidiyor tamirci arıyordum. Şimdi aylığı 1500 liraya eşyalı evi kiralıyorum, kapıyı çekip çıkıyorum, çok rahat" dedi
"Nesini seviyorsunuz sitenin?" dedim

"Aslında evler eski, altyapı yetersiz ama her gün öğleden sonra briç turnuvası var, çok güzel vakit geçiriyorum. Hafta sonları hediyeli yapıyoruz. İkişer lira toplanıyor; birinci ekibe büyük rakı, ikinciye ufak falan, çok eğleniyoruz. Sitede kalanların çoğu emekli asker, albay. Zaten briçi okulda öğreniyorlar. Briç çok güzel, muhakeme yeteneğini arttıran bir oyun, şimdi okullara bile briç dersi koyuyorlar" dedi

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

azerbaycan





Bugün bir hastayı kaydederken doğum yerinin Azerbaycan olduğunu görünce Türkiye'ye ne zaman geldiklerini sordum.

"Ben bebekmişim, Stalin bütün akrabaları Sibirya'ya sürmeye başlayınca babamla anam 4 gün dağlarda yürüyerek aç susuz Türkiye'ye kaçmışlar. Aras nehri buz tutmuş yürüyerek geçmişler. Benden 5 yaş büyük ağabeyimi de yanlarına alamadıklarından orada bir kadının yanına bırakmışlar" dedi


"Abinizle görüşüyor musunuz şimdi?" dedim
"Evet 1979'da birbirimizi bulduk. Abim Kars'tan gelen herkesin yanına gider babasını anasını tanıyıp tanımadıklarını sorarmış. Bir gün, bizim komşu köyden Rusya'ya giden bir adam 'İsimleri yabancı gelmedi, sen mektubunu ver ben araştırayım' demiş. Türkiye'ye döndükten sonra bir gün Kars'taki terzi dükkanının önünden geçerken gireyim de elbiselerimi ütületeyim deyip içeri girmiş.


Soyunurken cebideki zarfı çıkartıp masanın üzerine koymuş. Şu işe bak ki, terzinin çırağı da bizim akraba, hemen mektubu kapıp getirdi.
Abim adını, anasının babasını adını, adresini hep yazmış. Biz de ona mektup davetiye gönderdik. İlk defa 1979 da Türkiye'ye gelebildi..."




Sustu, gözleri doldu, ağlamaya başladı
"Tren garında indiler. Karısıyla birlikte. Yere kapandılar toprağı öptüler, bayrağı öptüler. Biz parçalanmış bir aileyiz Doktor Bey" dedi



Çarşamba, Ağustos 12, 2009

takvim sahibi olmak


Bugün sivilce yakınmasıyla başvuran bir hastanın üzerindeki tişörtte "Nepathaya-2063"
ibaresini görünce
"Bu neyi anlatıyor?" diye sordum
"Bu Nepal'li bir rock grubunun konser tişörtü. Nepal'de konserlerine gitmiştim, oradan hatıra" dedi




"2063'te mi meşhur olmayı planlıyorlarmış?" dedim
"Yok zaten çok meşhurlar, bu Nepaldeki bir takvime, Bikram Sambat'a göre yazılmış, bizim tarihle 2006 oluyor" dedi


"Nepal'de birden fazla mı takvim var?" diye sordum
"Evet Nepal ve Hindistan'daki bir geleneğe göre ülkedeki herkesin borcunu ödeyen kişi kendi adına bir takvim başlatabiliyor.


Günümüzde insan da, borç da çok; yapmak imkansız ama eskiden çok olurmuş. En son 1100 yıl önce olmuş, Sankhadhar Sakhwa adlı bir hayırsever tüm borçları ödemiş ve Nepal Sambat oluşmuş. Yani en yeni takvim şimdi 1100 yılında" dedi

Akneleri için Alcool Salycyliqué % 2 yazdım ve yağlı yiyeceklerden, çiğdemden, çikolatadan uzak durmasını söyledim.


Fotoğraflar geçmiş yıllardaki Pirelli takvimlerinden

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

maddi hasarlı trafik kazası tespit tutanağı



Geçen hafta karıştığım ufak bir trafik kazasıyla trafik kaza tutanağı tutmanın inceliklerini öğrendim.
Başıma gelen kazaya üç araba karışmıştı, fakat tutanakta doldurulacak sadece iki arabalık alan vardı, hiçbirimizin kaskosu yoktu.
Ne yapacağımızı öğrenmek için şöförlerden biri sigortacı anlayan bir arkadaşını aradı, sordu: 'İkiden fazla araba karıştıysa trafik polisini ya da jandarmayı çağırmanız gerekirmiş' dedi. Çağırdık, ama uzun süre gelen giden olmadı.


Bu arada söylenenler pek aklıma yatmadığından ben de sigortacımı aradım.
Eğer taraflar kazanın nasıl oluştuğu konusunda aynı fikirdelerse, trafik polisine ve alkol muayenesine gerek olmadığı, ikinci bir tutanağa 3. aracın bilgilerinin yazılmasının ve olay yerinin fotoğrafının çekilmesinin yeterli olduğunu, tutanağın fotokopilerinde ıslak imza olmasının çok önemli olduğunu söyledi. Söylediklerini yaptık, hikayeyi yazıp altnı hep birlikte imzaladık, birbirimizin ruhsat, ehliyet ve sigorta fotokopilerini aldık.



Gerçekten de sigortada sorun çıkmadı, hasarımız karşılanacakmış. Seviste öğrendiğime göre de eğer olaya karışan ve hasar gören arabalardan birisi sigortaya başvurmazsa dosya kapanamadığından ödeme yapılamıyormuş
(Trafik sigortasından yararlandığımız arabanın başvurması, kusurlu o olduğu için şart değilmiş)


İlk fotograf, daha önce konuyla ilgili eğlenceli bir yazı kaleme alan Duygu Özpolat'tan


Perşembe, Ağustos 06, 2009

AB




Bugün soğuk algınlığı yakınması ile başvuran, Almanya'dan gelmiş bir işçiye
"Hangi yolla geldiniz?" diye sırdum
"Kara yolu ile Kapıkule'den geldik. Bu sefer çok rahat oldu. Avrupa Birliğine girmek Bulgaristan'a çok yaramış.

Geçen yıl kapıdaki gümrükçü "Komşu bahşiş" dedi, vermedim.
Gümrükçü "Komşu hızlı olsun, koy pasaportun arasına birşeyler" dedi.
Vermem deyince bagajları gösterip silah dedi, esrar dedi. Buyur ara dedim, elini salladı bıraktı geçtim, ama çok eziyet oluyordu.



Bu sene herkes işini yaptı, tek rüşvet isteği olmadı.

Zaten kapıda her yere kocaman Türkçe ilanlar asmışlar: 'Eğer sizden birşey isteyen olursa bu numarayı arayın' diye" dedi.

Soğuk algınlığı için Parasetamol tablet 3x1 yazdım.

Pazartesi, Ağustos 03, 2009

Автомат Калашникова образца 1947 года*




Bugün ilaç yazdırmaya gelen bir hastanın karnesindeki askeri kıyafetli fotoğrafını görünce
"Askeriyede sınıfınız neydi?" diye sordum
"Ben ordonatçıydım. Hafif silah teknisyeniyim" dedi
"Nedir hafif silah?" dedim
"İşte tüfek, tabanca, roketatatr, bunların bakımı tamiri gibi işler" dedi
"Bizim orduda hala G3 piyade tüfeği mi kullanılıyor? Onlar ne kadar çok tutukluk yapıyordu, yerli üretim miydi?" diye sordum
"Yerli üretimdi ama patentini Almanlar'dan aldık. Şimdi Kalaşnikof AK-47 kullanılıyor, en azından benim çalıştığım Güneydoğu bölgesinde öyle" dedi


"Ne üstünlüğü var Kalaşnikofun G3 e?" dedim
"Her hava koşulunda ateş ediyor, yağmurdan çamurdan etkilenmiyor, taşıması kolay, bakımı kolay, daha seri atıyor, tutukluk yapmıyor" dedi


"Bildiğim kadarıyla Çin malı kalaşnikoflar da var, değil mi?" dedim
"Evet, pek çok ülke üretim yapıyor. Hatta bunun yüzüden büyük bir sorun yaşadık. Ben Rusya'ya kalaşnikof almaya giden heyetteydim. Rus malı silahları aldık, getirdik, bir gariplik var. Silahları ambalajından çıkartıyoruz, 5-6 kez ateş edince halkalanma başlıyor"
"Halkalanma nedir?" diye araya girdim
"Namlunun çinde halkavi çizgiler oluşması. Normalde namluya bakarsın, içi pırıl pırıldır.



Bu çizgilenme merminin hızını keser, yönünü şaşırtır, hatta mermi takla atarak gider. Namlular söküldü analiz edildi, içindeki çelik oranı çok düşük çıktı. Meğer Ruslar silahlara Çin malı namlu takmışlar" dedi
"Sonra ne oldu?" diye sordum
"Sanıyorum 40 bin kadar tüfek vardı.Hepsi 2-3 kargo uçağıyla geri gönderildi, sorumlular hakkında da soruşturma açıldı. Heyete makine mühendisi alınmamasından kaynaklandığı söylendi" dedi

İkinci fotografta tasarımcı Michael Kalaşnikov

* Otomatik Kalaşnikof tüfeği 1947 Model S