Çarşamba, Şubat 28, 2007

















Bugün ses kısıklığı yakınması ile başvuran bir genci muayene ettim.
Bir GSM şirketinin çağrı merkezinde çalışıyormuş. Sadece İzmir’deki çağrı merkezinde 500 kişi çalışıyormuş.

‘Laf olsun diye arayan oluyor mu?’ diye sordum.
‘Diğer gruplarda oluyor ama bizde olmuyor’ dedi.

Grupların ne anlama geldiğini sordum. Çok konuşup yüksek fatura ödeyenlere ayrı bir grup hizmet veriyormuş. Bunlar genelde işadamları olduğundan boş konuşacak vakitleri olmuyormuş. ‘Zor bir iş mi?’ diye sordum:
Günde 8 saat çalışıyorlarmış, sürekli konuşmak yorucuymuş, bir de morali iyiyken birisi bağırıp çağırdığı zaman sıfırlanıyormuş.
Hep alttan almak zorundaymışlar, konuşmalar kaydedilip değerlendiriliyor, performanslarına göre aldıkları ücret belirleniyor, hatalarında da uyarılıyorlarmış. Ayrıca her ay yeni tarifeler gibi konulardan yazılı sınava girip başarılı olmaları gerekiyormuş. Tüm çalışanlara bedava hat ve ayda 250 kontör istihkak veriliyormuş.

Farenjiti için Aferin f tb 3x1, ve iki gün istirahat verdim.


Fotoğraflar maliyetleri düşürmek için İngiltere'ye Hindistan'dan hizmet vermeye başlayan çağrı merkezlerine ait.

Salı, Şubat 27, 2007


Bugün emekli bir jandarma uzman çavuşu ilaçlarını yazdırmaya geldi.
Ben uzman çavuşluğun yeni oluğunu sanıyordum, değilmiş. Hasta ’80 darbesinden sonra emekli olmuş.

'O zamanlar nasıldı?' diye sordum.
'Asayiş açısından çok daha iyiydi’ dedi.
Seksen döneminde silahların toplanmasının da asayiş üzerinde olumlu etkisi olmuş.

O dönemde çalıştığı 3000 nüfuslu Ege ilçesinden 300 silah teslim edilmiş. Teslim alınan silahlara karşı bir ödeme yapılmamış.
‘Tüm silahlar teslim edilmiş midir?’ diye sordum,
Kanımca dörtte üçü teslim edilmiştir’ dedi.

Toplanan silahları merkeze göndermişler, oradan ya ihtiyaç sahibi olan personele satılmış, ya da dağıtılmış.

Fotoğraflar Amerikalıları evlerinde silahları ile birlikte poz verirken sergileyen bir
siteden.


Cumartesi, Şubat 24, 2007



Bugün şişkinlik yakınması ile başvuran, konuşmasından kısıtlı zekaya sahip olduğu anlaşılan bir otobüs tamircisini muayene ettim. Hangi otobüsleri tamir ettiğini sordum.
Yeni model Mercedesleri tamir ediyormuş.


'Yeni otobüsler elektronik beyinle çalıştığından bakımı sadece servislerde yapılıyor sanıyordum' dedim.
Cep telefonuyla konuşabilmek için araç sahipleri elektronik beyni söktürüyorlarmış, beyni sökülen araçları da bakım için sanayideki dükkanına getiriyorlarmış.
'Sökünce araç etkilenmiyor mu?' diye sordum.
Söylediğine göre beyin otomatik şanzımanı kontrol ediyormuş ama sökünce hiç etkilenmiyormuş, üstelik artık telefonla da konuşulabiliyormuş. 'Beyni söküyorum, telleri ters bağlıyorum' dedi.




Şişkinliği için öncelikle ağzındaki eksik dişlerini yaptırmasını, ve lokmaları iyi çiğnemesini, yemek arasında su içmesini, yakınması devam ederse tekrar gelmesini önerdim.

Fotoğraflar 1974 yılına ait. Eski bir Mercedes otobüsle Afganistan'da seyahat eden hippiler.


Perşembe, Şubat 22, 2007


Bugün elini kesen bir sekizinci sınıf öğrencisine dikiş atarken tırnaklarındaki oje dikkatimi çekti.
‘Okulda oje sürmek serbest mi?’ diye sordum.
Sınıf öğretmenleri hoşgörüyormuş, özel günlerinde sürebiliyorlarmış. 'Sekizinci sınıfta birden fazla öğretmeniniz olmuyor mu?' dedim; oluyormuş ama her sınıfın tek bir sınıf öğretmeni varmış, öğrenciler esas ondan sorulurmuş.
Öğleden sonra ilaç yazdırmaya gelen bir öğretmene de sordum oje konusunu,
‘Saklıyordur, görülürse izin verilmez’ dedi. Cezası nedir diye sorunca dertli bir şekilde ‘Cezası yok, ilköğretimde 5 yıldır disiplin cezaları kaldırıldı, hiçbir ceza veremiyoruz, sadece büyük suçlarda son çare olarak okulu değiştiriliyor, ya da öğrenciye, eğer bir daha yaparsa okulunun değiştirileceğine dair hiç bir geçerliliği olmayan bir sözleşme imzalatılıyor.’dedi.
Disiplini nasıl sağladıklarını sordum, sağlayamıyorlarmış.

‘Öğrenciye değil vurmak, azcık bağırsan velisi gidip Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikayet ediyor, müdürlük de imzalı her şikayet dilekçesini işleme koyup, iki müfettiş gönderiyor, sonuçta bu sefer öğretmenin okulu değiştiriliyor’ dedi, ve ekledi ‘Okula bıçakla gelen öğrenci bile yakalasak en fazla ellerinden bıçağı alıp, çıkışta geri veriyoruz. Karakollar konuya çok ilgisiz, okul kapısının önünde sabahın kör saatinden itibaren serseriler bekliyor, şikayet edince, sık sık karakola düşen tipler olduklarından polisler seni filanca öğretmen şikayet etti, o yüzden aldık diye öğretmeni hedef gösteriyorlar, kaç arkadaşımız böyle bıçaklandı!’




‘Peki sizce bu iş nasıl düzelir?’ diye sordum.
‘Eski disiplin düzeni geri gelmeli, ben onbeş yıldır öğretmenlik yapıyorum, onbeş yılda onbeş kere müfredat değişti, ayrıca polislere çeki düzen verilmeli’ dedi.



Konuyla ilgili haber
burada, fotografınki ise şurada.

Salı, Şubat 20, 2007


Bugün hastanede yaptırdığı tahilllerinde kollesterolü yüksek çıkan bir cambaz tahilllerini göstermeye geldi.
Köylerden toplanan koyunları pazara götürüp satmaya cambazlık denirmiş.
Koyunları tartmadan göz kararı 100-150 lira arasında alıp satıyormuş. Sadece kurbanda kilo hesabına girmiş, kilosunu 450 kuruşa alıp 475-500 kuruşa satmış. 10-15 kilo gelen 4-6 aylık kuzulara süt kuzu denirmiş. Onların kilosu 10 liraya gidiyormuş.
Bir hayvanı alıp satmak için aşı belgesi gerekirmiş. Aldıkları malın sahibinin verdiği belgeyi bölge tarım müdürlüğüne götürüp, oradaki baytardan satabilmek için izin kağıdı alıyorlarmış.

Jandarma sürekli araçları durdurup belgelerini kontrol ediyormuş, belgesiz hayvan satmak yasakmış, pazar yerine bile sokulmuyormuş.
Sattıkları koyunlar Eskişehir yöresinin dağlıç cinsiymiş, kısa kuyruklu olurmuş.
Kollesterolü yüksek olduğundan margarinden, hayvani yağlardan ve sakatattan uzak durmasını, kızartma yerine ızgara ve haşlamaları tercih etmesini, üç ay sonra tahlillerini yinelemesini önerdim.

İkinci fotoğraf Filistinde kuzunun sırtında Allah lafzı
mucizesi.

Pazartesi, Şubat 19, 2007



Haftasonu Karaburun yarımadasındaki Karapınar’dan çiftlik çupra aldık. Balıklar temizlenirken çiftlikler ve balıkçılık hakkında epey şey öğrendim:
İlk defa lezzetli bir çiftlik balığı yediğimden bunun nasıl olduğunu sordum.

Bu balıkların geldiği çiftlik kıyıda, ancak derin sudaymış. Adımını attığın yer 17 metreymiş, havuzlar da 25-28 metre arasındaymış, hem de akıntılı soğuk suymuş. Yeni çıkan kıyı yasasıyla artık tüm çiftlikler açığa alınacakmış.Yemlerden de lezzet fark ediyormuş. Balıklar kışın sadece ölmeyecek kadar yem yerlermiş. Bu nedenle kışın hiç kilo artışı olmazmış. Esas kiloyu su sıcaklığı 22 derecenin üzerine çıkınca, yaz aylarında alırlarmış.
Çupranın en lezzetli olduğu aylar da yaz aylarıymış. Balığı sudan çıkardıktan sonra temzilemeden, dolabın ısısını 0 dereceye getirip 4-5 gün nefaseti bozulmadan saklayabilirmişiz.


Aldığımız balıklar havuzdan canlı olarak çıktığından tazeliğinin tadını etkileyip etkilemeyeceğini, bekletilse daha mı iyi olacağını sordum. Biraz sert olurmuş, ama kendisi beğeniyormuş. Çocukluğundan beri balığa çıkarmış, hiç balık taze bekleteyim de yiyeyim dememiş. Zaten ağı biraz geç toplasan balıklar suyun içinde bozulmaya başlarmış.
‘Nasıl yani, ağa yakalanan balıklar ölüyor mu?’ dedim.
Ağa yakalan balıkların %95’i ölürmüş. Canlı çıkan ancak ağ toplanırken o anda yakalanan balıklar olurmuş. Hele palamut çok tez canlı, deli balıkmış, ağa vurduğu anda ölürmüş. ‘Yarımadadan palamut çıkıyor mu?’ diye sordum. Yazın çıkarmış, ama havalar iyi gittiğinden hala tek tük çıkıyormuş.
600 gramlık çupraların kilosuna 9,5 lira ödedik.


Cuma, Şubat 16, 2007


Dün işten dönerken yolum üstündeki dükkanların sevgililer günü nedeniyle dışarılara koydukları kalp şeklindeki yastıklar geçenlerde başıma gelen ilginç bir olayı anımsattı:
Uzun süredir kalp ilaçlarını yazdığım yaşlı, zayıfça, kambur, kasketli, poturlu bir amca kulakta dolgunluk yakınması ile başvurdu. Muayenesinde kulak tıkacı saptadığımdan kulağını yıkadım. Kulağını yıkadıktan sonra üzerine sıçrayan suları temizlerken ceketinin ve cepkeninin önünü açan amca göğsünden kocaman, kalp şeklinde, üzerinde İngilizce ‘I Love You!’ yazan bir yastık çıkardı, ve kamburluğu geçti!


Neden göğsünde kalp şeklinde bir yastık taşıdığını sordum, by-pass ameliyatından sonra doktoru 'Göğsünü koru, darbe gelmesin' demiş, o da bu yastıkla korumayı seçmiş, yıllardır kullanıyormuş.
‘Hem de sıcak tutuyor!’ dedi.

Çarşamba, Şubat 14, 2007


Bugün kapıdan girer girmez neyin var sorusuna 'Karnem yok, maddi durumum da hiç yok' diye yanıt veren daha sonra kulağının ağrıdığını söyleyen genç bir anneye neden bu kadar parasız olduklarını sordum. Kredi kartına 6000 lira borçları varmış. Nasıl bu kadar borçlandıklarını sordum.
İki sene önce yaptıkları düğünün borcunu hala ödeyememişler. Düğün o zaman 9000 liraya malolmuş, bakarsan hiçbir şey de almamışlar, bir yatakodası takımı varmış gerisi yeme içme çalgıcı parasıymış, oturma odası bile yokmuş! Bilezikler kendi eski bilezikleriymiş, bir tek zincir almışlar.

Düğünden beri borcu kapatabilmek için kendi tarlasını da 2000 liraya satmış, ama borç kapanmıyormuş.
Paraları yokken neden böyle büyük düğün masrafına girdiklerini sordum.

‘E herkeste görüyordum, hevesim vardı’ dedi.
Daha ölçülü bir düğün yapsalar kapıdan girer girmez maddi durumunu değil şikayetini söylemiş olacağını hatırlattım.
'Ama işte…’ dedi.
Kulağındaki enfeksiyon bulguları için eşantiyonlardan Cefaday 1gr flk 1x1 IM verdim.



Salı, Şubat 13, 2007




Bugün iki gün önce düdüklü tencere patlaması sonucu yanan bir hanım başvurdu. Misafirliğe gittiği evdeki eski tencerenin kapağı üstten takılan cinstenmiş, oysa ki her zaman kullandığı düdüklü tencerenin kapağı içerden dışarı doğru takılıyormuş. Evinde her zaman yaptığı gibi düdüğü açıp suyun altına tutmuş, daha sonra açmak için biraz zorlamış.
Tencerenin kapağı büyük bir patlama ile ta koridora uçmuş, içindeki fasulyeler ve sıcak su ise yüzünü yakarak mutfağa dağılmış, tencerenin içinde hiçbir şey kalmamış.
Yüzündeki yanıklar için Ksilidin pom. ve Silverdin krem ağrısı için de Napradol forte tb 2x1 yazdım.





Bugün öksürük yakınmasıyla gelen tansiyon hastası bir şöföre hangi aracı kullandığını sordum. Mitsubishi minibüs kullanıyormuş. Minibüsler içinde en iyisi Volkswagen Transporter’mış.


Yolda giderken evinin salonunda gibi konuşabilirmişsin, ama yüke gelmezmiş. Eğer ağır iş yapacaksan en iyisi Mitsubishi’ymiş. Kia ve Toyota da iyiymiş, ama Hyundai’ler işe yaramazmış.

Kullandığı araç dizelmiş, zaten ‘96dan beri Mitsubishi sadece dizel çıkarıyormuş. Şehiriçinde 10 liralık mozotla 40 km. gidiyormuş, şehir dışında daha ekonomikmiş tabii. 500binde motor yaptırmışlar, ama değişik kişiler kullandığı için motoru erken bitmiş, yoksa tek şöför olsa 800 bin yaparmış. Sabahın 7’sinden geceye kadar hiç durmuyormuş araba yıllardır.
Muayene ettikten sonra öksürüğünün sigaraya bağlı olduğunu söyledim. Sigaranın hipertansiyon, şeker hastalığı ve kan yağlarının yüksekliği ile birlikte vücutta kalp böbrek göz gibi organlardaki ince damarları tıkayan en önemli faktör olduğunu, kendisinin tansiyon hastalığı da olduğundan ikisinin yaratacağı hasarın 1+1=5 şeklinde olacağını anlattım, Sinecod sirop 3x 15 ml yazdım ve benim de sigarayı bırakmama neden olan güzel bir sloganla sigarayı bırakmasını önerdim:
‘Ciğerlerin sana bir şey demek istiyor!’

Cuma, Şubat 09, 2007


Bugün tansiyon hastası bir döner ustasından döner yapımını öğrendim. Döner için ya kuzu eti ya da sığırın ön kolu kullanılırmış. Kuzudan yaparken sadece et, sığırdan yaparken ise bir kat et bir kat kıyma koyulurmuş. Kıyma için ön kolun yanı sıra kaburga etleri de kullanılırsa iyi olurmuş. Kıymanın dağılmamasını araya dizilen etlerin şişe düzgün tutturulması sağlarmış. Kuzunun her yeri kullanılabilirmiş, ancak eti güzelce, ince ince açmak ve şişe düzgünce geçirmek gerekirmiş . Sarılacak etler bir gece önceden terbiyeye yatırılırmış ki yumuşak olsun ağızda dağılsın. Terbiye için ya süt/yoğurt, ya da sirke/şarap kullanılırmış. Baharat koyulabilirmiş, ama esas güzel dönerde baharat olmazmış.


Karnesinde tansiyon ilaçlarını uzun süredir kullanmadığını gördüğümden, bu hastalığın iyileşecek bir hastalık olmadığını, ömür boyu ilaç kullanması gerektiğini, genelde kronik hastalıklara yakalananların kapıldığı 'Ben hastalığı görmezden gelirsem o da beni görmez' düşüncesiyle, ya da komşuların 'Vücudu ilaca alıştırma, bir başlarsan bırakamazsın' tavsiyelerinin sonucu ilaçları bırakmanın çok yanlış olduğunu, ilaçlarını kullanmazsa kısa vadede ani tansiyon yükselmesiyle beyin kanaması geçirebileceğini, uzun vadede böbrekten, göze her organında tamiri kabil olmayan hasarlar yaratacağını anlattım, ve Olmetec 20 mg 1x1 yazdım; 10 gün sonra kontrole çağırdım.


Perşembe, Şubat 08, 2007



Bugün idrar yaparken yanma yakınması ile başvuran bir hasta sürekli soğukta durduğunu söyleyince ne iş yaptığını sordum. Otogarda tuvalette çalışıyormuş. Tuvalet ücretinin ne kadar olduğunu sordum, 75 kuruşmuş. Günde 1000 lira kadar hasılat oluyormuş, ama üç çift tuvalet varmış, ve 25 kişi sigortalı çalışıyormuş. Tuvaletler garaj yapılırken 25 yıllığına ihale edilmiş, yanılmıyorsa 3 milyon dolara verilmiş. Parası olmayanlara yardımcı oluyorlarmış. Turistler hiç sorun çıkarmıyormuş, bazen parayı şaşırıp fazla veren oluyormuş. Ücretini en düzgün ödeyenler Japonlarmış.
İdrar tahlilinde enfeksiyon çıktığı için Cipro 500 tb 2x1 yazdım, ve ayaklarını sıcak tutmasını önerdim.
Tuvalet kapıları Tanzanya'dan. Burada da başka bir tuvalet kapısı meraklısı var.

Çarşamba, Şubat 07, 2007




Bugün torununu muayeneye getiren bir amca muayene esnasında kendisinin de bundan 40 yıl önce Bağdat’ta tıp okuduğunu, ama bitirmeden geri döndüğünü anlattı. Nasıl olduğunu sordum:
Çocukken yaşadığı Siirt Tillo’da medreseye gidiyormuş. 16 yaşında şeyhi Abdülkerim'in inayeti ile kaçak olarak Irak’a gitmiş. Buradan haber yollamışlar şu şu adamları size gönderiyoruz diye orada yurda yerleştirmişler, karnını doyurmuşlar; kaçak gidişi hiç sorun yaratmamış. Bağdat'ta da medreseye devam etmiş, ama oranın medresesi buradaki üniversiteler gibiymiş.Tıbbın yanında ilahiyat bilimleri de okutuluyormuş. O zamanlar Irak Türkiye’ye göre daha geriymiş, ama ucuzmuş. İlk gittiğinde iktidarda Nasır varmış, sonra Saddam Hüseyin darbe yapıp başa geçmiş.

Darbe sokaklarda hissedilmemiş, sadece idarede olmuş. İki sene de Saddam idaresinde yaşamış. Nasır dönemi Saddam’a göre daha iyiymiş. Saddam döneminde biraz çok adaletsizlikler olmuş.

En sonunda memleket hasretine dayanamayıp yine pasaportsuz olarak tırlarla yurda dönmüş, girişte yine sorun yaşamamış.
İkinci, resim pek çok dünya liderinin gençlik fotoğraflarını içeren bir
siteden.

Salı, Şubat 06, 2007



Bugün göğüste sıkışma hissi ile başvuran tekstil işçisi bir genç kıza, fizik muayenesi olağan olduğundan canını sıkan bir olay olup olmadığını sordum. Çalıştığı işyerindeki ayakçı ile tartışmış.
‘Ayakçı nedir?’ dedim.
Makinede çalışanların ayağa kalkmaları yasakmış. Herkes ayağa kalkarsa iş üremezmiş. Biten işleri ve dikilecekleri taşıyanlara ayakçı denirmiş.
Dikiş makinesini kullanmayı nasıl öğrendiğini sordum.
Açık lisede tekstil bölümüne gidiyormuş.
Her isteyen açık liseye gidebilirmiş, çeşitli bölümler mevcutmuş. Halk eğitim merkezine kayıt yaptırıp 50 liralık harcı yatırmak yeterliymiş.Yaş sınırlaması yokmuş, sınıfında amca dediği arkadaşları bile varmış. Haftasonları sabah 7’den akşam 6’ya kadar, hafta içi meslek lisesi olan bir okulda ders görüyorlarmış. Bir sömestr bir yıl sayılıyormuş; yani üç sömestrede mezun olunuyormuş. İşyerinin buna nasıl izin verdiğini sordum, baştan söylemiş ‘Cumartesileri okulum var’ diye, öyle anlaşmışlar. Zaten hergün akşam 8-9’a kadar fazla mesai yaptıklarından çalışma saatini dolduruyor, hatta geçiyormuş. Eline ayda, asgari ücret olan 403 lira geçiyormuş.
Hergün çalışmak, haftasonu da sabahtan akşama kadar okula gitmenin zor gelip gelmediğini sordum, ‘Eskiden evde otururken sıkılıyordum, şimdi bir işe yaradığımı hissediyorum, çok iyi geliyor!’ dedi.
Sıkıntıları için İnsomin drj 2x1 yazdım ve vakit bulabilirse yürüyüş yapmasını önerdim.


Cuma, Şubat 02, 2007



Bugün astım hastası emekli bir pik dökümcüyü muayene ettim. Astımının nedeninin yıllar boyu hep hurdalarla çalışması, onların dumanını soluması olduğunu söyledi.
Döküm yapmak için önce arzu edilen parça ağaçtan modelci tarafından hassas bir şekilde yapılır, daha sonra dış konturları bozulmasın diye alüminyumdan dökülür ve kalıp olarak alüminyum model kullanılırmış. İstanbuldan gelen ince bir kumun içine model oturtularak kalıbı alınır sonra kumun içinde dökümün yapılacağı çukura giden ince bir yol oluşturulurmuş.


Kullanılacak maden uzun büyük ocağa kok kömürü, ve mermer parçaları ile doldurulur, 1600 derecede maden erir, mermer sayesinde cüruflarından ayrılıp aşağıdaki haznede birikirmiş.

Haznenin kapağı açılıp potaya alınan eriyik, ince yoldan kumun içine dökülür ve işlem tamamlanırmış.
Astımı için Combivent inh. 4x2 ve Bronkolin 300 2x1 yazdım.


Fotoğraflar Esen Gök'ün

Perşembe, Şubat 01, 2007

Bugün emekli bir madenci ilaçlarını yazdırmaya geldi.
30 yıl hertürlü madende çalışmış. Her madenin kendine göre zorluğu varmış, ama kömür madenleri grizu nedeniyle en tehlikelisiymiş.

Eskiden gaz sızıntısını ölçen aletler yokmuş, gazın sızdığı, aynen güzün yere düşen yapraklar gibi hafif bir ses çıkmasıyla anlaşılırmış. Metan gazı, içine hapsolduğu bir boşluk işçilerce delinince ortama sızar ateş varsa patlar yoksa zehirlermiş. O sesi duyduğunda hemen işçileri başka galeriye geçirirlermiş.
Madeni özleyip özlemediğini sordum. 'Kasap nasıl kan görmeden duramazsa ben de o pis kokuyu özlüyorum, bazen arkadaşlar danışmak için çağırıyor, o zaman iniyorum madene' dedi.

Ek: Ertesi gün Zonguldak'tan misafir gelen bir başka maden işçisinin ilçalarını yazdım. Grizuyu ona da sordum. Emekli olduğu Debreli ocağında bacalar olduğundan hiç grizu tehlikesi yaşanmamış. 'O Kozlu gibi derin ocaklarda olur' dedi. Ankara'ya yürüyüşü ve öldürülen sendika liderini sordum. Yürüyüş sırasında emekliymiş, 'Sendikacıyı ya altındakiler, ya üstündekiler yani içerden çekemeyenler öldürdü bence' dedi.
Madeni özleyip özlemediğini sordum:
'Dün gece rüyamda gördüm' dedi.