Çarşamba, Ağustos 27, 2008

salça



Bugün göğüslerinin altında pişik yakınması ile başvuran bir hasta
"Manisa’ya salça yapmaya gittim de, çok sıcaktı, orda oldu" dedi
"Nasıl yapıyorsunuz salçayı?” dedim
Eskiden doğrayıp tuzlayarak bidonlara dolduruyorduk. Üç gün gidegele karıştırıp, sarı suyu fazlaysa döküp, sonra kevgirden- ilistir deriz biz, geçirip, beyazlamasın diye bolca tuzlayıp leğenlerde terasa koyuyorsun. Güneşte koyulaşınca bidonlara dolduruyorsun.Şimdi yeni fabrika açılmış, artık elde sıkılmıyor. Çok güzel temiz, havuzlarda yıkıyorlar, hep eldivenli işçiler. Makine salçayı bir yana ayırıyor, kabuğunu çekirdeğini ayrı, ama çok sulu veriyorlar. Onların yaptığını bez torbalara koyup muhallebi kıvamına gelene kadar süzdürdük, sonra güneşe koyduk ” dedi"Hiç kaynatmıyor musunuz?” iye sordum.
Ben Kayseriliyim, bizim orda kaynatılır, ama Manisa’da güneş çok, hiç kaynatmıyorlar” dedi
"Kayseri’de güneş yok mu ki?” dedim
“Oranın domatesi daha geç olgunlaşıyor, o zaman da günler kısalıyor, güneşin kuvveti gidiyor.” dediPişikleri için Travazol krem use ext 2x1 yazdım.

Salça yapanlar Sertavul'dan

Salı, Ağustos 26, 2008

havuz bakımı



Bugün yazı Çeşme’de geçiren emekli bir hastam ilaç yazdırmaya geldi.
Tatilin nasıl geçtiğini sordum.
“Ne tatili Doktor Bey, ben orada havuz temizliği yapıyordum, ama bıraktım” dedi.
“Zor mu havuz temizliği yapmak?” dedim
“Zor tabi her gün ilgilenmek lazım.
Daha havuz boşken Porç
öz gibi kireç çözücüleriyle fırçalıyorsun, kireci gitsin diye, maske takıyorum ama o sıcakta insanın nefesi kesiliyor.
Sonra yosun, ufak salyangoz gibi şeyleri tutmasın diye Ph 4 diye başka bir ilaç var, onu sürüyorsun. Havuzu doldurup devridaim yaptırıyorsun.
Her akşam ilaçları var, Klorak koyuyorsun, tableti tozu var, akşamdan atıyorsun, pompayı kapatıyorsun. Gece o ilaçlar havuzdaki bütün görünmeyen pisliği dibe çöktürüyor. Sabah uzun saplı elektrik süpürgesine benzeyen bir vakumla havuzun dibine çökmüş olanları temizliyorsun, ve sizin idrar tahlili gibi renkli çubukla ölçüm yapıyorsun. Klorak fazla olursa gözü yakıyor, o zamana suya bir tur attırıyorsun.
Bunlarla da bitmiyor, bazen ufak çocuk sokuyorlar, çocuk ne bilsin korkuyor, afedersin havuza pisliyor. O zaman herkesi çıkartıp havuzu temizleyip yeni baştan ilaçlayıp devridaim yaptırıyorsun, zor iş, yoruldum, bıktım yapmayacağım artık” dedi

İlk fotoğraf Çağlar Tükel'in

Cuma, Ağustos 22, 2008

aile



Bugün masamın üstündeki kitapları gören emekli
bir hastam
“Bende çok kitap ver doktor bey, 33 yıldır kitap biriktiriyorum, getireyim mi size romanlar filan?” dedi.
Kendisi 60 yaşın üzerinde olduğundan “Neden 33 yıldır?” diye sordum
“ 33 yıl önce evlendim de ondan.
Ben köylü çocuğuyum, 3 yaşındayken babam, 4 yaşında annem ölmüş. Beni komşular yetiştiriverdi, gariban büyüdüm. Ancak evlenince doğru düzgün bir ailem, evim, kütüphanem oldu”
dedi.
“Anne babanızı hatırlıyor musunuz?” diye sordum
“Bir tek annemin beni tulumba başında tahta leğende yıkadığını hatırlıyorum. Ama sağolsunlar kayınvalidem, kayınpederim bana anne baba oldular. Çok iyiliklerini gördüm, hele kayınpederim! Köprü olsa üstünden geçemem yani” dedi

Fotoğraf Sydney'de annesini kaybedip bir yelkenliyi annesi zanneden ve yaşama ihtimali bulunmadığından dün uyutularak öldürülen Colin isimli yavru balina

Çarşamba, Ağustos 20, 2008

osmanlı vakıfları


Bugün 16.yy da yaşamış bir Osmanlı vezirine ait vakfın yöneticisi ilaç yazdırmaya geldi.
Ne kadar süreyle yönetimde kalacağını sordum.
“Ömür boyu” dedi.
657 sayılı yasaya tabi devlet memuruymuş ama bir usulsüzlük olmadıktan sonra görevden alınamıyormuş. Yargılanabilmesi için de bakanlar kurulu onayı gerekiyormuş
“Osmanlıdan kalan vakıflar medeni kanuna tabi değillerdir. Kendi vakfiye metinlerine göre çalışırlar, bir nev’i anayasalarıdır. Vakfı kuran, vakfın nasıl işleyeceğini de en ince ayrıntısına kadar belirtir. Mesela bizim vakfın kuruluşu 1500’lerde. Hala ilk gün yazılan ve bir nevi noter onayı gibi, kadıya da onaylatılan vakfiye metnine göre hareket ediyoruz” dedi
“Ne gibi ayrıntılar var?” dedim
“Mesela bir yemek mi verilecek, kazanın nereden, etin nereden, pirincin nereden alınacağına kadar, bir camide sabahları üç güzel sesli müezzin tarafından nelerin okunacağına kadar. Şuradaki mülkün akarı, efendim, Mekke’de şuranın bakımına harcanacak gibi her şey o anayasada yazıyor, biz de ona göre hareket etmeye çalışıyoruz. Tabi geçmiş 500 yılda kötü yönetimler olmuş, malların bir kısmı kaybedilmiş, yurt dışında kalmış. Mısır’da Suriye’de Balkan’larda kalan çok mülklerimiz var, hepsi yabancı devletler tarafından kamulaştırılmış. Kamulaştırırken defterdeki numaralarını da değiştiriyorlar ve artık bulması çok güçleşiyor. En son Başbakan, Suriye lideriyle malların değiş tokuşu konusunda anlaşma yaptı. Biz de orada kalan mülklerimizi bildirdik , bekliyoruz. Onun dışında biz de uygun arsa mülk bulduğumuz zaman vakfa alıyor mal varlığını arttırıyoruz” dedi.

Osmanlı resmileri bu siteden.

Cuma, Ağustos 15, 2008

tuzla


Bugün daha önce gemilerin eskiden neden balta burunlu yapıldığını öğrendiğim gemi mühendisi olan hastama Tuzla tersanelerinde yaşanan ölümlü kazaları sordum,
“Bu olaylar son yıllarda mı arttı, yoksa daha önce de vardı da haberimiz mi olmuyordu?” dedim
“Son 5 yılda iktidar değişikliğinden sonra oldu. AKP iktidara gelince tersanelere güzel teşvikler verdi, sektörü canlandırdı, siparişler çok arttı, ama bu siparişleri karşılayacak ne tesis ne kalifiye işçi var. Sıkışık alanda, kalifiye olmaya işçiyle çalışılınca da kaza kaçınılmaz oluyor. Bizim iş tehlikeli, koca koca gemiler, yüksekte çalışıyorsun icabında daracık bir yere girip zehirli gazları soluyarak kaynak yapıyorsun. Sokaktan toplanmış vasıfsız işçinin bu işleri görerek öğrenmesi de zaman alıyor” dedi.

Perşembe, Ağustos 14, 2008

21.tercih



Bugün KPSS sınavına çalışırken duyduğu stres için tedavi ettiğim bir hastam kontrole geldi. Sınavının nasıl geçtiğini sordum
“İyi geçti 15 000 tarih öğretmeni arasında 200. oldum, herhalde bu sefer tayinim yapılır” dedi
Daha önce yine tarih öğretmeni olan bir hastam 10 kişilik tarih öğretmeni kadrosu açıldığından sınava girmeye bile gerek görmediğini söylediğinden, “Kaç kişi alacaklar bu sefer?” diye sordum,
Puan sırasına göre 74 kişi alacaklarmış.
”200. iseniz nasıl sıra gelecek?” dedim
“Herkes her yere gitmek istemiyor, askerde olanlar oluyor. Ben hep Güneydoğu’da ücra yerleri tercih ettim, ayrıca 21. tercihi de yaptım” dedi“21. tercih de nedir” dedim.
“Normalde 20 tercih yapılıyor, 21. kutucuğu işaretlerseniz bu tercihler gerçekleşmezse devlet beni nereye gönderirse göndersin gideceğim diyorsunuz. Ayrıca düz memuriyet şıkkını da işaretledim.” dedi
“O nedir?” diye sordum
“Bu da KPSS puanına göre öğretmen olarak yerleştirilemezsem düz memur olarak nerede açık varsa; diyelim Hakkari’deki postaneye posta memuru olarak atanıyorsunuz. Artık evde oturmaktan sıkıldım, ne iş olursa olsun çalışmak istiyorum!” dedi.

Fotoğraflar KPSS yi protesto eden öğretmen adaylarının eyleminden.

Salı, Ağustos 12, 2008

keseğen


Bugün evde kaç kişi olduklarını sorduğum bir hastam:
“Eşim, çocuğum, bir de 9 tane fare” deyince şaka yapıyor sandım.
“Evinizde fare mi var?” dedim
“Ufak, büyümeyen, Gonzales denen cinslerden. 17 taneydi, 8 ’i öldü, çok hızlı ürüyorlar” dedi
Ben hala 8 fareyi kendilerinin yakalayıp öldürdüğünü sanarak
"Nasıl öldü?” diye sordum

“Bunlar hiç mikrop taşımadıklarından çok kolay hastalanıp ölüyorlar. Dün mesela, birisi sabahtan ishal oldu, 6 saat sonra öldü.
İki defa parmağımı ısırdılar, aşılarını yaptırıyoruz ama yine de veterinere götürdük. ‘İnşallah parmağınızdan bir şey kapıp ölmez’ dedi. O kadar temiz hayvanlar”
dedi.
“Nereden aklınıza geldi fare beslemek?” dedim
Çocukları kardeş isteyince bir hayvan almak üzere gittikleri pet şopta bunları görüp çok beğenmişler. Bir çift almışlar, sürekli ürüyorlarmış.
“Nasıl besliyorsunuz?” dedim

“Maması var, mısır buğday gibi hazır bir karışım, onu veriyoruz” dedi
“Evcilleşiyorlar mı peki?” diye sordum
“Tabi hepsi adını biliyor, kafesin kapısını açıyorum, hangisini çağırırsam o geliyor elime, avcunuzun içine sığıyor zaten, sürekli oynaşıyoruz. Geceleri oğlumun yanında yatıyorlar” dedi
"Nasıl ayırt ediyorsunuz?" diye sordum
"Hepsinin tipi değişik, kiminin göü patlak, kiminin burnu uzun. İlk önce hep beyaz almıştık, sonra ben açık kahve bir tane aldım, o da erkekmiş, beyaz dişileri hamile bıraktı, şimdi sütlükahve olanlar da var. Evde hayvan beslemeyi düşünüüyorsanız kesinlikle tavsiye ederim" dedi

Pazartesi, Ağustos 11, 2008

tike


Bugün Tike Restoran’da çalışan bir garson boğaz ağrısı yakınması ile geldi.
"Bu restoranlar Yılmaz Erdoğan’a mı ait, televizyonda hep onu görüyorum?" diye sordum
“Hayır dört Adanalı ortağı var” dedi
“Nasıl müşteri çok mu, fiyatları epey yüksek değil mi?” diye sordum
“Memnunuz, her şeyin en iyisini kullanıyorlar, hiçbir şeyden kaçmıyorlar, etler de, sunumu da çok şık” dedi
“Etler nereden geliyor?” diye sordum
“Buradan yerel etleri kullanıyorlar. Mesela küşleme diye bir ızgara var, inanılmaz bir tat, çok yumuşak. Kuzunun böbrek yatağından çıkıyormuş, yani bir kuzudan iki parça çıkıyor. Sırf bunun için, ya da dondurmalı helva için gelen müşterilerimiz var.” dedi
“Dondurmalı helva nasıl oluyor?” dedim
“Helvanın içine dondurma yerleştiriyorlar, meraklısı çok” dedi

Soğuk algınlığı tanısı koyarak Sedergin C eff tb 3x1 tok yazdım, ve 2 gün istirahat verdim

Perşembe, Ağustos 07, 2008

tren-vapur

e

Bugün klostrofobisi olan bir hastama tedaviden fayda görüp görmediğini sordum.
Çok iyiyim Doktor Bey, benim için inanılmaz bir şey yaptım, İstanbul’a gittim” dedi
“Otobüsle mi gittiniz?” dedim
“Hayır” dedi
“Ha uçakla, bravo!” dedim
“Hayır uçağa binemem daha. Tren- vapurla gittim” dedi
Yıllar önce ben de bir kez aynı yolu kullandığımdan “Vapura sabah karşı mı bindiniz?” diye sordum.
Tren saatleri değişmiş, artık İzmir’den eskisi gibi gece değil sabah çıkıyormuş, öğleden sonra 15 te Bandırma’ya varıp, 15 30da kalkan gemiyle 2 saatlik yolculuk yapıp, toplamda 7,5 saatte Yenikapı'ya varıyormuşsun. Talep okadar çokmuş ki öğleden sonraya bir tren daha koymuşlar.
Vagonlar klimalı çok rahatmış.
“Fiyatı nasıl?” dedim
“Ayrı ayrı alırsan pahalı ama gardan kombine bilet alınca 36 liraya geliyor” dedi.
"Otobüsten hızlı ve ucuz" dedim
"Evet, hem de tehlikesi daha az" dedi

Salı, Ağustos 05, 2008

çocukluk aşkı


Bugün çarpıntı ve bayılma hissi ile başvuran 19 yaşında bir genç kızı muayene ettikten sonra fiziksel bir araz bulamadığımdan canını sıkan bir konu olup olmadığını sordum.
Biraz tereddütle
“Yok” dedi
Bu yaşlarda en sık karşılaşılan sıkıntı kaynağı karşı cinsle ilişkiler olduğundan erkek arkadaşı olup olmadığını sordum.
“Hem var, hem yok. Aslında bu konu beni çok düşündürüyor, sizce yakınmalarımın kaynağında bu olabilir mi?” diye sordu
“Bilmem sence?” dedim ve kendisini düşündüren sorunun ne olduğunu sordum
“Uzun hikaye, bizim 14 yıllık bir ilişkimiz var” dedi.5 yaşından beri birbirlerini platonik olarak seviyorlarmış, arkadaşı kendinden 2 yaş büyükmüş. Son zamanlarda arkadaşı ilişkilerini daha ileriye götürmek için baskı yapmaya başlamış.
Kendisi ise bu ilişkiye çok önemsediğinden, ve
14 yılını verdiğinden ya bir sorun çıkarsa ne yaparım, yıkılırım korkusu ile uzak duruyor, bu da aralarında sorun yaratıyormuş.


Her türlü sevme ve sahiplenme eyleminin belli bir oranda kaybetme riski de içerdiğini, bu riski üstlenmeden hayatta hiçbir şey yapılamayacağını söyledim ve Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı kitabını okumasını önerdim.


Çarpıntı ve bayılma hissi gelince içmesi için Opipramol 2 mg 1x1 yazdım, yaz tatilini evde boş oturararak değil sosyal faaliyetlerde bulunarak ve spor yaparak geçirmesinin sıkıntılarını çok azaltacağını, belki ilaca hiç gereksinim duymayacağını belirttim.


İlk fotoğraf Murat Yılmaz'ın

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

erkin koray asker



Bugün Hava Kuvvetleri Orkestrasından emekli bir hastama ilaç yazarken bilgisayarda kısık sesle çalmaya başlayan Rock Around the Clock parçasını icra edip etmediklerin sordum.
“Evet o ilacı siz vermiştiniz” dedi
Sorumu daha yüksek sesle tekrarlayıp müziğin sesini açtım
“Yaa ya, bizim meslek hastalığı işte, yıllarca barakalarda hangarlarda prova sonucu hepimizde işitme kaybı var. Hanım televizyonu ayrı odada izliyor, çünkü ben sesini çok açıyorum” dedi ve ekledi:
“Biz de rock çaldık. Erkin Koray bizim yanımızda askerlik yaptı, 1967’de. O önerdi ben böyle şarkılar söylüyorum diye bir grup kurduk, şub şubap diye şarkılar çaldık”
“Nasıl bir askerdi Erkin Koray?” diye sordum
“Çok gençti o zaman tabi. İyi bir çocuktu ama o zaman serseriydi, duvarlara yumruk atardı.
Şimdiki baba havası sonradan oturdu.


Geceleri çıkıp barlarda çalardı. Bir gece çalarken birisi laf atmış, 'Karı gibi ne kırıtıyosun' mu ne demiş. Kendisi anlatmadı, başkasından dinledim; gitarı fırlattığı gibi uçarak adamın üstüne atlamış, bir yumruk vurmuş, serçe parmağı kırılmış, içine girmiş. Ertesi günü eli sarılı geldi,
'N'ooldu oğlum' diyoruz,
'Yok birşey komutanım' diyor.
O hafta da büyük konserimiz vardı, sadece şarkı söyledi artık.”
dedi
“Er olarak yapmıyor muydu? Nasıl dışarı çıkabiliyordu?” dedim.
“Bizim yerimiz Ankara’da Opera’nın karşısında bir barakaydı. 13 astsubay, iki er -biri Erkin, biri tostçu, karışanımız görüşenimiz yoktu.
Sonradan ahbap olduk ailesiyle tanıştık, çok efendi münevver insanlardı”
dedi.
"Çapkınlığı var mıydı?" dedim
"Yok o zaman öyle birşeyini görmedim, askerde zor zaten" dedi