Geçenlerde emekli bir hava subayı ilaç yazdırmak için başvurdu.
Bugünlerde okuduğum Mehmet Doğan'ın Alçak Uçuş adlı anılarının etkisi ile hemen, yerde mi yoksa pilot olarak mı görev yaptığını sordum.
"Pilot olacaktım ama kaderin bir oyunu ile yer subayı oldum" dedi. Nasıl olduğunu sordum.
“Hava kuvvetlerine giren her genç pilot olmak ister, ben de pırpırlı uçakla iki senelik eğitimi tamamlayıp sertifikamı aldım. Sonra jet okuluna gittik. Orada eğitmen subaylar dağıtılırken şansıma bana yenice kazadan kurtulmuş bir pilot verdiler. Havada kumandayı bana veriyordu, ama iniş kalkışlarda hep arkadaki eğitmen kumandasından haberim olmadan müdahele ediyormuş. Sınav uçuşunda yere inerken az daha sınavımı yapan Albay’ın da hayatına sebep oluyordum; tabi elendik” dedi.
“Belki böylesi daha hayırlı olmuştur” dedim.
“Ben de öyle düşünüyorum, eskiden uçaklar şimdiki gibi değildi. Bütün uçaklarımız Allah’lıktı O zamanlar Amerika iyice eskimiş uçaklarını doğru düzgün bakım yapmadan boyayıp bize satardı. Bizim uçtuğumuz F100’ler, F 104’lere uçan tabut derlerdi. Benim devremde jet okulunu bitiren 90 arkadaştan 30 tanesi emekliliği görebildi, gerisi hep düştü, şehit oldu” dedi.
"Bu F100 Hava Hastanesinin arkasında çimenlerin üzerinde duran uçak mı?" diye sordum, "Evet o" dedi
“Hiç yeni uçağımız yok muydu?” diye sordum.
“Eğitim uçaklarımız T 33 ler vardı, onlar da yeni değildi, ama diğerlerine göre daha çok randıman aldık” dedi.
“Bu şartlarda uçmak çok ağır bir psikolojik baskı yaratmıyor muydu, pilotlar nasıl etkileniyorlardı?” dedim.
“Etkilenilmez mi! Balıkesir’de bir pilot vardı, günün 10-14 saatini sarhoş geçirirdi, hiç ayık uçtuğunu görmedim, cesaret alıyordu herhalde” dedi.
Ben de askerliğimi havacı olarak yaptığımdan buna çok şaşırdım, bildiğim; her uçuştan önce pilotların doktor tarafından görülüp uçabilir raporu aldıkları idi. Bunu söyleyince:
“Aslında öyle; morali bozuk olanın bile uçmasına izin verilmez, ama nasıl oluyorsa bu arkadaşı herkes biliyordu. Güzel de uçuyordu çocuk valla” dedi.
Pırpırlı uçakla daha sonra sivil hayatta hiç uçup uçmadığını sordum, uçmamış.
“Pırpırlı uçaklar jetlerden çok daha güvenlidir, jet bambaşka bir şey, çok hızlı” dedi ve bir anektod anlattı:
Pilotların birisinin köydeki annesi oğluna mektup yazmış ‘Oğlum fazla yükseğe çıkma , yavaş uç’ demiş.
“Halbuki yavaş ve alçaktan gitmek en tehlikeli iki şey” diye de açıkladı.
Uçuş anıları ile ilgili Türkçe'de pek az yayın var, bunlardan ikisini tanıtmak istiyorum:
İlki Cranwell Hatıraları – Bir Havacı Teğmenin Güncesi Hava Teğmeni Canip Orhun’un güncesi. Canip Orhun 1943 te uçuş eğitimi almak için İngiltere'ye gidiyor, ama bugün havayolu ile 4 saat süren bu yolculuk, o zamanki şartlarda üç ay sürüyor, zira Akdeniz Alman Donanması'nın hakimiyetinde olduğundan önce Mısır'a kadar trenle gidip oradan bindikleri lüks yolcu gemisi ile Afrikanın güneyinden Ümit Burnu'nu dolaşarak İngiltere'ye ulaşıyorlar.
Canip Orhun akıcı anlatımı olan neşeli bir genç. Havacılıkla ilgili anılarının yanında, İngiliz hanımlarla münasebetlerine kadar pek çok ilginç detaya güncesinde yer vermiş.
Mehmet H. Doğan ise ünlü bir edebiyatçımız, yeni yayınlanan kitabında askerlikten ayrılmadan önce, 1951/57 yılları arasındaki pilotluk günlerini anlatıyor.
Kitapta 2. Dünya Savaşının efsanevi uçaklarından Spitfire ile ilk uçuşunda, önce telsizi bozulup, sonra da iniş takımları açılmayınca arkadaşlarının başka bir Spitfire'ın üzerine tebeşirle sol tekerleğin açılmıyor yazarak havalanıp yanında uçmaları gibi ilginç anektodlar bulunuyor, ama beni en çok etkileyen kısım 1960 ihtilalinden sonra kaldırılan emirerliği müessesesinden bahsettiği bölüm oldu.
Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum:
"Bandırma'da subay ve assubayları üsse götüren otobüsler iskele önündeki meydandan kalkar akşam da aynı noktaya bırakırlardı. Emirerleri subaylarını akşamüstü bu meydanda karşılarlardı. Gerekiyorsa birlikte çarşıya uğranır, sonra da eve gidilirdi, ya da emireri aynı otobüsle üsse dönerdi. Herşeyin düzgün gittiği günlerde hergün yinelenen bir alışkanlık. Ama o gün bir kaza olmuşsa hele şehit verilmişse... telefonun lüks sayıldığı günlerdi; haber şehre ulaşsa da kimse inanmazdı son otobüs üsten dönünceye kadar. Emirerleri subaylarını karşılayıp birer birer dağılırken, subayı o gün şehit düşmüş olan er öylece kalakalırdı meydanda, son otobüs dönünceye kadar beklerdi orada, bir umut...Ne yapacağını bilemezdi o zaman. Öteki erlerden ayrı,bir büyük acıyı paylaşan isandı o artık: Komutanı, her gün aynı eve birllikte hizmet ettikleri; yiyecek et, ekmek, meyva, odun kömür götürdükleri komutanı olmayan bir emireriydi."
Fotoğraflar 1964'te Kıbrıs'ta uçağı vurularak rumlara esir düşen ve öldürülen Yzb. Cengiz Topel'e ait
Cuma, Kasım 09, 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
mutlu hafta sonları dilerim size
bu hafta sonu bizim için çok özel olsun hatta bir çok şey için yeni bir başlangıç olsun inşallah
sevgilerimle
Bora bey,
Kitaptaki emirerleri ile ilgili kısımdan çok etkilendim. Hemen bu kitabı bulup okumalıyım. Paylaşımlarınız için teşekkürler.
Bora bey,
paylaşımlarınız için çok teşekkürler, etkileyici bir yazı idi.
sizden öğrenilecek çok şey var...
hava subayinin anilarini okurken aklima tzameti geldi, ne hikmetse. tesadufen cnbc-e'de denk gelip izlemistim bu yaz. cok ama cok etkileyici bir filmdi. olum insanin tepesinde demokles'in kilici gibi sallanip dururken calismak, vapura binip ise gider gibi olumun golgesinde mesai yapmak, hatta olumu is edinmek tahayyul sinirlarini zorlayan bir durum.
Merhaba,
Blogunuzu bir süredir takip ediyorum ancak bu yazınıza Mehmet H. Doğan ile ilgili bir şey ararken, yeni denk geldim.
Uçuş anıları ile ilgili paylaştığınız kitaplara ben de katkıda bulunmak isterim: Alman savaş pilotu Hans Joachim Buddecke'nin Çanakkale Üzerinde Bir Şahin isimli anıları. Eser, ismin belirttiği üzere Çanakkale Savaşı'nda savaş uçaklarının yaptıklarını aktarmanın yanında, anlatıcının uçaklarla tanışması, ilk uçağını yapması ve kendi çabaları ile pilotajı öğrenmesi gibi 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başı havacılığıyla ilgili çeşitli bilgiler de sunuyor.
Yorum Gönder