Perşembe, Mart 13, 2008

kösele

Bugün astım hastası emekli bir hastaya ne iş yaptığını sordum.
“Emekliyim” dedi.
“Nerden emeklisiniz demek istedim” dedim.
“SSK’dan” dedi.
Elimdeki SSK karnesini işaret ederek “Onu biliyorum, mesleğiniz neydi demek istiyorum” dedim.
“Ayakkabıcıydım. İkiçeşmelik’te bir handa 50 yıl ayakkabıcılık yaptım” dedi.
“Elde mi dikiyordunuz ayakkabıları?” dedim.
“Evet, zaten makineler son 10-15 yılda ortaya çıktı” dedi.
“Üstünü de mi elle dikiyordunuz!” diye şaşırdım
“Yok üstü sayacıdan dikilmiş olarak gelir, biz onu kalıba çekeri, köselesini hazırlar, elde dikerdik” dedi.“Kösele neden yapılıyor, nasıl hazırlanıyor?” diye sordum.
Manda derisinin tabaklanmış haliymiş. Parmak kalınlığındaymış, bir tabakası 15 kilo gelirmiş
“Artık gerçek kösele yok; bulunmuyor!” dedi.
“Şimdiki kösele ayakkabılar tamamen suni köseleden mi yani?” diye sordum.
"Hayır onlar da deri, ama şimdiki fabrikalar deriyi alıyor, 2-3 günde işleyip çıkarıyorlar. Eskiden dabbaklar deriyi suya bırakırlardı; ilaçlı suya. O deri orada 1 ay, 5 ay beklerdi, iyice şişerdi. Bıraktıkları ilaçlı suyun içinde de -afedersin, köpek pisliği vardı.” dedi.
"Köpek pisliğini ne yapıyorlardı?” dedim.
"İşte deriyi beklettikleri suya koyuyorlardı, sokaklardan toplarlardı” dedi.
“Peki siz aldığınız köseleyi nasıl işliyordunuz?” dedim
“Biz dükkanda onu tekrar suya bırakır, döve döve işlerdik. Kalıbına göre kesip etrafını tek tek pirinç gibi dikerdik. En son altı camlarla kazınır, sıcak demirle eritilen, siyah mumlu boya sürülürdü.” dedi.
“O niye?” diye sordum.
“Hem güzel gözüksün, hem de yağı çeksin, su emmesin” diye dedi.
Mesleği bir Ege kasabasındaki dayısının yanında, 1940lı yıllarda öğrenmiş.
“O zaman hayat ucuzdu, 15-16 liraya körüklü çizme yapardık, askerden gelen ayağına bir külot pantolon, bir körüklü çizme çekerdi” dedi.
“Körüklü çizme nasıl yapılıyordu, o izler kalıpla mı yoksa giydikçe mi oluşuyordu” diye sordum.Körüklü çizmeden bahsederken gözle görülür şekilde heyecanlanan amca gözleri parlayarak
“Yok, diktikten sonra sıcak kalıba koyar bekletirdik, kat kat çizgi izleri bir daha silinmezdi” dedi.
“Siz de giydiniz mi körüklü çizme?” diye sordum
“Giymedim. Sivri ama yuvarlak burunlu, yumurta topuklu, güzel ökçeli “Derbi” ayakkabılar vardı, ben onları severdim. Yok şimdi o kalıplar, kayboldu gitti. Şimdi de sivri yapıyorlar ama ucu sipsivri oluyor” dedi.Ayakkabıcılıkta kullanılan yapıştırıcıların hastalığının gelişmesinin sebeplerinden olduğunu söyledim, ve Teofilin 300 mg 2x1 yazdım.

Yağlıboyalar Van Gogh


5 yorum:

Adsız dedi ki...

Dabakhaneye B** yetiştirmek deyimi işte bu köpek pisliğini kurumadan götürmeden gelir... Kurursa bir işe yaramazmış.

Adsız dedi ki...

gördüğüm en iyi ve en faydalı bloglardan birisi. takip edeceğim.. saygılar..

yüxexeratonin dedi ki...

okurken düşündüm de,hastanız olsam bir gün,ilginç bir öykü çıkar mı muayenemden..
çok kötü saçım dökülüyor mesela,uyku problemim var yumamıyorum gözlerimi..ağlama krizlerim günde bikaç öğün ama yemek yemek istemiyor canım....
şırnak'ın yanetkileri olabilir mi acaba :)
harikasınız,
sevgiyle kalın..

duyuşen... dedi ki...

babamın yıllarca kendisine ayakkabı almamak için direndiği zamanlar geldi aklıma...
sanırım fabrikasyon ayakkabıların (kösele olmayanların piyasya çok ve ucuz sunulduğu dönemlerin başında)
modelini beğenip sırf altı kösele değil diye almadığını ve taşındığımız her yeni şehirde eski usul ayakkabı yapan ve satan yer aradığını hatrıladım :)...

Adsız dedi ki...

çocukken giymişliğim vardı bu köselelerden, ve hep düşünürdüm niye çok kötü koktuklarını sebebini öğrenmek bugüne nasipmiş :)