Bugün barda elini kesen bir barmenin parmakların dikiş attım. Son zamanlarda hangi kokteyller moda diye sordum dikiş atarken. Kızlar genelde meyveli karışımlar istiyorlarmış, votka çok modaymış. Votkalı meyve kokteyli yaparken kat kat kalıp karışmaması için her meyve suyunun arasına votka koymak gerekliymiş. Erkekler ise viskili sert kokteyller ya da bira içiyorlarmış. Meyve kokteylleri 4,5, sert kokteyller 7,5 yeni liraymış. En sevdiği kokteyli sordum. 'Bir malzemem eksik, ama İsveç kokteylini seviyorum 'dedi. Birer ölçü votka , cin ve Malibu karıştırılıp şeykırda buzla çalkalanacakmış. Eksik olan da tabii ki Malibu imiş. Elini suya sokmamasını ve dikişler eklem üzerinde olduğu için 14 gün sonra aldırmasını söyledim. Sigortasız çalıştığından dışarda bekleyen patronu dikiş ücreti olan 29 YTL yi ödedi,çıktılar.
Çarşamba, Haziran 21, 2006
geç Bugün 1924 doğumlu Ankara’lı bir emekli öğretmen, protez dişinin altında ağrı yakınması ile başvurdu. Sohbet sırasında Atatürk’ü hiç görüp görmediğini sordum. Elini öpmek nasip olmamış ama iki kez bayramlarda görmüş. Sarı saçlı muhteşem bakışlı bir adammış. Kimse gözlerine bakmaya cesaret edemezmiş. Öldüğü gün Gazi lisesinde derstelermiş. Gazi lisesi Hergele meydanındaymış, dersliklerinin camından Meclisin bayrağı görünüyormuş. Ders sırasında bayrağın yarıya indiğini görünce öğretmenlerine söylemişler. Öğretmenleri coğrafyacı Gündüz Bey hemen gelmiş bakmış, Atatürk öldü çocuklar deyip kürsüye çıkmış, O’ndan bahsederken aniden bayılıp yere yığılmış. Kolonyalarla ovup kendine getirmişler. Cenazesinde sadece Ankara halkı değil dünyanın bütün milletlerinden birer bölük asker tabutunun arkasında yürümüş. Protezinin altındaki tahriş için Andorex gargara 3x1 , Parol tablet 3x1 verdim ve diş hekimine protezini göstermesini önerdim.
Salı, Haziran 20, 2006
Geçen gün sağlık ocağının bahçesinde tepesi renkli beyaz bir güvercin bulduk. Evcil olduğu belliydi. Sahibi de arıyormuş, teslim etmişler. Bu sabah sahibi ilaç yazdırmaya gelince anlattı: Çocukluğundan beri güvercinlere meraklıymış , ama babası beslemesine izin vermemiş. Şimdi emekli olunca yazlığının terasında 20 tane kadar güvercin beslemeye başlamış. Halen 15 tanesi kayıpmış. ‘Ya şahin kaptı ya da kaçtılar herhalde’dedi. Bizim bulduğumuz güvercinin kanatları koparılmış olduğundan nasıl kaçabildiğine şaştığını söyledi. 'Kanatları sağlam gözüküyordu' dedim. Güvercin yeni yerine alıştırılıncaya kadar kanatlarının ucundaki tüyler yolunurmuş. Tüylerin yenilenmesi bir ayı bulur ,o dönemde uçamayan kuş da yeni yerine alışırmış. Bulduğumuz kuşun fiyatını sordum, yok bunlar değersiz kuşlar dedi. 20-25 ytl edermiş. Esas Güneydoğuda kaliteli kuşlar varmış, 2000-3000 ytl ye satılırmış. ‘O kuşları Almanya’dan bıraksan buraya gelir, yerini bulur’ dedi. Kendi kuşları Bornova’dan Mordoğan'a (90 km)gelemiyormuş, bazen takla da atıyorlarmış ama genelde sadece uçmalarını seyrediyormuş.
Cumartesi, Haziran 17, 2006
Bugün tansiyon ilaçlarını yazdırmaya gelen yaşlı bir amca 'Ben üç senedir aynı ilaçları kullanıyorum, hiç değişmeyecek mi?' diye sordu. Tansiyonu regüle ise ilaçlarını değiştirmesine gerek olmadığını anlatmaya çalıştım. Ben de üniversiteden emekliyim zaten dedi. 1959-78 arasında Ege üniversitesinin ilk yıllarında Ziraat fakültesinde memur olarak çalışmış. O yılları anlattı. Üniversitede o zaman sadece Ziraat ve Tıp fakülteler varmış . Hocalar da sayılıymış, adlarını sayarken Recep Egemen'in adı geçince yıllardır adı verilen amfide sınava girdiğim Recep Egemen'in kim olduğunu merak ettim. O'nun deyimiyle Meteoroloji, benim daha sonra yaptığım araştırmaya göre de Astronomi kürsüsünde hocaymış. Karanlık ve tozsuz bir bölge olduğu için Kemalpaşa dağlarının arasında Kurudağ tepesine kurulan gözlemevindeki çalışmasından dönerken araçlarının uçuruma uçması sonucu vefat etmiş. Amca Adnan Menderes'le ilgili de bir anısını anlattı. Manisa yolundaki üniversite lojmanlarının temelini Menderes darbeden bir gün önce atmış, bütün memurları da alkışlasınlar diye tören alanına götürmüşler. Menderes daha sonra geçtiği Eskişehir'de tutuklanmış. Menderes'i nasıl bulduğunu sordum. 'Adamı boşuna astılar, ileri görüşlüydü. Bak Basmane'den sahile uzanan Fevzipaşa bulvarını açtırdığında herkes 'Ohooo, uçak mı inecek buraya !' diye genişliğiyle dalga geçmişti, şimdi yetmiyor bile ' dedi. İlaçlarından sıkıldığı için İnhibace plus yerine, Coversyl plus; Norvasc 5 mg yerine de Normopres 5 mg yazdım.
Cuma, Haziran 16, 2006
Bugün öksürük yakınması ile başvuran 73 yaşında emekli bir oto tamircisini muayene ettim. Yıllarca oto tamirinin her alanında motor tamirinden ,kaportacılığa kadar çalışmış. En beğendiği arabayı sordum. 1946 Dodge - Desoto’lar her bakımdan çok sağlammış. Arabalar çalışmadığında tampon tampona ittirirlermiş. Zaten ilk marş da o yıl eklenmiş. Daha önce kontağı açıp bobinlere elektriği verdikten sonra önden kolla çevrilerek çalıştırlırmış. İlk olarak Ford Mercury kontağı açtıktan sonra gaz pedalına tam basınca otomatik çalışan araba yapmış. Aynı yıllarda Dodge da gaz pedalının üzerine marş düğmesi koumuş. Ayağın burnuya düğmeye basarken topukla da gaza basmak zor oluyormuş. Şimdi hangi arabayı beğendiğini sordum. ‘Parçası en ucuz olan en iyisi çünkü artık tamir kalmadı, serviste her şey otomatik, parçayı değiştiriyorlar ‘dedi. Kendisi Doğan kullanıyormuş ,fazla sürat yapmadığından fazla da yakmıyormuş. Çocuklarından bahsederken babasının 5 yaşındayken vefat ettiğini, babasız büyüdüğü için çocuklarının her istediklerini yaptığını söyledi. Babası Halkapınar iplik fabrikasında işçi imiş. Daha önce öğrendiğim Yamanlar kampını sordum. Amca bir anda heyecanlandı, sanki o günlere çocukluğuna döndü, gözleri doldu. ‘Evet' dedi ',vardı. Babam da oraya gitmiş kalmıştı. Dönerken bize kapaklı sepet içinde tereyağı, kocaman yeşil zeytinler, ve küçük salatalıklar getirmişti. Ben tereyağına parmağımı bir daldırıp yaladım, o kadar kokuyordu ki bir daha hayatta ağzıma sürmedim ‘ dedi. Muayenesi olağan olduğundan , başka ilaçlar da kullandığından öksürüğü için düşük dozda Toclase sirop 3x1 yazdım.
Çarşamba, Haziran 14, 2006
Bugün astım hastası hurdacı bir gencin ilaçlarını yazdım. İsteyen herkes hurdacılık yapabilirmiş. Kimsenin belli bir mahallesi yokmuş. Yalnız aynı çöp tenekesini başkası aynı anda karıştırınca sinirleniyorlarmış. Plastik ve demirin kilosu 24 kuruş, teneke içecek kutusunun 170 kuruş, bakırın 7 liraymış. Günde 50 kilo kadar topluyor, aylık geliri 300-500 ü buluyormuş. Çuval arabayı hurdaları sattığı hurdalıktan vermişler, ama o da tekerlek alıp takmış. 'Değerli bir şey hiç denk geldi mi?'diye sordum. Güldü; önce söylemek istemedi, sonra gümüş kolyeler ve yüzükler bulduğunu söyledi.
Cuma, Haziran 09, 2006
Bugün dizlerindeki ağrılar için gelen 71 yaşında bir amcaya baktım. Eskisine göre kilo almış gördüğümden rakı içip içmediğini sordum. İçiyorum dedi. O zaman göbek ondan oldu dedim. 'Evet rakı göbeği erimez derler ama ben çok az içiyorum, günde iki kadeh , o da yanında erikle, kayısıyla, bir köfteyle' dedi. Aslında içse daha çok içermiş de bütçesi müsade etmediğinden saat gece 10 da içmeye başlıyor, iki kadehten sonra üç Kulhüvallah, bir Elham okuyup yatıyormuş. 'Amca bari içmeden okusan' dedim. 'Dilin dolaşmadıktan sonra farketmez' dedi ve gür sesle tane tane Elham duasını okumaya başladı. Kafasına gelmesinden korktuğu hayatındaki sıkıntılı günlere ait düşünceler rakıyı içince, bir de duayı okuyunca gidiyor, çok rahat uyuyormuş. 50 yıldır rakı içermiş. Eskiden müskirat bayii (tekel bayii) işletiyormuş, tektekçilik de yaparmış. O zamanlar İyi Rakı diye bir marka varmış, 245 kuruşmuş. Yeni Rakı'da 310 kuruşmuş. Bayiler Yeni Rakı şişelerine onu doldurup sahtecilik yaparlarmış. Bu yapmadığından müdavimler bunun dükkanında içerken, 'Oh senin rakılar ne tatlı!' derlermiş, o zamanlar askeden yeni gelmiş, ağzına rakı koymamış olduğundan koklar anlamazmış nasıl tatlı diye. 'Şimdi 'dedi,'gerçekten çok tatlı geliyor.' 'En güzeli Yeni Rakı, bazıları etiketinde yayılmış içenlere bakıp Kulüp içerler ama Yeni Rakıyı hiçbirşeye değişmem. Bir şişe viski koysan ben Yeni Rakıyı alırım.' Elli yıldır içtiği rakılar bünyesine hiç dokunmamış da bütçesini çok sarsmış. 'İzmir'de kaç meyhane var dersen hepsini bilirim, Basmane'de perili konağın olduğu yerde önünde faytonlar beklediği için o zaman Sidikli Ali denen meyhanede başladım, hepsinde içtim ' dedi. Kalorili yiyeceklerden kaçınmasını , karpuz , yağsız peynir yemesini ,göbeği küçüldükçe dizlerine binen yükün ve ağrısının azalacağını söyledim. Midesi hassas olduğu için Endol supp.1x1 ve Doline gel yazdım. 'Senin muhabbetin çok güzel, kahveye uğra da devam edelim' diyerek çıktı.
Salı, Haziran 06, 2006
Bugün astımı için ilaç yazdırmaya gelen bir amcayla sohbet ederken hala sigara içip içmediğini sordum. İçiyormuş. Yaşını sordum 73 yaşımdayım, 31 sene demiryolu işçiliği yaptım dedi. Hep Dinar-Karakuyu hattında çalışmış. Hem yol işçiliği, hem yol bekçiliği yapmış. Yol bekçiliği nedir dedim. Hergün 17 km.lik hattı yürüyerek gider gelir,yolda bozulma varsa hemen telsizle ‘Demiryolumuzda kırılma var çabuk şu km’ye gelin’ diye anons yapar, en yakındaki ekip gelir tamiratı yaparmış. Demiryolları en çok kış şartlarında donma sonucu bozulurmuş. Çalıştığı bölgede kar kış çokmuş. 1971 yılında bir tren kara saplanmış, kendi gücüyle çıkamamış. İşçiler kazma kürek çalışıp kurtarmışlar. Astım ilaçlarını yazdım. Muayenesinde ciğerlerinin durumu çok fena olmadığından ve belli yaşı geçen insanların muafiyet kazandıklarını düşündüğümden istediği gibi sigara içebileceğini söyledim.
Bugün 17 yaşında, Popstar yarışmacısı havasında, efendi bir genç kulakta ağrı ve dolgunluk yakınmasıyla başvurdu. Kendine ait vizite kağıdını görünce ne iş yaptığını sordum. Üniversitede okuyor, part-time olarak da Burger King de çalışıyormuş. Part-time çalışma 7,5 saatlik vardiyalar halinde oluyormuş, yarım saat de yemek molası varmış. Yemekte büyük boy bir ya da küçük boy iki hamburger + kola + patates yeme hakları varmış. Bekleme ömrünü tükenen hamburgerler eğer o sırada yemek yemesi gereken kimse varsa süresi dolmadan önce ona veriliyormuş. Teklif edilmeden yemek yasakmış. Herkes yemeğini yemişse çöpe atılıyormuş. Her ürünün üretimden sonraki bekleme süresi farklıymış. Hamburgerler çeşitli aşamalarda toplam 40’ kadar bekleyebiliyormuş. 'Gerçekten ateşte mi pişiyor etler ?' diye sordum. Donmuş eti dolaptan alıp zincirle ilerleyen bir fırına maşayla koyuyorlarmış. Yavaş yavaş ilerlerken elektrik ızgarasına damlayan yağların alev almasıyla mangal kokusu oluşuyormuş. Başlarken bir eğitim veriliyor, daha sonra hizmetiçi eğitimler sürekli devam ediyormuş. Maşanın nasıl tutulacağından hijyene kadar pek çok ders varmış. Eller her 15 dakikada bir yıkanırmış. Her eleman her istasyonda çalışabilirmiş. Saat ücreti, part-time çalışanlar için 1 lira 60 kuruşmuş. Haftada 4 gün, 8 saat çalışma karşılığında eline ayda 200-250 ytl geçiyormuş. 17 günlük sigorta yapıyorlarmış. Çalışma saatlerini derslerine göre ayarlıyormuş. İş az olduğunda erken çıkmak mümkünmüş ama ücreti kesiliyormuş. Maaşlı çalışanlar da varmış, Onlar’ın maaşları asgari ücretten biraz yüksekmiş, ama çalışma saatlerini aşsalar dahi fazla mesai ücreti alamıyorlarmış. Çalıştıkça yükseliyormuşsun ama maaşın fazla artmadığı gibi sorumuluk çok artıyormuş, bu nedenle kariyerine burada devam etmeyi düşünmüyormuş. Her iki kulağında da buşon olduğundan yumuşatmak için Gliserin damla verdim, ve Pazartesi günü yıkatmak üzere tekrar gelmesini söyledim.
(Fotoğrafta İngiltere'deki Burger King'in büyük patronu bir hafta boyunca Liverpool'da bir restoranda çalışırken.)
Salı, Mayıs 16, 2006
Bugün 35 yıllık bir hamurkar mide yakınmasıyla geldi. Sıkıntısı olup olmadığını sordum. İşyeri çok stresliymiş. Patron işin ucuzuna kaçıp 25 ytl yevmiyeli kürekçiler getiriyormuş ,onlar da ekmeği iyi pişiremiyorlar kabahati hamura atıyorlarmış. 40 ytl lik kürekçi olursa 5000 ekmek satılıyormuş, kürekçi acemi olursa, iyi pişiremezse ya da tutuşturup ekmekleri yanık kokutursa 3500 ekmek satılıyormuş. Satılmayan ekmekleri fırınlar geri alıyor 10 kuruşa hayvancılara satıyorlarmış. 200 gram ekmek aslında 35 kuruşmuş ama rekabet yüzünden 25 kuruşa satılıyormuş. 15 kuruşa kadar ekmek satan varmış. Normalde bakkallara 17,5-20 kuruştan veriliyormuş. Hamur kararken unun kalitesi önemliymiş. Kimi un için yarım saat karıştırmak yeterken kimini 1 saat karıştırıcıda tutmak gerekiyormuş. Hamura un ,maya ,tuz dışında buz, kabartıcı katkı maddesi, ve kocuk dedikleri karışım da katılıyormuş. Kocuk sabah işten çıkmadan hazırladığı sert mayalı hamurmuş. Bir çuval undan hazırlıyormuş, normalden daha sert oluyormuş. Kocukla buz, hamurun sert durması, üstüne çizgi atılınca çökmemesi içinmiş. Çalıştığı fırında ekmeği dört kişi çıkarıyormuş. İki hamurkar, bir kürekçi, bir de kürekçinin çırağı. Çırak beceriksiz olursa da ekmek kötü oluyor, hamurlar kabarınca fırına yetişemediğinden küçülüp kalıyorlarmış. Midesi için Famodin 20 mg tb, ve Trankobuskas drj., ağrı kesici olarak kullandığı Majezik tb. midesini ağrıtacağı için de yerine Vermidon yazdım.
Pazartesi, Mayıs 01, 2006
Cuma günü hapisten yeni çıktığını söyleyen 40 yaşlarında bir kadın sıkıntıları olduğunu ,daha önce içerdeyken kullandığı ilacı yine kullanmasının uygun olup olmadığını sordu. Kadın konuşurken hep efendim diye hitap ediyordu. Bir kavga sırasında cinayetten 5,5 yıl hapis cezası almış. Cezasını Ege Bölgesindeki cezaevlerinde dolaşarak tamamlamış. Bir hapishanede uzun süre kalınca ceza bitmezmiş, o yüzden dolaşa dolaşa yatmış. İlk zamanlarda çok dayak yemiş, Manisa’da kendisini banyo lifi örmediği için döven bir koruma memuresini şikayet etmiş ve memure daha önce de çok vukuatlı olduğundan işten el çektirilmiş. Hapse girdiğinde büyük oğlu 6 yaşında, küçük oğlu da yeni yeni emekliyormuş . Çocuklara babaları bakmış. Şimdi araları hiç iyi değilmiş, çocuklar saygı göstermiyor, sen bizim annemiz değilsin diyorlarmış. O da onlara sık sık bağırıyor , sonra da üzülüyormuş. Yeniden hapse girecek olması da hem çocukların hem kendisinin moralini bozmuş. 5,5 yıllık cezası boyunca yediği yemekler için 2500 ytl ödemesi gerekiyormuş. Ödeyecek durumu olmadığından fakir fukara fonuna başvurmuş ama bir sonuç alamamış. Bu durumda 4 ay 10 gün daha yatması gerekiyormuş. İyi halden ötürü 2 ay 10 gün olarak yatacakmış. Hiç olmazsa yazı çocuklarımla geçireyim, gezeriz kaynaşırız diye 100 ytl bulup buluşturup cezasını 4 ay erteletmiş. Yaz sonunda tekrar cezaevine girecekmiş. Daha önce fayda gördüğünü söylediği için kutusunu getirdiği antidepresan Remeron 30mg.’ı tekrar yazdım, yanına anksiyetesi için Xanax 0,5 ekledim. Derdini mülki amirlere anlatırsa belki çözüm bulunabileceğini söyledim. ‘Teşekkür ederim efendim’ diyerek gitti.
Geçen hafta Kemalpaşa'dan gelen tansiyon hastası yaşlı bir teyzeyi muayene ettikten sonra kirazları sordum. Geçen sene tüccar tarlada 7- 8 YTL ye kadar almış, direk ihraç etmiş. Ufaklarını da 1,5- 2 YTL ye manavlara vermişler. Her çeşit kiraz varmış bahçelerinde ama en çok para eden Salihli imiş. Bu sene ürün nasıl olacak dedim. Ağaçların üstü buz gibi çiçek karşılığını verdi.
İlaçlarını repete ettikten sonra yemeklere tuz atmamasını , tuzlu salça kullanmamasını, ve turşudan,tuzlu çerezden kaçınmasını söyledim.
Her yıl bu mevsimde tütün işine girmek isteyen kadınlar rapor almak için başvururlar. Bu sefer gelenlerden birine işin ne menem bir iş olduğunu sordum. İpe dizili tütünler ipten sökülüp, yıkanıp kurutulup, ayıklanıyormuş. Rengi güzel sağlam olanlar kutulanıp yurtdışına gidiyormuş. Kötü olanlar ise arkadaki başka kutulara atılıyormuş. 'Onlar ne oluyor?' dedim, 'Bilmem gayri, tütün kolonyası oluyordur herhalde' dedi.
Şirket yabancıymış. Geçen sene aylık 1000 ytl' ye yakın para vermişler. Sekiz saatlik üç vardiyada 1000' er kişi çalışıyormuş, iş dört ay sürmüş. Servis varmış, sigorta da yapıyorlarmış. Yalnız yemek için ayrıca para ödemek gerekiyormuş, bu nedenle onu evden götürüyorlarmış. (fotoğraf Küba'dan: Tütün kurutma kulübesinde ufaklıklar )
Geçen gün yakasında kocaman, ortası beyaz bir rozet olan, siyah çizgili takım elbiseli, Underground filmindeki Miki Manojlovic'e benzeyen yakışıklı bir adam mide ağrısı yakınması ile başvurdu. Yakasındaki rozeti sorunca Belediye Encümen üyesi olduğunu söyledi. Yani ne iş yaptığını sordum. Başka bir işi yokmuş. Encümen üyeleri belediye seçimle gelen partili meclis üyeleri arasından seçilirmiş. 25 meclis üyesi,15 encümen üyesi varmış.Meclis ayda bir toplanırmış.Meclis üyeleri toplantı başına 35 YTL alırlarmış. Encümen üyeleri ise götürü usulü, (kaç toplantı olursa olsun) ayda 200 YTL alıyorlarmış. Bir de inceleme komisyonu üyeliği varmış, o da yılda bir toplanırmış, oradan da1500 YTL falan alınırmış. Ayrıca hiçbir sosyal hakları emeklilikleri, sigortaları yokmuş. Gerçekten de hastanın yeşil kartı vardı. Bu ücretler ve şartlar tüm Türkiye'de aynıymış. 'Peki, siz toplanıp maaşınızı arttıramıyor musunuz?' diye sordum. Yeni yasa çıkmış artık arttıramıyorlarmış. 'Ama başbakanımız düzenleme yapacak' dedi.
İki haftalık moladan sonra tekrar Bingöl'deki polikliniğime döndüm.
Bugün bir köy öğretmeni bulantı yakınması ile başvurdu. Karlıova' nın köylerinde üç yıldır eşiyle birlikte çalışıyorlarmış. İlk yıl dağ köylerinde çalışmışlar,şimdi yol kıyısında bir köye inmişler. İstanbul'a bile gidebilmek için (İstanbul en kötü tayin yeriymiş geçim açısından) 10 yıl, İç Anadoluda bir ile gidebilmeleri için 16 yıl çalışmaları lazımmış. Daha önce çalıştıkları dağ köyünde su ve elektrik çok yetersizmiş. Telefon ise yokmuş. Bazen telefon hattını tamir ediyorlarmış ama hava şartlarından hemen yine kopuyormuş. Cep telefonları da çekmiyormuş. Önemli bir haber iletmek gerektiğinde merkeze varmak için 8 saat yol yürümek gerekiyormuş; dağda, karda! Kar bazen çok yumuşak oluyormuş,bu nedenle hedik kullanılamıyormuş. Bir süre karda yüründüğü zaman insanın görmesi azalıyor, her yeri beyaz görmeye başlıyormuş. O zaman kar dolu çukurlara düşmek büyük tehlike yaratıyormuş. Çukur 50 santim olabildiği gibi 3 metre de olabiliyormuş. 4-5 sene önce de bir öğretmeni dağda yürürken kurtlar parçalamış.
Köylülerin davranışlarını sordum: Şimdiki köyde eğer fazla yüzgöz olmazsan iyiymiş, aksi takdirde 'cıvıyorlarmış'. İlk çalıştığı köyde ise hiç saygı göstermiyorlar, çocukları da okula göndermiyorlarmış. Bomboş okulda oturmayı ve yatarak para almayı içlerine sindiremediklerinden tek tek evleri dolaşıp çocukları okula göndermeleri için yalvarmışlar. Çocuklar öğrenmeye hevesliymiş , ama okuldan çıkar çıkmaz ellerine bir dürüm ekmek verip hayvanların başına gönderiyorlarmış, geceyi orada geçiriyorlarmış. Hayatından memnun olup olmadığını sordum. 'Başka gidecek yerimiz yok, zaten gidecek yeri olan buraya gelmez' dedi. Yine de çalışmaktan zevk alıp almadığını, manevi doyumunu sordum. 'Kendini körelmiş hissettiğini, 3 yıl önce mezun olduğunda daha dolu olduğunu, gittikçe yeni bilgiler edinemediği gibi dağarcığındakileri de kaybettiğini' söyledi. Tahililleri temiz olduğundan bulantısının yiyip içtikleriyle aldığı basit bir virüs enfeksiyonundan kaynaklanabileceğini söyledim. Suların kirli olduğunu, kaynatarak içtiklerini ama yine de olabileceğini belirtti. Bulantısı için Metpamid tb., şehre ulaşımın zor olduğunu göz önüne alarak evde bulunması için Novalgine tb, ve Tylol hot poşet yazdım. Elini sıkarak tebrik edip uğurladım.
(Fotoğraf olarak Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba filminde kış günü sınıfın camından bakan öğretmenin fotoğrafını koymak istedim, aradım bulamadım, aynı sahneden başka fotoğraflar buldum. Ayrıca ararken bu sayfayı da buldum: http://okul.blogspot.com/2006/03/revir.html)
Hayat sanki bir deniz, biz de suyun üzerinde ilerliyoruz. İlk zamanlarda, çocuklukta falan, deniz çok dalgalı, sen ise sanki ufak bir salın üzerinde çırpınıyor, bir an önce hızlı hızlı gitmek istiyor, ancak pek fazla yol alamıyorsun.
Zaman geçtikçe teknen büyüyor, kalitesi ve hızı artıyor, ancak senin hızlı gitme isteğin git gide azalıyor.Yavaş yavaş tadını çıkararak gitmek, etrafı seyretmek istiyorsun. Ancak çocuklukta hızlı gitmek ne kadar zorsa, yaşlandıkça yavaşlamak da o denli zorlaşıyor. Bütün motorlarını istop etsen bile artık kocaman bir gemi olmuş olan aracın çarşaf gibi denizin üzerinde hızla ve sessizce kayıyor. Sen ise güverteden geminin pruvasının yardığı suların iki yana doğru açılarak uzaklaşmasını ve ufukta beliren karşı kıyının hızla yaklaşmasını hüzünle izliyorsun.