Salı, Eylül 29, 2009

soda-kola




Bugün başdönmesi yakınması ile başvuran bir gıda mühendisinin tansiyonunu düşük bulunca biraz tuzlu yemesini veya günde bir iki maden suyu içmesini söyledim.



"Çalıştığım işyerinde maden suyu üretiyoruz zaten. İçmeye çalışıyorum ama hele gazsız içince tadı pek kötü oluyor" dedi
"Maden suyu yeraltından doğal olarak gazlı çıkmıyor mu?" diye sordum
"Çok düşük bir gaz oranı var, esas şişelenirken içine karbondioksit basılıyor" dedi
"Soda ile maden suyunun ne farkı var?" diye sordum


"Maden suyu doğal yeraltı suyu, soda ise içine karbondioksit basılmış memba suyu. Gerçi yazın işlere yetişemediğimizde bizim de maden suyunu yarı yarıya sulandırıp şişelediğimiz oluyor. Hatta size bir şey söyleyeyim, bazı küçük su şirketleri de tüketim arttıp da kaynakları siparişe yetişemezse belediye suyunu şişeliyorlar" dedi


"Ben de geçen yaz aldığım bir şişe suyunun tadını kötü bulunca acaba sahte mi diye firmaya yazmıştım, yanıt vermemişlerdi." dedim
"Bu meşrubat işinde üçkağıt çok oluyor. Mesela çeşmeli kola makinelerinde 20 litrelik karton kutuya koyulmuş naylon torbada kola şurubu kullanılıyor. Ambalaj masrafı olmadığından çok ucuza geliyor ama onu bile sulandırırken ayarı ile oynayıp daha da ucuza getiriyorlar" dedi



"Sulandırıldığı belli olmuyor mu?" diye sordum
"Normalde % 11 şeker olması gerekirken 8-9 a kadar düşürüyorlar. Buzla falan kaynayıp gidiyor" dedi

Perşembe, Eylül 24, 2009

temel içgüdü




Bugün 40 yaşlarında bir hastam kontrole geldiğinde
"Doktor Bey, dede oldum"
dedi
"Nasıl yani?" dedim
"Golden retriever cinsi bir köpeğimiz var, dün gece bir batında 7 yavru doğurdu" dedi
"Babası belli mi?" diye sordum
"Belli tabi, yine aynı cins safkan. Bu işte aileler aynı kız alıp verir gibi görüşüyor. Doğumdan sonra erkeğin sahiplerinin de bir yavru alma hakkı var" dedi
"Diğerlerini ne yapacaksınız?" dedim


"İsteyen arkadaşlarımıza vereceğiz, belki satarız. Tanesi 400-500 dolar arasında satılıyor" dedi ve ekledi "Fakat ilk defa böyle bir olay izledim ve tabiata hayran kaldım"
"Neden hayran kaldınız?" diye sordum



"Biz bu köpeği 2 aylık yavru olarak aldık. Daha önce doğum yapmadığı gibi doğum yapan başka bir hayvanı da görmedi. Buna rağmen yavruları doğurdukça dişleriyle önce keselerini yırtıp sonra göbek kordonlarını gövdeye yakın bir noktadan dişleyip koparttı, kordondan başlayarak bütün plasenta ve eklerini yedi. bunu her yavruya tek tek uyguladı. Yavruların her tarafını yaladı, solunumlarını canlandırdı. Burnuyla hepsini emzirme sırasına soktu, çok emeni ittirdi, az emeni güçsüz olanı memeye yaklaştırdı.


Bunların tamamını içgüdüyle yaptı, böyle içgüdüye hayran olunmaz mı Doktor Bey! "dedi



Çarşamba, Eylül 23, 2009

kore tugayı





Bayram tatilinde okuduğum emekli mühendis M.Suat Çakmak'ın anılarından toplumumuzun 50 yılda pek değişmediğini öğrendim.
Kitaptan 1957'de Kore'ye gidecek erlerin eğitimi ile ilgili bir bölüm aktarmak istiyorum:
Kore'ye asker nakli 2500 kişilik Amerikan gemileriyle İzmir Limanından yapılıyordu. Amerikan yaşantısına göre hazırlanmış bu gemiler Anadolu çocuğu olan bizim askerlerimizin yaşam biçimleriyle bağdaşmadığından yıllardır yapılan bu seferlerde karşılaşılan aksaklıklar Amerikalılarca saptanmış ve askerlere bu konuda eğitim verilmesi istenmiş.
Bunların başında tuvalet ve domuz eti meselesi geliyordu. Yüzbaşı bu eğitiler için bizi görevlendirdi.
Hela meselesi için bir gaz tenekesinin üstüne oturulacak şekilde iki tahta çaktırdık. Bu sözüm ona klozetti. Bunu eğitim yapacağımız ağacın altına oynamayacak şekilde yerleştirdik.


Yanındaki bir dala bir rulo kağıt astık. Yukardaki bir daldan da ucuna taş bağlı bir ip sarkıttık. Böylece alafrangavari tuvaletimiz hazırdı. Her er sırayla klozetin yanına geliyor, pantolonunu indiriyor(büyük zorluklar çıktığı için donu indirtmekten vaz geçtik), hela taşına oturuyor, güya işini görüyor, yanındaki kağıt rulosundan güya bir parça koparıp kıçını siliyor, kalkıp pantolonunu topluyor, yanındaki, yukardaki dala asılı ipi çekiyor, güya helayı temizliyordu. Bu uygulamayı her ere 2-3 defa tekrarlattık.



Gemide domuz eti ve domuzla ilgili hiçbir yiyecek yoktur diye defalarca anons edildi.
...

Bir gün nöbetçi subaylara bir emir geldi, bütün eratı güvertede toplayıp yatakhanelerde kuru soğan aradık. İnanılmaz bir şey: Yastıkların içinden, yatakların altından çuvallarla kuru soğan topladık.



Bütün açıklamalara, mutfakta çalışan arkadaşlarının şahitliğine rağmen güzelim sığır etleri atılıyor, soğan çalınıyor, bu tuz ekmekle yeniyor, bu durum da kullanılan kapkacakta daha önce domuz eti pişmiş olma olasılığıyla açıklanıyordu.
Tuvaletlerin hali ise tam bir rezaletti, pislikten yanına yaklaşılmıyordu.


fotograflar buradan

Çarşamba, Eylül 16, 2009

deve reno




Bugün motor çarpması sonucu yaralanan bir hastayı muayene ettim.
Elinde oluşan derin kesiği görünce kazanın nasıl olduğunu sordum.
"Sorma Doktor Bey, benim hatam. Geçerim sandım, yola fırladım, elim motorun sepetine çarptı." dedi
"Çarpan ne yaptı?" diye sordum
"Hiç durmadı. Aslında dursa iyi olurdu, ama söyleyecek bir şeyimiz de yok, ben de 30 yıllık şöförüm, kabahat benim" dedi



Elini dikmek için uyuştururken korkusu azalsın diye sohbet açıp, nerede şöförlük yaptığını sordum
"Şimdi servis şöförlüğü yapıyorum, uzun süre dolmuşçuluk yaptım Gültepe hattında" dedi
"Oraya Deve Reno'lar çalışıyordu değil mi?" dedim


"Evet o Gültepe yokuşlarına başka araç çıkamadığından uzun yıllar onlar çalıştı" dedi
"Ben de şeklinden ötürü Deve deniyor sanıyordum" dedim
"Hayır, güçlü olduğundan deniyordu. Şimdiki İsuzu'la kadar, 150 beygirlik motor vardı onlarda. 40 kişiye kadar aldığımı biliyorum" dedi


"Neden terkedildiler?" diye sordum
"Çok benzin yaktıklarından. Misal, Ford'un Commer'in 1 lira yaktığı yere onlar 2 lira, 3 lira yakıyordu" dedi


Dikiş attıktan elini sonra suya sokmamasını ve pansumana gelmesini söyledim

Çankaya-Gültepe dolmuşu fotoğrafları
buradan

Cuma, Eylül 11, 2009

domates aşkı



Bugün kilo vermesi için uğraştığımız diyabetik bir hastanın tartıya çıkıp da değil kilo vermek, aldığını görünce neden böyle olduğunu sordum.
"Hep domatesten Doktor Bey" dedi
"Nasıl domatesten?" diye sordum
"Şimdi tarla domatesi var ya, ben ona dayanamıyorum, çok yiyorum" dedi
"Domates bu kadar kilo aldırmaz, nasıl yiyorsunuz?" dedim
"Domatı böyle ortadan tekerlek gibi ikiye bölüp tabağa koyuyorum, ama tarla domat olacak, yoksa öbürsünü yemem! Üzerine yarı yüksekliğine kadar has zeytinyağı ekleyip, siz yasaklamış olmanıza karşı azcık da tuz atıyorum.
Sonra yağa taze ekmek banıp, domatı da ısıra ısıra yiyorum, ama bir tatlı oluyor ki..."
dedi ağzı sulanarak


"Domates neyse de size kilo aldıran ekmekle yağ" dedim
"Ama çok seviyorum Doktor Bey, bir oturuşta bir kilo yiyorum!" diye inledi,
"Aslında öğlen işyerinde de yiyeceğim de domatesin çok suyu akıyor, ayıp olur diye yiyemiyorum. Akşam yatarken sabah olsun da domat yiyeyim diye sabırsızlanıyorum. "


Bu kadar kalorili yiyerek kilo vermesinin mümkün olmadığını, böyle kilo almaya devam ederse diyabet kontrolünün bozulacağını söyledim ve bunu ancak haftasonları bir gün yapmasını önerdim.
Hasta domatese aşkını o kadar yaşayarak anlattı ki eve gidince ben de domatese zeytinyağ döküp yedim


Fotoğraflar İspanya'nın La Foia de Bunyol kasabasında her yaz düzenlenen domates festivalinden

Pazartesi, Eylül 07, 2009

gemicilik




Bugün bir gemi kaptanı yola çıkmadan önce yanına almak için ağrı kesici yazdırmak amacıyla başvurdu.
"Nedir bu korsanlık olayları, neden engellenemiyor, gemide sizin silahınız olmuyor mu?" diye sordum
"Ben emekli subayım. Silahım olduğu halde yanıma almam, zira gemide çalışan adamlar- nasıl diyeyim, biraz değişiktir. Karada tutunamamış adamlardır, ahlakları biraz bozuktur. Silah hiçbir işe yaramayacağı gibi daha da sorun çıkartır" dedi



"Kadın gemicinin de olduğu gemi hala kurtarılamadı, neden sizce?" diye sordum
"Korsanlar 10 milyon dolardan başlamışlar, 3,5 milyon dolara kadar inmişler, daha önce Yasa'nın gemisini 500 bin dolara bırakmışlardı" dedi
"Bu armatörün bir teklifi olmuş mu?" diye sordum
"Hayır hiç bir teklif vermediler" dedi



"Geminin bu kadar süre bağlanması o kadar zarara yol açmıyor mu, neden teklif vermiyorlar?" diye sordum
"Armatörler hiç bir zaman zarar etmezler, her şeyleri sigortalıdır. Hem de sigortadan çok iyi para alırlar" dedi
"Gemide kalanlar yiyeceği nasıl buluyorlar?" diye sordum
"Gemilerde kuru erzak çok olur. Pirinç mercimek, zeytin peynir, donmuş et ve gıdalar 3-4 ay rahat yeter. Taze sebze meyve azdır" dedi
"Kadın gemiciler gemide sorun yaşıyorlar mı?" diye sordum
"Son yıllarda kadın zabitler çoğaldı. Makine zabiti bile var. Bana kalırsa kesinlikle kadına göre bir ortam değil ama nedense seçiyorlar bu mesleği. Zabit sınıfında neyse de bir de aşçı olarak kadın alıyorlar, o personel arasında daha çok sorun yaratıyor. Bazen karı koca gemici oluyor" dedi



"O zaman pek sorun olmuyordur" dedim
"Aynı gemiye düşemezler ki. Sürekli ayrı gemilerde, aylarca ayrı kalıyorsun. Mesela geçende Mersin'den Kamerun'a 1 ayda gittik, 4 saat durduk, dönüşe geçtik. Dönüşte de arıza falan oldu 1,5 ay sürdü, 2,5 ay aralıksız denizde kaldık, kolay değil." dedi
"Kadınlar gelince ortamda daha bir kibarlaşma olmuyor mu?" diye sordum
"Yok pek olmuyor. Zaten zabitler ayrı salonda oturur, yemek yer, personel ayrı yerde. Bazen ağzından kaçıyor, kusura bakma diyorsun. Geçende bir limanda kadın zabit tutturmuş beni de gittiğiniz yere götürün diye. Şimdi afedersiniz, gemici limana indiğinde ya midesini doldurur, ya başka işin peşinde koşar. Kızım sana göre yer değil diyoruz, ağladı vallahi beni de götürün diye. O da o hayatı istiyor" dedi


Fotoğraflarda Somalili korsanlar ve kaçırdıkları Horizon 1 gemisindeki 4. kaptan Aysun Akbay

Perşembe, Eylül 03, 2009

yeminli çeviri



Bugün tansiyon ilacı bittiği halde gelip yazdırmayan bir hasta
"Elimde çok çeviri vardı da o yüzden gelemedim" dedi
"Ne çevirisi yapıyorsunuz?" diye sordum
"Ben yeminli tercümanım, bir anda çok iş yığıldı, başından kalkamadım" dedi
"Nasıl yeminli tercüman olunuyor, gerçekten yemin ettiniz mi?" diye sordum


"Çeviriyi, yaparken aslına sadık kalacağım, gizliliğine saygı duyacağım diye bir yemin metni var. Noterine bağlı aslında, kimisi sözlü yemin ettiriyor, kimisi sadece yemin metninin altına imza attırıyor" dedi
"Birden fazla noterde mi yemin ettiniz?" dedim
"Tabi çok çeşitli bürolarla hatta farklı şehirlere çalıştığımdan çeviriyi yaptıranların noter onayını kolaylaştırmak için her büroya yakın bir notere gidip yemin etmem gerekiyor. Noter yemin belgesini kendi dosyasında saklıyor, onay için gelen olduğunda çıkarıp bakıyor. Kendi dosyasında yemini olmayanları onaylamıyorlar" dedi


"Siz elinizdeki başka noterden onaylı yeminle gidip noterin önünde bu çeviriyi ben yaptım deseniz, ya da altına imza atsanız da kabul etmiyorlar mı?" diye sordum
"Hiç denemedim, öyle olabilir. Ama zaten pratikte ben altına imza atmıyorum, benim kaşemi basıyorlar. Hatta benim yapmadığım çevirilerin altına bile kaşemi basabiliyorlar" dedi.


İlacı biter bitmez almayı ihmal etmemesini, aksi taktirde ani tansiyon yükselmesi sonucu beyin kanaması geçirebileceğini söyledim ve ilaçlarını yazdım.

Salı, Eylül 01, 2009

otel rehberliği




Bugün öksürük yakınması ile başvuran bir genç muayeneden sonra

“Hastalığı Bodrum'da kaptım” dedi
“Tatilde miydiniz?” diye sordum
“Hayır çalışıyordum, otel rehberiydim. Klimalı ortamlara gir-çık hasta oldum” dedi


“Nedir otel rehberliği?” diye sordum
“Otele gelen turistlerin sorunlarıyla ilgileniyorsun, akşama dışarı çıkmak ister misin diye soruyorsun. İsterlerse bilet satıp Bodrum’un mekanlarını gezdiriyorsun. İstanbul'dan Ankara'dan ilk kez gelenler oluyor, çevreyi bilmiyorlar.



Çok güzel bir iş, tam tatil. Yatak yeme içme paran yok, beş yıldızlı otelde kalıyorsun. Diyelim Halikarnas'a götürdün, girişe para ödemiyorsun, içtiklerin bedava, ayrıca oraya götürdüğün için biletten de komisyon alıyorsun" dedi
"Neden döndünüz peki" dedim
"Ramazan girince işler bir anda kırıldı" dedi

Ciğerlerindeki enfeksiyon için Klavulanik asit 1gr 2x1 PO yazdım

Salı, Ağustos 25, 2009

kına





Bugün halsizlik yakınamsıyla vitamin yazdırmaya gelen bir hastamın saç rengini değişmiş görünce
"Saçınızı mı boyattınız?" diye sordum
"Kınayla kendim boyadım" dedi
"Kına ile boyayınca kızıl olmuyor mu? Sizinki bayağı koyu kahve olmuş" dedim



"Kınayı sulandırdıktan sonra bir gece demir tencerede bekletirsen koyu kahve boya olur. Ayrıca tabi alttaki rengin de önemi var, bembeyaz saça hiç bekletmeden sürersen portakal gibi de olur" dedi
"Başka bir şey de eklediniz mi?" diye sordum
"Sabitlenmesi için biraz limon ve yumurta da ekliyorum. Sirke de koyulabiliyor" dedi


Kendisine yapay vitaminlerin doğallar kadar etkili olmadığını, en güzel vitamini semt pazarlarından alabileceğini söyledim ve ilaç yazmadım.

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

yazlık ev




Bugün tansiyon ilacı yazdırmaya gelen bir hastaya
"Ne kadar yanmışsınız, tatilde miydiniz?" diye sordum
"Evet, Çeşme'de yazlıktaydım" dedi
"Kendi yazlığınız mı? diye sordum
"Eskiden aynı sitede yazlığım vardı, bir ara para lazım oldu sattım, ama ortamı çok seviyorum. Şimdi her sene aynı yerden ev kiralıyorum, çok daha iyi oluyor. Evim varken her sene badana-boya, tamirat 3-4 milyar masraf yapıyordum. Güneş enerjisi patlamış, kalkıp gidiyor tamirci arıyordum. Şimdi aylığı 1500 liraya eşyalı evi kiralıyorum, kapıyı çekip çıkıyorum, çok rahat" dedi
"Nesini seviyorsunuz sitenin?" dedim

"Aslında evler eski, altyapı yetersiz ama her gün öğleden sonra briç turnuvası var, çok güzel vakit geçiriyorum. Hafta sonları hediyeli yapıyoruz. İkişer lira toplanıyor; birinci ekibe büyük rakı, ikinciye ufak falan, çok eğleniyoruz. Sitede kalanların çoğu emekli asker, albay. Zaten briçi okulda öğreniyorlar. Briç çok güzel, muhakeme yeteneğini arttıran bir oyun, şimdi okullara bile briç dersi koyuyorlar" dedi

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

azerbaycan





Bugün bir hastayı kaydederken doğum yerinin Azerbaycan olduğunu görünce Türkiye'ye ne zaman geldiklerini sordum.

"Ben bebekmişim, Stalin bütün akrabaları Sibirya'ya sürmeye başlayınca babamla anam 4 gün dağlarda yürüyerek aç susuz Türkiye'ye kaçmışlar. Aras nehri buz tutmuş yürüyerek geçmişler. Benden 5 yaş büyük ağabeyimi de yanlarına alamadıklarından orada bir kadının yanına bırakmışlar" dedi


"Abinizle görüşüyor musunuz şimdi?" dedim
"Evet 1979'da birbirimizi bulduk. Abim Kars'tan gelen herkesin yanına gider babasını anasını tanıyıp tanımadıklarını sorarmış. Bir gün, bizim komşu köyden Rusya'ya giden bir adam 'İsimleri yabancı gelmedi, sen mektubunu ver ben araştırayım' demiş. Türkiye'ye döndükten sonra bir gün Kars'taki terzi dükkanının önünden geçerken gireyim de elbiselerimi ütületeyim deyip içeri girmiş.


Soyunurken cebideki zarfı çıkartıp masanın üzerine koymuş. Şu işe bak ki, terzinin çırağı da bizim akraba, hemen mektubu kapıp getirdi.
Abim adını, anasının babasını adını, adresini hep yazmış. Biz de ona mektup davetiye gönderdik. İlk defa 1979 da Türkiye'ye gelebildi..."




Sustu, gözleri doldu, ağlamaya başladı
"Tren garında indiler. Karısıyla birlikte. Yere kapandılar toprağı öptüler, bayrağı öptüler. Biz parçalanmış bir aileyiz Doktor Bey" dedi



Çarşamba, Ağustos 12, 2009

takvim sahibi olmak


Bugün sivilce yakınmasıyla başvuran bir hastanın üzerindeki tişörtte "Nepathaya-2063"
ibaresini görünce
"Bu neyi anlatıyor?" diye sordum
"Bu Nepal'li bir rock grubunun konser tişörtü. Nepal'de konserlerine gitmiştim, oradan hatıra" dedi




"2063'te mi meşhur olmayı planlıyorlarmış?" dedim
"Yok zaten çok meşhurlar, bu Nepaldeki bir takvime, Bikram Sambat'a göre yazılmış, bizim tarihle 2006 oluyor" dedi


"Nepal'de birden fazla mı takvim var?" diye sordum
"Evet Nepal ve Hindistan'daki bir geleneğe göre ülkedeki herkesin borcunu ödeyen kişi kendi adına bir takvim başlatabiliyor.


Günümüzde insan da, borç da çok; yapmak imkansız ama eskiden çok olurmuş. En son 1100 yıl önce olmuş, Sankhadhar Sakhwa adlı bir hayırsever tüm borçları ödemiş ve Nepal Sambat oluşmuş. Yani en yeni takvim şimdi 1100 yılında" dedi

Akneleri için Alcool Salycyliqué % 2 yazdım ve yağlı yiyeceklerden, çiğdemden, çikolatadan uzak durmasını söyledim.


Fotoğraflar geçmiş yıllardaki Pirelli takvimlerinden

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

maddi hasarlı trafik kazası tespit tutanağı



Geçen hafta karıştığım ufak bir trafik kazasıyla trafik kaza tutanağı tutmanın inceliklerini öğrendim.
Başıma gelen kazaya üç araba karışmıştı, fakat tutanakta doldurulacak sadece iki arabalık alan vardı, hiçbirimizin kaskosu yoktu.
Ne yapacağımızı öğrenmek için şöförlerden biri sigortacı anlayan bir arkadaşını aradı, sordu: 'İkiden fazla araba karıştıysa trafik polisini ya da jandarmayı çağırmanız gerekirmiş' dedi. Çağırdık, ama uzun süre gelen giden olmadı.


Bu arada söylenenler pek aklıma yatmadığından ben de sigortacımı aradım.
Eğer taraflar kazanın nasıl oluştuğu konusunda aynı fikirdelerse, trafik polisine ve alkol muayenesine gerek olmadığı, ikinci bir tutanağa 3. aracın bilgilerinin yazılmasının ve olay yerinin fotoğrafının çekilmesinin yeterli olduğunu, tutanağın fotokopilerinde ıslak imza olmasının çok önemli olduğunu söyledi. Söylediklerini yaptık, hikayeyi yazıp altnı hep birlikte imzaladık, birbirimizin ruhsat, ehliyet ve sigorta fotokopilerini aldık.



Gerçekten de sigortada sorun çıkmadı, hasarımız karşılanacakmış. Seviste öğrendiğime göre de eğer olaya karışan ve hasar gören arabalardan birisi sigortaya başvurmazsa dosya kapanamadığından ödeme yapılamıyormuş
(Trafik sigortasından yararlandığımız arabanın başvurması, kusurlu o olduğu için şart değilmiş)


İlk fotograf, daha önce konuyla ilgili eğlenceli bir yazı kaleme alan Duygu Özpolat'tan


Perşembe, Ağustos 06, 2009

AB




Bugün soğuk algınlığı yakınması ile başvuran, Almanya'dan gelmiş bir işçiye
"Hangi yolla geldiniz?" diye sırdum
"Kara yolu ile Kapıkule'den geldik. Bu sefer çok rahat oldu. Avrupa Birliğine girmek Bulgaristan'a çok yaramış.

Geçen yıl kapıdaki gümrükçü "Komşu bahşiş" dedi, vermedim.
Gümrükçü "Komşu hızlı olsun, koy pasaportun arasına birşeyler" dedi.
Vermem deyince bagajları gösterip silah dedi, esrar dedi. Buyur ara dedim, elini salladı bıraktı geçtim, ama çok eziyet oluyordu.



Bu sene herkes işini yaptı, tek rüşvet isteği olmadı.

Zaten kapıda her yere kocaman Türkçe ilanlar asmışlar: 'Eğer sizden birşey isteyen olursa bu numarayı arayın' diye" dedi.

Soğuk algınlığı için Parasetamol tablet 3x1 yazdım.

Pazartesi, Ağustos 03, 2009

Автомат Калашникова образца 1947 года*




Bugün ilaç yazdırmaya gelen bir hastanın karnesindeki askeri kıyafetli fotoğrafını görünce
"Askeriyede sınıfınız neydi?" diye sordum
"Ben ordonatçıydım. Hafif silah teknisyeniyim" dedi
"Nedir hafif silah?" dedim
"İşte tüfek, tabanca, roketatatr, bunların bakımı tamiri gibi işler" dedi
"Bizim orduda hala G3 piyade tüfeği mi kullanılıyor? Onlar ne kadar çok tutukluk yapıyordu, yerli üretim miydi?" diye sordum
"Yerli üretimdi ama patentini Almanlar'dan aldık. Şimdi Kalaşnikof AK-47 kullanılıyor, en azından benim çalıştığım Güneydoğu bölgesinde öyle" dedi


"Ne üstünlüğü var Kalaşnikofun G3 e?" dedim
"Her hava koşulunda ateş ediyor, yağmurdan çamurdan etkilenmiyor, taşıması kolay, bakımı kolay, daha seri atıyor, tutukluk yapmıyor" dedi


"Bildiğim kadarıyla Çin malı kalaşnikoflar da var, değil mi?" dedim
"Evet, pek çok ülke üretim yapıyor. Hatta bunun yüzüden büyük bir sorun yaşadık. Ben Rusya'ya kalaşnikof almaya giden heyetteydim. Rus malı silahları aldık, getirdik, bir gariplik var. Silahları ambalajından çıkartıyoruz, 5-6 kez ateş edince halkalanma başlıyor"
"Halkalanma nedir?" diye araya girdim
"Namlunun çinde halkavi çizgiler oluşması. Normalde namluya bakarsın, içi pırıl pırıldır.



Bu çizgilenme merminin hızını keser, yönünü şaşırtır, hatta mermi takla atarak gider. Namlular söküldü analiz edildi, içindeki çelik oranı çok düşük çıktı. Meğer Ruslar silahlara Çin malı namlu takmışlar" dedi
"Sonra ne oldu?" diye sordum
"Sanıyorum 40 bin kadar tüfek vardı.Hepsi 2-3 kargo uçağıyla geri gönderildi, sorumlular hakkında da soruşturma açıldı. Heyete makine mühendisi alınmamasından kaynaklandığı söylendi" dedi

İkinci fotografta tasarımcı Michael Kalaşnikov

* Otomatik Kalaşnikof tüfeği 1947 Model S