Çarşamba, Mayıs 26, 2010

devrecilik




Bugün kilo alma yakınması ile başvuran bir hastaya risk faktörlerini değerlendirmek amacıyla sigara içip içmediğini sordum.
"Askerlikte içtim, sonra bıraktım" dedi
"Askerde neden başladınız" diye sordum
"Askerliğim biraz sıkıntılıydı. Bir sınır karakolundaydım, bizim karakolda devrecilik vardı" dedi
"Devrecilik nedir?" dedim
"Senden üst devreler hiç bir iş yapmıyorlar, yapmadıkları gibi bir de eziyet ediyorlar. Bütün temizlik, bulaşık, nöbetler sende." dedi


"Komutana neden şikayet etmediniz?" diye sordum
"Komutan da onları tutuyordu. Hatta bize ilk geldiğimiz gün şaka yaptılar. Komutanla üst devreler üniformalarını değiştirmişler. Bize bir yandan kol gibi su akan havuzdaki suyu saatlerce kaşıkla boşalttırdılar.


Barfiks çektirdiler, yerlerde süründürdüler. Bayrak direğindeki bayrağın yönü rüzgardan ötürü hep yurt dışına bakıyordu, ikidebir direğe tırmandırtıp bayrağın yönünü çevirtiyorlardı. Rüzgar estikçe yine dönüyordu, böyle bir sürü mantıksız eziyet işte..." dedi

Kilo vermek için öncelikle şeker ve şeker içeren gıdaları kesmesini, porsiyonlarını küçültmesini, sık sık az az yemesini, ve mutlaka haftada en az üç gün en az 1 saat spor yapmasını önerdim.


Fotoğraflar Nefes filminden

Salı, Mayıs 11, 2010

nitrogliserin





Bugün kalp ilaçlarını yazdrımak için başvuran bir hastaya nereden emekli olduğunu sordum.
"Makine Kimya'dan emekliyim" dedi gururla.
"Kırıkkale'den mi? diye sordum
"Hayır Ankara Elmadağ'dan. MKE'nin Kırıkkalede sekiz, Ankara'da üç, bir de Çankırı'da fabrikaları vardır" dedi
"Neden hep İç Anadolu'da, savunma amaçlı mı?" diye sordum
"Olabilir, bilmiyorum" dedi


"Ne üretiyordunuz?" dedim
"Dinamit ve fitil üretiyorduk. Riskli iş, kazası çok. Nitrogliserinle uğraşıyorsun. Biliyorsunuzdur, nitrogliserin taşınırken sarsılırsa patlar" dedi
"Böyle eski bir film vardı, kamyonlarla patlayıcı taşıyorlardı da en sonunda patlıyordu" dedim


"Evet, Dehşet Yolcuları diye çok güzel bir filmdi. Eskiden nitrogliserin yoğurtçular gibi kovalarla taşınırmış. Artık borularla taşınıyor" dedi
"Barut da yapıyor muydunuz?" diye sordum
"İki çeşit barut vardır. Kara barut salkım söğütten yapılır, başka bir şeyden olmaz. Söğüt ağacını fırında kömür haline getirip, ufalayıp, amonyum nitratla karıştırırsan barut olur. Fitillerde bu kullanılır. Nitrogliserinden beyaz barut üretilir, tepmesiz toplarda, dinamitte kullanılır, onun formülü ayrıdır." dedi.



Fotoğraflar adı geçen filmden
Filmle ilgili rahmetli Hızır Tüzel'in yazısı da burada

Perşembe, Mayıs 06, 2010

çıkıkçı




Bel fıtığı nedeniyle bir beyin cerrahının ameliyat olmasını, bir diğerinin de olmamasını önerdiği bir hastam bana danışınca kendisini güvendiğim bir
kayropraktik uzmanına yönlendirmiştim.
Bugün kontrol için geldiğinde nasıl olduğunu sordum.
Utanarak ,
"Gönderdiğiniz merkezde 2 hafta sonrasına randevu verdiler. Ben de arkadaşlarımdan methini duyduğum Alaşehir'deki birine gittim. Adam bana bir masaj yaptı, şimdi çok iyiyim. Kontrol filmlerini gören cerrah da fıtığın içeri giridğine hayret etti, filmleri alıkoydu" dedi
"Nasıl masaj yaptı?" diye sordum
"Şimdi bu adamın yeri sanayi sitesinde traktör tamircisi. Önceden randevu aldık, ben 46. sıradaydım. 100 kişi bakıyormuş günde! Beni masaya yatırdı, elleriyle yoklayıp fıtıkların yerini tek tek saydı. Sonra yağladı, çekti, bacağımı kıvırdı, canım epeyce yandı. Bitince kalk şimdi 1 saat dolaş oturma sakın dedi. O anda birşey farketmedim ama o günden beri bacağımdaki ağırlık ve ağrı kalmadı" dedi
"Kaç paraya yapıyor bu işi?" diye sordum



"Para istemiyor. Çıkışta bir kutu var, isteyen istediği kadar 10-20 atıyor. Adam zaten dönüp de bakmıyor bile o tarafa. Sizin tavsiye ettiğiniz yere de gideceğim" dedi
Kendisine iyileştiğine göre artık oraya gitmesine gerek kalmadığını, kayropraktik uzmanlarının da aynı işi yaptıklarını ancak işin eğitimini bilimsel yollarla alıp bunu diplomaları ile kanıtladıklarından daha güvenilir olduklarını, kendisinin gittiği gibi alaylı kişilerin gerçekten işinin ehli olabileceği gibi piyasada pek çok şarlatan da olduğunu, bilinçsiz yapılan manipülasyonların kalıcı hasarlar yaratabileceğini, bunlardan birine denk gelmediği için şanslı olduğunu, söyledim.

Fotoğraflar Soul Kitchen filminden

Perşembe, Nisan 29, 2010

izmir ticareti





Bugün İzmir'e Ambalaj Fuarı için İstanbul'dan gelmiş bir hasta soğuk algınlığı yakınmalarıyla başvurdu.
"Nasıl geçiyor Fuar?" diye sordum


"Sormayın bugün ilk gündü, doğru düzgün gelen olmadı, boş oturuyoruz. Yarın zaten Cuma, herkes sahile kaçacak, çok verimsiz bir fuar oldu. Kimi firmaların çalışanları masaların üzerine broşürlerini koyup, 'Kartınızı bırakıp broşür alabilirsiniz' diye yazı yazıp gittiler. Üç hol planlanmıştı ancak bir holü dolduracak kadar firma katıldı. İstanbul'da aynı fuar düzenleniyor, hem katılımda hem ziyaretçide izdiham oluyor
.

Ben de İzmir'liyim ama bu şehrin üzerine ölü toprağı serpilmiş. Herkeste bir miskinlik, bir atalet. İstabul'dan bir hafta ayrılıyorum, dönüşümde mutlaka birşeyler değişmiş oluyor. Bir yere köprü yapılıyor, bir duvarı boyuyorlar, bir tarafın çiçeğini değiştiriyorlar.



Buraya aylar sonra geliyorum, hiiç bir değişiklik yok!" dedi


Soğuk algınlığı için Parasetamol tablet 3x1 yazdım

Konak Meydanı fotoğrafları Çağlar Tükel'e ait

Çarşamba, Nisan 28, 2010

okul kantini






Bugün okul kantini işleten bir kişi sağlık raporu almak için başvurdu.
"Okul kantinlerinde satılması yasak olan bir şey var mı?" diye sordum
"Bir ara asitli içecekler yasaklanacak deniyordu ama birşey çıkmadı. Şimdi sadece Tarım ve Köy İşleri bakanlığından onaysız gıda maddelerinin satışı yasak, mutlaka onaylı olması lazım" dedi
"Bunların satışı zaten heryerde yasak değil mi?" ddedim




"Evet denetimlerde yakalanırsa hem senin, hem firmanın başı yanar" dedi
"Fiyatları okul idaresi mi belirliyor?" dedim
"Hayır kantincilerin derneği var, onlar belirliyor, ama o bile yüksek kalıyor. Derneğin hamburgere verdiği fiyat 2.25 lira, biz 1.75'e satıyoruz." dedi



"Ucuz değil mi 1.75?"dedim
"Tavuk etli köfte koysan daha ucuza da satılır. Biz Pınar'ın dana köftesini kullanıyoruz. Zaten çocukların harçlığı daha pahalısına yetmiyor ki..." dedi

Gıda işletmelerinde çalışanların sağlık raporları için gerekli tahlilleri yaptırması için kendisini hastaneye sevk ettim.

Salı, Nisan 20, 2010

olağan şiddet




Bugün kenar mahalelerde çalışan bir öğretmen hastam ses kısıklığı yakınması ile başvurunca
"Nasıl var mı öğrencilerinizin yeni maceraları" diye sordum
"Olmaz mı! Bugün özgürlük konusunu işliyordum. Genel özgürlük kavramının yanı sıra kişisel haklar, kimsenin özel hayatına karışılmaması gibi konuları da anlattım.
Erkek öğrencilerden biri kalktı:
'Öğretmenim dün bizim mahallede Ali'nin ablası Hacer'in nişanlısı yolunu kesti. Biz de kaç bıçak olacak diye seyrettik, karışmadık' dedi" dedi


"Kaç bıçak olmuş?" diye sordum.
"Yedi olmuş" dedi
"Hacer yaşıyor muymuş?" diye sordum
"Sormadım artık gerisini. Benim de moralim bozuluyor. İlk başta daha fena oluyordum, şimdi biraz alıştım. Geçen hafta bir kız öğrenci ayağı sarılı geldi.
'Ne oldu ayağına' diye sordum


Çok sıradan bir olaymış gibi,
'Üvey babam anneme ateş ederken yanlışlıkla beni de vurdu' dedi.
Veliler hapishaneden mektup yazıyorlar; çocuğumuzu iyi okut, bizim gibi olmasın diye" dedi

Çarşamba, Nisan 14, 2010

izmir futbolu






Bugün allerjik rinit yakınmaları ile başvuran bir futbol teknik direktörüne
"Geçen hafta Alsancak stadında kavgalı bir maç mı oldu? Bisikletle geçerken yol boyu cam kırıkları gördüm" dedim
"Ha evet, Altay ile Bucaspor'un maçı vardı, sonrasında Altay'lılar taraftarları taşıyan belediye otobüslerini taşladılar. Ne yazık ki bu kültürü yerleştiremedik" dedi
"Altay mı yenildi?" diye sordum



"Maç berabere bitti, ama Altaylılar içlerine sindiremiyorlar. Kaç yıldır uğraşıp çıkmadıkları süper lige aşağılardan gelen Bucaspor bir senede çıktı" dedi
"Bucaspor birinci lige mi çıktı!"diye hayret ettim
"Bir iki puan daha alırlarsa çıkacaklar. İyi bir şey tabi, İzmir'in de birinci ligde bir takımı olacak" dedi



"Nasıl başardılar Göztepe'nin, Karşıyaka'nın, Altay'ın bunca yıldır yapamadığını?" diye sordum



"Yönetim göreve gelir gelmez altyapıya önem verdi. Kaynaklar'da 4 tane antreman sahası yaptılar. İzmir'de başka çim saha yok zaten. Altyapıdan gelen iyi oyuncuları var " dedi
"Göztepe'nin Gürsel Aksel Stadı çim değil mi?" dedim



"Orası suni çim. Futbolcular koşarken bile sakatlanıyorlar. Suni çimde halı saha maçı gibi antrenman mı olur. Göztepe yönetimi sanki olaya ticari yaklaşıyor gibi. 5 liraya forma ürettirip 60 liraya satıyorsun. Taraftar da ateşli, ikişer ikişer alıyor, güzel para!" dedi



Allerjisi için Flutikazon nasal sprey 2x2 yazdım , sabahları evden çıkmadan kullanmaya özen göstermesini söyledim.

Salı, Nisan 13, 2010

Rize






Bugün ilaç yazırmak için başvuran 70 yaşın üzerinde bir hastanın kimliğinde doğum yerinin Rize-Mermerdelen olduğunu görünce

"Bu Mermerdelen adı bir sudan geliyor herhalde" dedim
"Evet, çok güzel soğuk bir suydu, mahallemize adını vermişti. Gemiler bile gelip ordan su alırdı ama artık yok. Üzerinden yol geçti. Mahallemiz de çok güzeldi arkamız dağ, önümüz denizdi.


Evimizden çıkıp denize girerdik. Şimdi evin önünden otoban geçti, denizi göremez olduk" dedi
"Siz çocukken çay ekimi başlamış mıydı Rize'de?" diye sordum
"Benim babam ilk çay ekenlerdendi. Batum'dan getirimiş çay fidanını, bahçeye dikti. Onun tohumu döküldükçe çoğaldı. Zihni Derin vardı ziraat mühendisi, O çok çalıştı. Adını çay fabrikasına verdiler sonradan.


Ondan sonra devlet ekimi teşvik etti babam da gidip bizim bahçeyi kaydettirdi." dedi

"Çayı kaydettirmek mi gerekiyordu?" diye sordum
"E kredi almak için , gübre ilaç için kaydettirmen gerekiyor tabi" dedi



"Çaydan önce ne yetiştiriyordu Rize'liler?" diye sordum
"Mandalin yetiştirirdik. İzmir'in çekirdeksiz mandalini Rize'den gelmiştir. Eskiden buranın mandalinleri çekirdekliydi. Tam o yıllarda mandaline bir hastalık geldi, herkes çaya döndü. Mandalin için duzluk arazi lazım, çay dağ taş, çalılık, heryeri örtüyor. Daha verimli oldu. Şimdi de kivi yetiştiriyorlar" dedi

Fotoğraflar Rize ve Rizeliler

Çarşamba, Nisan 07, 2010

nüfus kaydı




Bugün Tuhan isimli bir bebeği muayene için getirdiler.
Muayenesi bittikten sonra reçetesini yazarken
"Ne demek Tuhan?" diye sordum

"Tuhan işte. Nuh'un tuhanı yok mu!" dedi babası

"Tufan değil mi o" dedim


"Ben de Tufan koydum aslında. Nüfus müdürlüğüne gittim, bir kağıda yazdım verdim. Kimliği elime alınca bir de baktım Tuhan yazmışlar. Geri verip düzelttirmek istedim. Mahkemeye başvuracaksın dediler" dedi
"Yani hemen o anda söylediniz, düzeltmediler öyle mi? Böyle bir harf değişikliği çocuğun bütün hayatı boyunca sorun yaşamasına neden olur. Tartışma çıkartmadınız mı?" diye sordum
"Yok mahkeme lafını duyunca hiç üstüne gitmedim" dedi

Fotoğraflar hiphopçu Tuhan

Salı, Nisan 06, 2010

boş sınıfta hapislik





Bugün bir lise öğretmeni kapıdan girer girmez
"Hocam hiç lafı dolaştırmayacağım, rapor almak istiyorum" dedi
Neden rapor almak istediğini sordum
"Ben 12. sınıflara ders veriyorum. Şu anda sınıflar hemen hemen boş, ya bir-iki öğrenci var, ya hiç yok. Veliler dilekçe vererek öğrencileri izinli saydırdılar. Fakat okul idaresi bizim ders saatlerinde sınıfta oturmamızı istiyor. Ben de boş sınıfta oturmaktan sıkıldım" dedi



"Ders saatleri dışında nerde oturuyorsunuz?" diye sordum
"Ders saatlerimiz dışında okulda olma zorunluluğumuz yok. Benim haftada 14 saat dersim var. O saatlerde gidiyorum. Diğer okullarda da öğretmenler ders saatlerinde geliyor ama öğretmenler odasında oturuyor, film izliyor ya da sohbet ediyorlar" dedi
"Sınıfta kullanabileceğiniz dizüstü bilgisayarınız yok mu?" dedim.
"Var ama boş sınıfta hapis gibi oturmak istemiyorum" dedi


Kendisine hasta olmadığı için rapor veremeyeceğimi söyledim.

Bu konuda geçen yıl yazdığım bir yazı burada

Cuma, Nisan 02, 2010

marka aidiyeti





Bugün depresyon tanısı ile bir süredir takip ve tedavi ettiğim, modern giyimli, saçları açık renk boyalı bir hanıma kendisini depresyona sokan, oğlunun madde bağımlılığının nasıl olduğunu sordum.
"Doğu'da bir Üniversiteyi kazandı, şimdi çok iyi. Orada bir emmisi var, oğluma çok yardımcı oldu" dedi


"Emmisi mi var?" dedim
"Oralarda büyüklere öyle deniyormuş. Kaldığı öğrenci yurdunun karşısında kafe işleten birisi. Ben de gittim gördüm. Oğlum namaz kılmaya başladı, inşallah Adıyaman'a da göndereceğiz" dedi
"Menzil'e mi?" diye sordum
"Evet Menzil'e" dedi




"Peki oğlunuz bu işte de aşırıya kaçarsa diye korkmuyor musunuz?" diye sordum
"Yok bunlar öyle insanlar değil. Evlerine gittim kaldım. Her şeyi yiyorlar" dedi
"Nasıl her şeyi yiyorlar?" dedim



"Yani mesela benim İstanbul'da Fatih'te akrabamlar var. Onlar sadece Ülker ve Bizim markalarını yiyorlar. Bunlarda her marka vardı" dedi

Pazartesi, Mart 29, 2010

tatlı su balıkçılığı





Bugün ilaç yazdırmaya gelen Saruhanlı’lı bir hastaya Gölmarmara’da balık tutup tutmadıklarını sordum.
“Tutuyoruz” dedi.
“Hangi balıklar çıkıyor?” diye sordum.
“Sazan çıkıyor, Levrek çıkıyor, Yılanbalığı çıkıyor” dedi.



“Levrek dediğiniz dişli turna değil mi?” dedim, öyleymiş.
“Balığı hangi yemle tutuyorsunuz?” dedim
“Yok oltayla değil, biz takımla, ırıpla tutarız” dedi.
“Irıp ağ mı oluyor?”dedim
“Evet iki türlüsü var, bir çektirme bir de salma. Biz geceden salıyoruz, sabah topluyoruz, bir de 10-15 gün sonra zıpkınla da avlarız. Zıpkını bilir misin böyle geniş ağızlı” dedi.
“Zıpkınla suya girmeden avlıyorsunuz değil mi?” dedim
Olur mu dizimize kadar giriyoruz. Bu mevsimde artık suyun içinde ne oluyoırsa bilmiyorum, kıyıda kaynaşıyorlar. Suyun içinde böyle simsiyah sırtını görürsün” dedi
“Ağdan ne kadar balık çıkıyor bir seferde, büyükleri oluyor mu?” diye sordum.
“30-40 kilo çıkıyor. Ben çocukken 8-10 kiloluk sazanlar çıkardı. Boyu Murat arabanın bagaj düğmesine kadardı” dedi.



“Yılanbalığı da aynı ağla mı yakalanıyor?” dedim.
“Yook, onun takımı başka, böyle kutu şeklinde, ufak deliği var, içine girdi mi bir daha çıkamaz, ama bilmeyen de yılan sanır yanına yaklaşamaz” dedi.




“Balıkları nasıl pişiriyorsunuz?” diye sordum.
Sazanı tava da yaparız, ızgara da. Baharda şimdi daha yağlı olur, içinden havyar da çıkar. Yılanbalığını ise pişirirken yağını üç kere dökeceksin, anca öyle tadını alırsın” dedi



“Kızartma yağını mı üç kere değiştiriyorsunuz?” diye sordum
“Hayır, Yılanbalığı çok yağlıdır, yağsız tavaya koydun mu yağını salar. Öyle bir seferde pişirip yersen insanın içini bulandırır. Yağını bıraktıkça dökeceksin. En son yağı kalmayınca iki tarafını kızarttın mıydı, tadına doyum olmaz” dedi.

Pazartesi, Mart 22, 2010

Kore




Haftasonu evimize konuk olan Kore'li bir kıza Asya ırklarını dış görünüşleriyle birbirinden ayırıp ayıramadıklarını, sözgelimi bir Japon ile bir Koreliyi ayırt edip edemediklerini sordum.
"Elbette edebilirim" dedi



"Bize Japon, Çinli, Koreli, hepsi aynı gibi geliyor" dedim
"Bana da batılılar öyle geliyor. Nereli olduklarını asla tahmin edemiyorum" dedi
"Mesela Japonları nasıl ayırt ediyorsunuz?" diye sordum
"Japonların saçları kahverengi olur, ağır sert makyaj yaparlar" dedi




"Nasıl kahverengi?" dedim
"Yani saçlarını boyarlar" dedi
Gülerek,
"Tamam da saçlarını boyamazlarsa nasıl anlıyorsunuz?" diye sordum




"Anlıyoruz ama nasıl anladığımızı size anlatmam zor. Görünce anlıyoruz işte" dedi
"Kuzey Kore'ye gidebiliyor musunuz?" diye sordum
"Belli turlarla belirli rotalara gidebiliyoruz ama özgürce dolaşmamız yasak" dedi


"Kuzeydekiler Güney'e gelebiliyor mu?" dedim
"Asla! Sınırı kaçak geçmek de çok zor. Ancak Çin üzerinden kaçarak gelebiliyorlar, ama bunun için de Çin içerisinde 3000 km yol yapmaları lazım. Bu sıırada Çin polisine yakalanırlarsa geri gönderilip hapis ya da idam cezası alıyorlar" dedi

İkinci resim ilginç bir siteden
Üçüncü resimdeki anime havası veren Japon malı geniş lensler burada.
Dördüncü çizim bir forumdan.

Salı, Mart 16, 2010

deve güreşi




Bugün öksürük yakınması ile başvuran bir hasta;
"Haftasonu Kemalpaşa'da deve güreşlerinde üşüttüm. Çok ayaz vardı, biraz da alkol aldık, şifayı kaptık" dedi
"Nasıl oluyor deve güreşleri. Hep ilanlarını görüyorum ama hiç gitmedim, turistik bir şey mi?" dedim



"Şimdi bu Ege bölgesine has bir olay, meraklısı çok! 40-50 deve katılıyor. Develeri bir görseniz... 40-50 bin liraya satılıyor bir tanesi. Sırayla develer güreştiriliyor. Ağızları bağlı oluyor, birbirlerine çelme takıp deviriyorlar. Kazanan başpehlivan oluyor, ödül kazanıyor. " dedi


"Ödül ne kadar?" diye sordum
"Belediye baştan ilan ediyor, 2-3 bin lira falan oluyor. Zaten Belediye başkanlarının falan da develeri var. Ayrıca katılanlara da bir miktar para veriyorlar devenin nakliyesi için. Taa Çanakkale'den, Aydın'dan gelenler var. Deve güreşi işin bahanesi, millet esas rakı içmeye geliyor" dedi



"Nasıl içiliyor, yanında mı getiriyorsun, orada mı satılıyor" dedim
"Herkes yanında getiriyor, orada deve sucuğu falan satıyorlar, başka pek bir şey yok. Yere hasır serip oturuyorsun. Şaka maka bu Ege köylüsü bir acayip içiyor. Sabah 9 da mangallar yakılıp içilmeye başlanıyor. Ben de ilk defa böyle sabahın köründe içtim." dedi



"Giriş paralı mı?" diye sordum
"Burası parasızdı. Bazı yerlerde paralı oluyor" dedi

Muayenesinde akciğer enfeksiyonu saptadığımdan Klavulanik asit tb 1gr 2x1 yazdım.



İlk fotograf Serhat Durmaz'ın.
Diğerleri Tire Deve Güreşlerinden
Cemal Öktemer'e ait.