Pazar, Ekim 29, 2006
Bayram tatilinde Atasoy’ların dünya seyahatini okurken Osman Atasoy’un denizciliğe yaklaşımı ile Rahmi Koç’unki arasındaki farkı öğrendim.
Daha önce dünya seyahatine başladığı günlerde Rahmi Koç’a neden Türk bandıralı (bayraklı) bir tekne kullanmadığını soran bir mail atmıştım. Yanıt almadım ama bir röportajında okuduğuma göre yedek parça ithalinde sorun yaşıyormuş, o nedenle Türk bandırasını tercih etmemiş.
Osman Atasoy’a, İtalya’nın Messina limanında sırf bayrağı yüzünden teknesinde köpeklerle uyuşturucu aranınca yanındaki tekneden Alman denizci akıl veriyor:
‘Siz de başka bayrak çekin; mesela Fransız veya Alman bayrağı, kimse gelip de bu bayrak sizin mi diye sormaz, rahat edersiniz’
Atasoy şöyle yazmış:
‘Tavsiyesini yerine getirmemizin özellikle Türk bayrağına sorun çıkartan Akdeniz ülkelerinde belki pratik faydası olurdu, ama bu sefer kimliğimizi inkar etmiş olurduk. Üstelik bir parça rahat uğruna o bayrağı ayakta tutabilmek için canlarını vermiş şehitlerin anısına saygısızlık etmiş olurduk. Ayrıca denizcilik adabı her denizcinin teknesinde kendi sancağını taşımasını gerektirir. Uzaklar’ı alışımızda bu geleneği bilmemizin de payı olmuştu. Aynı paraya daha büyük ve konforlu tekneler bulmamıza rağmen, sırf yabancı bayraklı oldukları için almamıştık.’
Kaderin cilvesi olarak Uzaklar teknesi şu anda Koç müzesinde sergileniyor; ilginç hikayesi için Nuriye Akman’ın röportajı burada: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=435995
Cuma, Ekim 20, 2006
Geçen hafta öksürük yakınması ile başvuran bir ramazan davulcusuyla sohbet ettik:
35 yıldır kendi mahallesinde davul çalıyormuş. İzin belgesi için kaymakalmlığa dilekçe vermiş, dosya açtırmış, 15 YTL almışlar. Herhangi bir sınav falan olmamış. Mahalle büyük olduğundan üç kişi çalışıyormuş. Gece saat 3’te kalkıp 4 - 4:30 a kadar çalıyormuş. Yaklaşık 150 sokak geziyormuş. Çaldıktan sonra tekrar yatıp uyuyormuş. Şimdiye kadar davul sesinden rahatsız olduk diyen hiç çıkmamış. Bazen sarhoşlar takılıyormuş, onlara da derslerini veriyormuş.
Bahşiş ayın 15’inde ve sonunda toplanırmış. 25 kuruş hatta 10 kuruş bile veren varmış. Bu yıl ilk onbeşte 400 YTL toplamış. Zor iş , ama Allah bereket versin dedi.
Akciğerlerinde enfeksiyon bulguları olduğu için Klavupen 1 gr 2x1, ve ACT 6001x1 yazdım ve sigarayı bırakması gerektiğini anlattım.
Salı, Ekim 17, 2006
Geçen hafta grip aşısı olmak isteyen yarı amatör bir rallici başvurdu. Kendi modifiye ettiği arabasıyla yarışıyormuş. Modifikasyonun sonu yokmuş, özellikle karbüratörle ve hava filitresi ile oynayarak büyük güçler elde edilebiliyormuş. Örneğin 50 euroya satılan bir hava filitresi ile aracın gücünü epeyce arttırmak mümkün olabiliyormuş.
Yarışçılık çok masraflıymış. Kendisi başarılı olduğundan bir jant firması sponsor olmuş, benzinini dolduruyor, kazandığı yarış başına da 300 YTL ödül veriyormuş.
Yarışlar Pınarbaşı yarış pistinde yapılıyormuş. Hemen her haftasonu yarış varmış, Pazarları öğlen saatlerinde oluyormuş. Giriş çoğu zaman bedava, bazen de 1-2 lira gibi cüzi bir ücrete tabiymiş. Yarış pistini özel bir ajans işletiyormuş,ajansın sahibi motor sporlarına meraklı olduğundan pisti arazisini devletten kiralayıp cebinden yaptırmış, anonsları da bizzat kendisi yapıyormuş.
Arabası olmayanlar için de Hacı Murat Kupası varmış. Yıllık 1000 YTL ödeyerek 8 yarışta piste ait Murat 124 lerle yarışılabiliyormuş. Ayrıca yarıştan önce antreman turları da ödenen ücrete dahilmiş. Hafta içi de ekstra ücret ödeyerek antreman yapmak da mümkünmüş. İsteyen Muratları da modifiye edebiliyormuş, özellikle asfaltta hızlı gitmeyi sağlayan silik yarış lastikleri takılıyormuş.
Devletin grip aşısını 65 yaşın altında ve kronik rahatsızlığı bulunmayanlara ödemediğini, ancak bu sene aşı kuş gribine karşı da kısmen koruyucu olduğundan parasıyla alıp vurdurmasını tavsiye ettim.
Hacı Murat yarışları için:
http://www.izmiryarispisti.com/tr/hacimuraty.html#
Salı, Ekim 10, 2006
Bugün el eklemlerinde ağrı yakınması ile gelen bir hasta 'Elişi yaptığımdan olabilir belki' dedi. Ne yaptığını sordum. Gelinliklere işlemeler yapıyormuş. Malzeme işverene ait olmak üzere bir gelinliğin işlenmesi 30-75 YTL ye yapılıyormuş. Basitse günde iki tane, çoksa bir tane işleyebiliyormuş. Peki gelinlikler kaça satılıyor diye sordum 1500-2500 YTL arasındaymış, ama 5000 YTL ye kadar çıkabiliyormuş.
Eklem ağrıları için görünürde başka bir bulgusu olmadığından Termacet tb. 3x1 yazdım.
Cumartesi, Ekim 07, 2006
Bugünlerde grip aşısının zamanı olduğundan sık sık yaşlılar aşı yazdırmaya geliyorlar. Devlet raporlu astım, kalp ve şeker hastalarıyla, 65 yaş üzerindekilerin grip aşılarını uzman bir hekim yazdığı taktirde ödüyor. Dün de emekli bir ESHOT çalışanı aşı yazdırmaya geldiğinde sohbet ettik:
Osman Kibar zamanında belediyeye girmiş. Önce su işlerinde çalışmış, sonra troleybüs hareket memurluğu yapmış. Osman Kibar (Asfalt Osman) İzmir’i çok değiştirmiş. İkiçeşmelik caddesi onun zamanında açılmış. Daha önce daracık bir yokuşmuş. Öyle ki iki araba yan yana gelse yayalara geçecek yer kalmazmış. Mithatpaşa caddesini de O asfaltlattırmış. Sabahları gelir çalışmaları izler, etraftaki tanıdıklarıyla uzaktan futbol geyiği yaparmış, koyu Altınordu’luymuş. Bütçe konusunda çok tutumluymuş, zammı kuruş kuruş verirmiş.
Mithatpaşa caddesi asfaltlanırken troleybüsler asfalt makinelerinin etrafından geçmek için hat değiştirirlermiş. Bu dönemde amca sürekli troleybüsün arkasından koşar, hat değişeceği zaman arşları çeker yan hatta takarmış. ‘Yani içinde gitmez miydin?’ diye sordum. İçinde gitse olmazmış, çünkü arşlar çok sertmiş, asılmak için atik olmak ve çok çekmek gerekirmiş. Arş içindeki kömürü tele öyle kuvvetli bastırırmış ki, kaymasın. Zaten o kömür kırıldı mı troleybüs yolda kalırmış.
Amcaya göre troleybüsler modern şehir taşımacılığı için birebirmiş. Elektrikle çalıştığı için ne ses, ne duman çıkartırlarmış. Şimdi Çankaya’da 15 dakika otobüs beklesen dumandan daralırmışsın. Ne yazık ki Burhan Özfatura troleybüsleri balık yuvası olsun diye denize atmış. Amca ‘O teşkilat, o hatlar, ancak yüz yıl sonra tekrar kurulur’ dedi.
İlk fotoğraf ilginç bir siteden:
http://www.1974.trainsofturkey.com/robinlush_steam_pix5.htm
Gazete küpürleri de Orhan Berent'in sitesinden:
http://web.deu.edu.tr/berent/trolleybus/
Perşembe, Ekim 05, 2006
Geçen hafta özürlü oğluna ilaç yazdırmak için gelen yaşlı bir teyze oğlunun doğuştan mı özürlü olduğunu sorunca anlattı:
Oğlu doğmadan eşi üzerine kuma getirmeye kalkmış. Teyze de bunun üzerine evden ayrılmış, tek başına geçinemediğinden de bebeği dört aylıkken bakıcıya bırakıp fabrikada çalışmaya başlamış. Bir gün bakıcı bebeği düşürmüş ve kafası yarılmış. Komşular bakıcının bebeğin kafasına bıçak sapıyla vurduğunu söylemişlerse de teyze şikayetçi olmamış, Allah’a havale etmiş. ‘Ben onun parasını ödedim, görmeden suçlayamam ama yaptıysa Allahından bulsun dedim, zaten öyle oldu, şimdi hala yaşıyor ama yatalak oldu’dedi.
Yıllarca oğlunu hastanelerde dolaştırıp çile çektikten sonra komşuları mahalledeki yaşlı bir adamla evlenmesini, adamın günlerinin sayılı olduğunu, en fazla üç ayda öleceğini, kendisine maaş kalacağını söylemişler. Evlenmiş. ‘Herhalde çok iyi baktığımdan 15 yıl yaşadı’ dedi gülerek. 3 sene önce ölmüş. Şimdi biraz rahata ermiş, ama oğluna söz geçiremiyormuş.
Depresyonunu sorgulamak için ölümü düşünüp düşünmediğini sordum.
‘Son günlerde hep büyük buluşmayı düşünüyorum’ dedi.
'Nedir o?' diye sordum. Samanyolu televizyonunda bir diziymiş.
Her bölümde ölen birisi sorguya çekiliyor, yaptığı sevapları ve günahları teraziye konuyor, sonuçta ya cennete, ya da cehenneme gönderiliyormuş. Şimdiye kadar hiç cennete giden olmamış, hep cehenneme gidiyorlarmış. Bu dizi kendisini çok etkiliyor, rüyalarına giriyormuş.
Oğlunun ilaçlarını yazdım ve başka dizilere başlamasını önerdim.
(Fotoğraf gurur duyduğum meslektaşım ve arkadaşım Erdal Kınacı'nın National Geographic büyük ödülünü kazandığı serisinden: http://www.fotokritik.com/profil.php?id=1994&pid=hepsi
Bu da Tacettin'in başrolünü oynadığı bir 'Büyük Buluşma' bölümü:
http://live2.stv.com.tr/samanyolutv/buyukbulusma/01bolum.wmv )
Oğlu doğmadan eşi üzerine kuma getirmeye kalkmış. Teyze de bunun üzerine evden ayrılmış, tek başına geçinemediğinden de bebeği dört aylıkken bakıcıya bırakıp fabrikada çalışmaya başlamış. Bir gün bakıcı bebeği düşürmüş ve kafası yarılmış. Komşular bakıcının bebeğin kafasına bıçak sapıyla vurduğunu söylemişlerse de teyze şikayetçi olmamış, Allah’a havale etmiş. ‘Ben onun parasını ödedim, görmeden suçlayamam ama yaptıysa Allahından bulsun dedim, zaten öyle oldu, şimdi hala yaşıyor ama yatalak oldu’dedi.
Yıllarca oğlunu hastanelerde dolaştırıp çile çektikten sonra komşuları mahalledeki yaşlı bir adamla evlenmesini, adamın günlerinin sayılı olduğunu, en fazla üç ayda öleceğini, kendisine maaş kalacağını söylemişler. Evlenmiş. ‘Herhalde çok iyi baktığımdan 15 yıl yaşadı’ dedi gülerek. 3 sene önce ölmüş. Şimdi biraz rahata ermiş, ama oğluna söz geçiremiyormuş.
Depresyonunu sorgulamak için ölümü düşünüp düşünmediğini sordum.
‘Son günlerde hep büyük buluşmayı düşünüyorum’ dedi.
'Nedir o?' diye sordum. Samanyolu televizyonunda bir diziymiş.
Her bölümde ölen birisi sorguya çekiliyor, yaptığı sevapları ve günahları teraziye konuyor, sonuçta ya cennete, ya da cehenneme gönderiliyormuş. Şimdiye kadar hiç cennete giden olmamış, hep cehenneme gidiyorlarmış. Bu dizi kendisini çok etkiliyor, rüyalarına giriyormuş.
Oğlunun ilaçlarını yazdım ve başka dizilere başlamasını önerdim.
(Fotoğraf gurur duyduğum meslektaşım ve arkadaşım Erdal Kınacı'nın National Geographic büyük ödülünü kazandığı serisinden: http://www.fotokritik.com/profil.php?id=1994&pid=hepsi
Bu da Tacettin'in başrolünü oynadığı bir 'Büyük Buluşma' bölümü:
http://live2.stv.com.tr/samanyolutv/buyukbulusma/01bolum.wmv )
Salı, Ekim 03, 2006
Bugün şekerini ölçtürmeye gelen yaşlı bir teyze 'Cuma günü mukabeledeydim, mesai saatine yetişemedim' dedi.
'Nedir mukabele?' diye sordum.
Hocanın Kuran okuyup karşısında dinleyenlerin kendi Kuran’larından takip etmesine mukabele denirmiş. Takip ederken kaçırdığın yer olursa oraya işaret koyup sonra okumak gerekirmiş.
Bir senedir 35 yaşındaki hanım bir hocanın derslerine katılıyormuş. Hoca dersleri kendi evinde veriyormuş, sabah akşam 80 kişi katılıyormuş. Hocanın eşi de akşamları işten geldikten sonra gençlere ders veriyormuş. Dersler ücretsizmiş ama genelde herkes yakıt gibi masraflar için 10 YTL veriyormuş. Teyzenin maddi olanağı olmadığından para ödemiyormuş, ama arada ufak tefek şeyler götürüyormuş. Yeme içme yokmuş. Kuran okuma dışında başka bir sohbet konusu da olmuyormuş. Önce arap harflerini öğrenmişler, sonra 11 defa hatim indirmiş. Günde 2 cüz okuyormuş. Bir cüz arkalı önlü 10 sayfaymış. Okumasını öğrenmiş ama okuduğu arapça olduğundan anlamıyormuş.
Şekeri yüksek çıktığından oruç tutmaması gerektiğini, hastaların oruç tutmasının uygun olmadığını, yerine bir fakiri doyurabileceğini, ona da gücü yetmiyorsa bir şey yapmasına gerek olmadığını, İslamın öncelikle bedenimize iyi bakmayı emrettiğini anlattım.
Pazartesi, Ekim 02, 2006
Haftasonu babamla sohbet ederken eskiden Türkiye’de mortgage’ın uygulandığını öğrendim. Tek memur maaşıyla nasıl hem ev, hem araba alabildiğini sordum. Arabaya anneannem yardım etmiş, evi de SSK kredisiyle almışız. 20 yıl geri ödemeliymiş, bugünkü parayla ayda 300 YTL gibi bir şey ödüyormuşuz. Miktar sabitmiş ama o zaman maaş artışları da çok cüziymiş. Evi satacağı zaman borcu toptan kapatıp ipoteği kaldırmış. Bizim emektar Vosvosu kaça aldığımızı sordum.
1974 yılında yüzbinbeşyüz liraya galeriden almışız, ama parayı arabaya binerek Almanya’dan gelen işçinin eline saymışız. O zamanlar Almanya’da çalışan işçilerin böyle bir hakkı varmış. Aynı dönemde Anadol 52 bin, Murat124 56 bin liraya satılıyormuş, ama taksitle alıp peşin satanlar yüzünden galerilerde 53 bin liraymış. Herkes galeriden alıyormuş tabii.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)