Cuma, Aralık 29, 2006
Bugün 80 yaşın üzerinde bir teyze öksürük yakınması ile geldi. Babası üzerinden bakıldığını görünce sordum. Babası Mısır'da Osmanlı ordusunda askerlik yapmış, daha sonra Ayasofya'da bekçi olmuş. İstanbul o zaman İstanbulmuş, şimdi bitmiş. İzmir'de doğup büyümüş, ama Ödemiş'e gelin vermişler. Eşiyle anlaşamayıp ayrılmış. Dört çocukla kalınca çalışmak için Almanya'ya gitmiş. 10 yıl Kölün'de 4711 fabrikasında çalışmış.
'4711 nedir ?' dedim.
Almanya'nın çok meşhur bir kolonyasıymış. Yılbaşlarında hep hediye edilirmiş. Fabrikada çalışırken istedikleri parfümü sürmeleri serbestmiş, ama dışarı çıkarmak yasakmış. Ayda bir %50 indirimle almalarına izin veriyorlarmış. Almanya'ya gitmek için evlenmek isteyenler olmuş ama evlilikten ağzı yandığı için bir daha evlenmeyi düşünmemiş. Orada kazandığı paralarla İzmir'de ev yaptırmış, şimdi çocukları ile beraber o evde yaşıyorlarmış.
Öküsürüğü soğuk algınlığına bağlı olduğu için
Katarin f tb3x1 yazdım ve bol portakal mandalin, greyfurt tüketmesini önerdim.
Çarşamba, Aralık 27, 2006
Bugün pazarda marul yeşillik satan bir hastam ilaçlarını yazdırmaya geldi. İyi marulun nasıl anlaşılacağını sordum. Artık iyi marul bulunmazmış, çünkü geçen hafta son tarla marullarını satmışlar. Bundan sonrası hep suni gübreli sera marullarıymış. Görüntüsü güzel olurmuş ama lezzeti zayıfmış.
Marulu ortağının tarlasından getiriyorlarmış, ama başka tarlaların malını aldıkları da oluyormuş. Tarla sahibi kaç kök olduğunu söylüyor, başında pazarlık ediliyor, fiyatta anlaşırlarsa kesmeye başlıyorlarmış.
Geçen hafta bir maydonoz serasını kapatmışlar. Sahibi 2000 YTL istemiş, 1200'e anlaşmışlar. 60 000 demet çıkmış.
'Peki tarla sahibi sayı konusunda yanıltamaz mı? diye sordum. Belli olurmuş, önce bir karıktakini sayıp, daha sonra ne kadar olduğunu hesaplıyorlarmış.
Yeşillikleri bağladıkları sapları nereden bulduklarını sordum. Tarlanın yanında yabani yetişiyormuş. Kadınlar onu suda bekletip yumuşatıyorlarmış, yoksa aslında sertmiş, sarılmazmış.
Perşembe, Aralık 21, 2006
Bugün annesinin ilaçlarını yazdırmaya gelen yaşlıca bir hanım hangi ilaçların bittiğini tam bilmediğini, çünkü yeni geldiğini söyleyince nereden geldiğini sordum.
‘Hacdan geldim’ dedi. ‘Hac daha başlamadı ki’ deyince anlattı: Üç ay önce Ramazan Bayramında umreye gitmişler, o zamandan beri Suudi Arabistan’da kaçak olarak kalıyorlarmış. Üç yıl boyunca hac kontenjanı dolu olduğundan bu yola başvurmuşlar. Kişi başı 3000 YTL ödeyerek bir tur şirketi ile anlaşmışlar. Fiyata yemek dahil değilmiş. Mekke’de ve Medine’de kalmışlar. İki katlı 14 odalı müstakil bir evde 55 kişiymişler. Beylerle hanımlar ayrı odalarda kalıyorlarmış. Yemekleri de sırayla yapıyorlarmış. Dışarı çarşıya alışverişe çıkacakları zaman arap gibi görünmek için kara çarşafa girip peçe takıyorlarmış. Araplar Türkleri hiç sevmiyorlarmış. 700 yıl onları idare ettiğimiz içinmiş. Günleri hep zikirli, dolu dolu geçmiş. Medine’de Peygamberimizin kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebi’ yi ziyaret edip gece orada yatmışlar. Hava sıcak olduğundan herkes mescidin etrafında yatıyor, sabah kalkıp ibadetini yapıyormuş.
Yakalanmaları şikayet üzerine olmuş. Başka bir Türk acentası kendi müşterileri yakalanıp sınırdışı edilince hasetinden bunları şikayet etmiş. Ayrıca Suudi Kralının yeni bir uygulamasıyla bir kaçak yakalatana 1000 riyal (500 YTL) ödül veriliyormuş. Gruplarını şikayet eden 25 000 YTL ödül kazanmış. Polis kapıya gelmiş, eşyalarınızı toplayın sınırdışı edeceğiz demiş. Dört gün Riyad’da hapishanede kalmışlar. Hapishane çevresi dikenli telle çevrili bir dam altıymış, her milletten 500 den fazla mahkum varmış. Yatacak yer yokmuş, betonun üzerine satıcılardan temin ettikleri kartonu serip yatmışlar. Yemek üç öğün çıkıyormuş ama tabak kaşık vermemişler, koca bir kazan yemeği ortaya koyup gidiyorlarmış.
Başka milletten olanlar kazanın başına üşüşüyor, ellerini pilava daldırıp avuçluyorlar, sulu yemekleri giysilerinin önüne dolduruyorlarmış. Bizimkiler dört gün aç kalmışlar. Tel örgünün dışına gelen satıcılardan bisküvit su almışlar onunla idare etmişler.
Riyad’dan sınır dışı edilecekleri zaman çantalarının olduğu yere götürüp eşyalarını göstermelerini istemişler. Kıyafetlerini geri alabilmişler ama oradan aldıkları video kamera görüntülü telefon gibi kıymetli malları kaybolmuş, bulamamışlar.
Uçak için para istememişler.
‘Hacdan geldim’ dedi. ‘Hac daha başlamadı ki’ deyince anlattı: Üç ay önce Ramazan Bayramında umreye gitmişler, o zamandan beri Suudi Arabistan’da kaçak olarak kalıyorlarmış. Üç yıl boyunca hac kontenjanı dolu olduğundan bu yola başvurmuşlar. Kişi başı 3000 YTL ödeyerek bir tur şirketi ile anlaşmışlar. Fiyata yemek dahil değilmiş. Mekke’de ve Medine’de kalmışlar. İki katlı 14 odalı müstakil bir evde 55 kişiymişler. Beylerle hanımlar ayrı odalarda kalıyorlarmış. Yemekleri de sırayla yapıyorlarmış. Dışarı çarşıya alışverişe çıkacakları zaman arap gibi görünmek için kara çarşafa girip peçe takıyorlarmış. Araplar Türkleri hiç sevmiyorlarmış. 700 yıl onları idare ettiğimiz içinmiş. Günleri hep zikirli, dolu dolu geçmiş. Medine’de Peygamberimizin kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebi’ yi ziyaret edip gece orada yatmışlar. Hava sıcak olduğundan herkes mescidin etrafında yatıyor, sabah kalkıp ibadetini yapıyormuş.
Yakalanmaları şikayet üzerine olmuş. Başka bir Türk acentası kendi müşterileri yakalanıp sınırdışı edilince hasetinden bunları şikayet etmiş. Ayrıca Suudi Kralının yeni bir uygulamasıyla bir kaçak yakalatana 1000 riyal (500 YTL) ödül veriliyormuş. Gruplarını şikayet eden 25 000 YTL ödül kazanmış. Polis kapıya gelmiş, eşyalarınızı toplayın sınırdışı edeceğiz demiş. Dört gün Riyad’da hapishanede kalmışlar. Hapishane çevresi dikenli telle çevrili bir dam altıymış, her milletten 500 den fazla mahkum varmış. Yatacak yer yokmuş, betonun üzerine satıcılardan temin ettikleri kartonu serip yatmışlar. Yemek üç öğün çıkıyormuş ama tabak kaşık vermemişler, koca bir kazan yemeği ortaya koyup gidiyorlarmış.
Başka milletten olanlar kazanın başına üşüşüyor, ellerini pilava daldırıp avuçluyorlar, sulu yemekleri giysilerinin önüne dolduruyorlarmış. Bizimkiler dört gün aç kalmışlar. Tel örgünün dışına gelen satıcılardan bisküvit su almışlar onunla idare etmişler.
Riyad’dan sınır dışı edilecekleri zaman çantalarının olduğu yere götürüp eşyalarını göstermelerini istemişler. Kıyafetlerini geri alabilmişler ama oradan aldıkları video kamera görüntülü telefon gibi kıymetli malları kaybolmuş, bulamamışlar.
Uçak için para istememişler.
Cumartesi, Aralık 16, 2006
Bugün bir veznedar ellerinde kaşıntı yakınması ile geldi. Vezne tazminatı alıp almadıklarını sordum. Maaşlarına göre 10 ila 40 YTL arasında alıyorlarmış. 'Peki açık verince bunu karşılamaya yetiyor mu?’ dedim. Çalıştığı veznede 8 kişiymişler. Hertürlü açık ortak olarak paylaşılıyormuş. 5-10 kuruş gibi para üstlerini vatandaş istemiyor, gün sonunda bunlar kişi başı 4-5 YTL yekün tutuyormuş. Bu paraya hiç dokunmuyorlar, açık olduğu zaman buradan kapatıyorlarmış. ‘Peki hiç cepten çıktığı olmadı mı?’dedim.Bir kez bir arkadaşları 200 YTL açık vermiş, yine paylaşmışlar, o cepten çıkmış.
Ayrıca parası olmayan garibanlara, ya da parayı düşürdüm diye ağlayan çocuklara da bu fondan yardım ettikleri oluyormuş.
Ellerindeki egzema kimyasal tahrişe benzediğinden yabancı bir maddeye dokunup dokunmadığını sordum. Utanarak bulaşıkta hanıma yardım ettiğini, deterjana dokununca arttığını söyledi. Bunda utanılacak bir şey olmadığını hayatın müşterek olduğunu, ancak hastalığı tedaviden önce korunmanın önemini anlattım, mutlaka bulaşık eldiveni kullanmasını söyledim, ve Locoid pom. use ext. yazdım.
Salı, Aralık 12, 2006
Bugün nefes darlığı yakınmasıyla başvuran 80 yaşlarında emekli bir bekçiyi muayene ettim. 1962-67 yılları arasında Anafartalar'da (Kemeraltında) çalışmış, kuyumculara ve o bölgedeki otellere bakarmış.
Polisle bekçinin farkını sordum:
Bekçi hep aynı bölgeye bakarmış ve sabit durmaz gezermiş. Bu nedenle de baktığı bölgede herkesi tanırmış. Zaten 70'lerdeki Ecevit hükumetinin çıkardığı yasaya kadar bekçilerin maaşını halk ödermiş. Bu iş için kurulmuş bir dernek varmış. Derneğin memurları; ki emekli komiserler falan oluruş, sürekli mahalleleri dolaşıp para toplarlar, maaşlar da bu toplanan paralardan ödenirmiş, SSK'dan sigortaları varmış. Ecevit'le birlikte memur kadrosuna geçmişler.
'Ayrıca bayramlarda bahşiş toplar mıydın?' diye sordum. Hiç toplamamış, yalnız bir keresinde bayramda dağıttığı Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu zarflarını toplayıp geri getirince çıkartıp 35 lira vermişler. 'Ne bu?' demiş,
'Senin hakkın, toplayanlara yüzde veriyoruz' demişler.
Amca 'Ben istemem başkasının hayır yaptığı paradan' deyince
'O zaman seni de bağış yapmış sayacağız' deyip makbuz kesmişler.
'Eskiden hem polislerde hem bekçilerde tutkunluk vardı, şimdilerde yok artık' dedi.
Nefes darlığı için Aminokardol tab 2 x 0,5 yazdım.
Salı, Aralık 05, 2006
Bugün bir dolmuş şöförü ilaçlarını yazdırmaya geldi. Para vermeyen çok çıkıyor mu diye sordum. Arada tek tük oluyormuş, üç beş kere seslenip kimse çıkmazsa peşini bırakıyormuş. Bir de para vermeden para üstü isteyenler oluyormuş!
'Bizim hat gene iyi Karşıyaka tarafında bazı mahallelerin hatlarında on kişi biniyorsa ikisi para veriyor' dedi. Para için ısrar eden şöförleri de son durakta dövüyorlarmış.
Günlük 6 tur atıyor,150 YTL civarında kazanıyormuş. Vergiyi nasıl verdiklerini sordum. Basit usulde vergiye tabii imişler. Odanın muhasebecisine günlük gelir giderlerini beyan ediyorlar , ona göre çıkan vergiyi ödüyorlarmış. Ayakta yolcu almanın cezası 40 YTL imiş. Ayrıca 10 ceza puanı alınıyormuş. 100 puanı dolduranların ehliyeti alınıyormuş. İkinci kez 100 puanı dolduranlar psikiyatri muayenesine gönderiliyormuş.
'Orada ne yapılıyor?' diye sordum.
'Hiç işte esnafa eziyet olsun diye' dedi.
Kronik hipertansiyonu olduğu halde işi bırakıp hastaneye gidemediğinden rapor çıkartamıyormuş. Yeni yapılan bir düzenleme ile artık uzman hekimler tek başlarına kronik ilaç kullanım raporu düzenleyebildiklerinden hastaya rapor yazdım ve ilaçlarını üç aylık olarak reçete ettim.
(Fotoğraf Mardin Midyat'tan)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)