Perşembe, Ocak 31, 2008

zeytin




Bugün zeytin çizerken elini
jiletle kesen bir hasta başvurdu.
Zeytin çizmek için satılan plastik aletle mi kestiğini sordum, öyleymiş.
"Onun yanında zeytini bastırmak için çubuk da vermiyorlar mıydı?” dedim.
"Alet 1 liraydı, çubuğu 50 kuruştu. Çok akıllıyız ya çubuğunu almadım. Ama alet çok güzel, zeytin yağlı olduğundan jiletler keskinliğini hiç kaybetmiyor, üç yıldır kullanıyorum, aynı jilet”
dedi.
Çizik zeytini nasıl yaptığını sordum.
Yeşil zeytini topladıktan sonra suya bırakıyor, yiyeceği zaman çıkartıp çiziyormuş. Sudaki çizilmemiş zeytine 10 yıl beklese bir şey olmazmış, mumyalanmış gibiymiş. Çizdikten sonra yine suya koyuyor, ancak her gün suyunu değiştiriyormuş. Bu şekilde 7-8 günde tatlanan zeytinleri sudan çıkartıp, biraz tuz ve limon tuzu ile salamura yapıyormuş.
"Sele zeytini nasıl yapıyorsunuz?” diye sordum.
Büyük sepetlere bir kat zeytin bir kat tuz diziyorlar, gideri olan bir yerde bırakıyorlarmış. Zeytinin acı suları yavaş yavaş sepetin deliklerinden akıp süzülüyormuş. Yaklaşık 20 günde olgunlaşıyormuş.
“Katların kalınlıkları nasıl oluyor?” diye sordum.
“Ben iki parmak zeytin, üzerine beyazlayacak kadar kaba tuz atıyorum. Bazıları zeytini tuzu kalın tabaka, dört parmak falan yapıyorlar , o zaman eşit olgunlaşmıyor, bazısı küçülüp kalıyor, bazısı olgunlaşmıyor. Katmanlar ne kadar ince olursa zeytin o kadar güzel oluyor” dedi.“Üzerine ağırlık koyuyor musunuz?” diye sordum.
“Haa, onu Edremit’te kuyu zeytinlerde yapıyorlar, zira Edremit’in zeytini çok sert oluyor, bastırmak gerekiyor, ama tadı da nefis. Fidan falan almayı düşünürseniz muhakkak Edremit zeytini alın, Aydın falan kalın kabuklu oluyor. Hatta geçenlerde bir arkadaşa gittik Edremit'te Pelitliköy'de bir Zetincilik Enstitüsü var, oradan fidan aldık geldik. Hem oradakiler buradaki gibi bir fidan 5 lira, 10 lira saymıyorlar. Peygamber hesabı, seçiyorsun, 100 lira ver yeter diyor” dedi.
"Sele zeytini yıkadıktan sonra nasıl saklıyorsunuz?" diye sordum.
"Biraz ayçiçek yağıyla yağlayıp, yine bidonlara basıyoruz" dedi.
"Neden ayçiçek yağı?" dedim
"Zeytinyağ daha ağır olduğundan ve soğukta donduğundan zeytinlerin üzerine tyam sıvaşmıyor, ayçiçek yağı ise şerbet gibi tüm zeytinlerin üstünü kaplıyor" dedi.
Elindeki kesiğe pansuman yaptım ve suya sokmamasını, zeytini çizmek için de parmağıyla ittirmemesini söyledim

Pazartesi, Ocak 28, 2008

işaret dili





Bugün ilaç yazdırmaya gelen emekli bir İşitme Engelliler Okulu öğretmenine hep merak ettiğim işaret dilini sordum. Bizim bir paragraf konuşmamızı nasıl iki hareketle anlattıklarını çok merak ediyordum.
Bir takım önceden kararlaştırılmış işaretleri kullanıyorlarmış.
Mesela öğrenciden çay isteyeceği zaman çay karıştırma hareketi yapıyor, kola isteyeceği zaman elini önünü perdeleyecek şekilde aşağı yukarı sallayarak kara diyor, bu da kola anlamına geliyormuş.
İşaret dilinin eğitimini alarak mı göreve başladığını sordum.
“Hiçbir eğitim almadık, çalışarak öğrendik, ama şimdiki öğretmenler özel eğitim alarak başlıyorlar” dedi
“Bu alfabe sayesinde yabancılarla da anlaşabiliyor musunuz?” diye sordum.
“Yok canım, biz şuradan turnuva için Denizli’ye gidiyoruz da Denizli’lilerle, Aydın’lılarla anlaşamıyoruz” dedi.
"Nasıl yani bu dilin de mi lehçeleri var?” dedim.
“Aynen söylediğiniz gibi, her ilin dili farklı. Bir ildeki işitme engeliler aralarında bir işarete karar verip onu kullanıyorlar, ama diğerleri bunu anlamıyor. Mesela biz teşekkür için (baş ve işaret parmaklarını halka yapıp geri çekerek) bu hareketi yaparken, Denizli’de (işaret parmağını başparmağın ucunda kıvırarak) “T” ile teşekkür ediyorlar.yalnız son zamanlarda ortak bir dil geliştirme konusunda çabalar var, biz de kullandığımız işaretleri videoya çekip gönderdik” dedi.
“Peki o zaman TV’deki haberler hangi lehçede?” diye sordum.
“Ankara lehçesi o “ dedi
“Anlamıyorsunuz yani?” dedim
“Hiç anlamıyoruz” dedi.


İşaretler bu siteden sırasıyla doktor, aslan, a harfi, ve şarap.





Cuma, Ocak 25, 2008

tapuda rüşvet

Bugün ilaç yazdırmaya gelen emekli olduktan sonra emlakçılık yapan bir tapu çalışanına son zamanlardaki rüşvet operasyonlarını sordum.
“Tamamen eğitimsizlikten”
dedi.
“Türkiye'de rüşvet alınmayan tapu dairesi var mıdır?” diye sordum.
“Sanmıyorum yoktur" dedi, hemen ardından ekledi "gerçi benim bulunduğum dairede hiç olmadı”
Benim de tapudaki her işimde komisyoncuların benim adıma para verdiklerini öne sürerek benden para istediklerini ancak vermediğimi belirterek “Neden böyle oluyor?” diye sordum.
“Özellikle takipçilerin para vermesi şarttır, vermezlerse işleri yürümez. Bir de iki kişi arasındaki basit alım satımlarda değil ama hisseli işlerde para verilmezse işler çok uzayabilir” dedi.“Basit bir alım satımda ne kadar veriliyor?” dedim
“20- 50 ne olursa” dedi
“Toplanan para bir havuzda biriktirilip dağıtılıyormuş, öyle mi?” diye sordum.
“Evet ben de duydum, hatta bazı yerlerde havuzdan para kaçıranlarla büyük tartışmalar yaşanmış” dedi.
“Tek kişinin rüşvet yemeyip bütün daireye direnmesi zor o halde” dedim
“Onun tayinini başka yere çıkarırlar” dedi.
"Nasıl çözülecek bu iş?” diye sordum
“Eğitim şart!” dedi
(Gerçekten böyle dedi)


Çarşamba, Ocak 23, 2008

boykot

Bugün sağlık taraması için gelen, benim de mezun olduğum okuldan gelen bir öğrenciye okulun ne alemde olduğunu sordum.
"Kantini boykot ediyoruz” dedi.
"Neden?” diye sordum.
Kantin fiyatları çok pahalıymış. Yarım ekmek döner 2,5 liraymış, yanında içecekle birlikte öğle yemeği 4 liraya maloluyormuş, hem de kalitesi kötüymüş. 50-60 öğrenci toplanıp kantine gitmişler ve kendi hazırladıkları fiyat listesini kantinciye vererek bu fiyatları uygulamasını aksi taktirde arkalarındaki 500 arkadaşlları ile birlikte kantinden alışverişi keseceklerini bildirmişler.
Kantinci bunun mümkün olmadığını belirtince de alışverişi kesmişler."Hiç kimse alışveriş etmiyor mu yani kantinden?" dedim
“9. sınıflar küçük olduğundan bu işlere girmiyorlar. En yoğun olarak 11-12. sınıflar etmiyor sayılır, bir tek ülkücüler bu fikir komünistlerin başının altından çıktı diye uymuyorlar, alışverişe devam ediyorlar.” dedi.
“Okulda ülkücü ve komünist gruplar mı var? Kavga oluyor mu peki?” diye şaşkınlıkla sordum.
Kavga olmuyormuş.
“Dışarıda oluyorsa bilmem, okulda olmuyor” dedi
“Bir örgütlenme var mı peki?” dedim
Komünistler Yurtsever cephe’de toplanıyorlarmış, Ülkücüler de Ülkü Ocak’larına gidiyorlarmış.
“Propaganda yapıyorlar mı?” dedim
“Ülkücüler yapmıyor, ama komünistler yapıyor. Zaten herkes bundan şikayetçi” dedi.
“Kim şikayetçi?" dedim
“Okul yönetimi , Okul Aile Birliği” dedi.
“Nasıl propaganda yapıyorlar peki?” diye sordum
Komünistler daha çok 9. sınıf öğrencileri ile ilgileniyorlarmış . Onlara okumaları için gazete veriyorlar, önce arkadaşlık kurup sonra görüşlerini aktarıyorlarmış
“Peki farklı görüşten olanlar arkadaşlık ediyor mu?” diye sordum
Ediyorlarmış, hatta bu konu hiç engel olmuyormuş, kendisi komünist gruba yakın olmasına karşın çok iyi ülkücü arkadaşları varmış. Sohbetlerde politikaya değinmiyorlar, konu açılırsa da sözel olarak tartışıyorlarmış.

Cumartesi, Ocak 19, 2008

öğrenim kredisi borcu

Bugün başvuran orta yaşlı bir hanım hasta , "Aman doktor Bey bana uygun bir depresyon ilacı verin” dedi.
Sakinleştirip oturttuktan sonra ne derdi olduğunu sordum.
Üniversiteyi iki sene önce bitiren oğluna okurken aldığı öğrenim kredilerinin geri ödemesi icra yoluyla gelmiş. Şimdi hemen 4000 lira ödemeleri gerekiyormuş, ayrıca günlük faiz de işliyormuş." Nasıl ödeyeceksiniz?” diye sordum.
“Emekli, insan nasıl bir anda o kadar parayı öder. Kredi çekeceğiz, soruşturduk en uygunu İşbankası’ndaymış” dedi.
“Borçtan haberiniz yok muydu?” dedim.
“Çocuk daha yeni iş buldu. Daha önce bir süre 450 lira maaşla çalıştı ama o zaman geri ödeme taksidini sorduğunda 400 lira olduğunu öğrenmiş, zaten maaşım bu kadar, sonra öderim demişti. Ne bilelim böyle olacağını, işe girince SSK kaydından hemen adresini bulup icraya veriyorlarmış. Çocuk da perişan oldu, Türkiye’de kim mezun olur olmaz 400 lira borç ödeyecek iş bulabiliyor” dedi.
Depresyon bulguları olmadığından sıkıntısı için İnsomin tb 2 x 1 yazdım

Daha sonra internetten öğrendiğime göre öğrenim kredilerinin okulun normal öğrenim süresi dolduktan 2 yıl sonra ödenmeye başlanması gerekiyormuş. 4 yılda verilen kredi 2 yılda ve beyaz eşya endeksine bağlı yüksek bir faiz oranı ile geri ödeniyormuş. Ödeme sadece Ziraat Bankasına ve bizzat elden, sıraya girerek yapılabiliyormuş.



Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi
bu linkten öğrenilebilir


Cuma, Ocak 18, 2008

al-anon

Daha önce Adsız Alkolikler Derneği (AA) hakkında konuştuğumuz bir hastam bugün eşiyle beraber ilaç yazırmak üzere başvurdu.
Geçen konuşmamızdan sonra eşi alkol bağımlısı olan bir hanıma derneği tavsiye etmiştim, ama eşi gitmeyi kabul etmediğinden bir sonuç alamamıştık. Bu konudan bahsedince hastamın eşi:
"Bizim de derneğimiz ve toplantılarımız var, o hanımı bize yönlendirin, eşi de arkadan gelir” dedi.
“Ne derneği?” diye sordum.
Al-anon adı altında alkol kullananların eşleri de toplanıyor, birbirlerine destek veriyorlarmış.
“Neler yapıyorsunuz?” diye sordum.“Alkoliğin eşine nasıl davranması gerektiğini anlatıyoruz.
Klasik olarak eşi alkol alan bir kişi kendini ondan üstün görür, eşini korumaya çalışır. 'O alkolik, bilemez, yapamıyor işte’ diye düşünür. Ona destek olmaya, çevreye karşı bir şey hissettirmemeye çalışır, bu arada kendi sağlığını da kaybeder. Oysa ki yapılması gereken onu korumak değil, kendini korumaktır. Bizim hanımlara tavsiyemiz, eğer eşiniz içiyorsa bırakın içsin, engellemeye çalışmayın.
Hatta bir şişe de siz getirin önüne koyun, ama ondan sonra kustuğunda ‘aman sabah kustuğunu görmesin diye ortalığı temizlemeyin; bırakın sabah kalkınca görsün. Tuvalette sızmışsa üşür diye yatağına götürmeye çalışmayın; bırakın tuvalette uyansın. Bir vazoyu çarpıp kırdığında ortalıkta bırakın, temizlemeyin, ayılınca yaptığını görsün. İçmesine karışmayın, ama içince onunla konuşmayın, tartışmaya girmeyin. Kendinize bakın, ruh sağlığınızı koruyun. Bu şekilde davranınca alkolik dibe vurur, ancak o zaman alkolik olduğunu ve yardım alması gerektiğini kabul eder.” dedi.
“İşe yarıyor mu gerçekten?” diye sordum
Gülerek “Ben eşimden 2,5 yıl önce derneğe katıldım, O sonra geldi, şimdi derneğin en aktif üyesi” dedi.
“Siz nasıl haberdar oldunuz böyle bir organizasyondan?” dedim.
“Eşimin alkol bağımlılığı beni çok yormuştu, psikolojim bozuktu, çok gergindim.
Psikiyatri servisindeki bağımlılık merkezine başvurup yardım isteyince beni derneğe yönlendirdiler. Sonradan anladım ki ben hem kendime hem çevreme zarar veriyormuşum. Çocuklarıma karşı davranışım değişti. Eskiden çok despottum, çocukların başarısızlıklarına tahammülüm yoktu, hep en iyisini istiyordum. Şimdi çok değiştim, çocuklarımın da birer birey olduğunun farkına vardım” dedi.

Perşembe, Ocak 17, 2008

yufka

Bugün ilaç yazdırmak için gelen bir hanıma çalışıp çalışmadığını sordum.
Eşiyle birlikte yufkacılık yapıyorlarmış.
Yufka açmayı nasıl öğrendiğini sordum. Maraşlı olan eşinden öğrenmiş, eşi de 12-13 yaşında başlamış yufka açmaya. İşyerinde yan yana çalışıyorlar, günde 500 yufka açıyorlarmış.
"250'şer tane mi açıyorsunuz yani?" dedim.
"Hayır, ben bir yere kadar açıyorum, sonra eşim büyütüyor, saçta pişiriyor, ben yıkayıp kurutuyorum" dedi
"Nasıl yani, yufkalar pişirilip yıkanıyor mu? Yıkayınca yırtılmıyor mu?" diye sordum.
"Yok yırtılmıyor. Tam pişmiyor zaten, açılan yufka sacın üzerine bırakılıyor, bir tarafı pişene kadar öbür yufka açılıp üzerine konup çevriliyor. Bu şekilde üstüne koyup çevirerek 40 yufkanın bir yüzü pişiriliyor. Zaten iki yüzünü pişirirsen kurur, kırılır" dedi.
"Yıkama nasıl yapılıyor?" diye sordum.
Pişen kırk yufka tek tek açılıp, leğenlerde unu yıkanıp asılarak kurutuluyormuş. Her yufka üç kez yıkanıp ayrılıyormuş.
"Yırtılan yufkaları ne yapıyorsunuz?" dedim."
Onları da satıyoruz, biraz daha ucuz oluyor, normali 3 liraysa onu 2-2,5 liraya satıyoruz. Onun da müşterisi var, ama biz pek yırtmadığımızdan kızıyorlar bulunmuyor diye" dedi
Un olarak hangi unu kullandıklarını sordum. Tellioğlu diye bir marka varmış, genelde yufkacılar hep bu markayı kullanırmış, 50 kiloluk çuvalı 45 liraymış.
"Marketlerde satılan unlarla güzel yufka olmaz" dedi.
"Pazarlarda satılan ucuz, ufak yufkalar da aynı undan mı yapılıyor, yoksa onların kalitesi düşük mü oluyor?" dedim
"Hepsi aynı kalitede, biz de pazar için ufak yufka yapıyoruz. Halk onların da 6 tanesi 1 kilo gelir sanıyor, ucuz diye alıyor ama onların 8 tanesi bir kilo gelir" dedi.

Son fotoğraf Devletşah'tan


Salı, Ocak 15, 2008

taekwondo

Bugün taekwondo salonuna gitmek için sağlık raporu almak isteyen bir baba oğlulla taekwondo üzerine sohbet ettik. Gençler arasında yaygın olmasına karşın babanın taekwondo yapması ilginç geldi, neden bu sporu yaptığını sordum.
“Hem spor yapıyoruz, hem de icap ederse savunma amaçlı işe yarıyor” dedi.
"Gerçekten işe yarıyor mu?” diye sordum.
Baba
“Tabi siyah kuşağa gelmiş üç dana sahip biri 5 kişiyle başa çıkabilir” dedi.
“Dana nedir?” dedim.
Gülerek dan’ın siyah kuşağın üzerine alınan kıdemler olduğunu anlattılar. Kuşakları almak kolay, danlar zormuş. 9 dan varmış, 10. dan sembolik bir dereceymiş,
“Ordinaryus profesörlük gibi” dedi baba.

Sonra baba oğul Youtube’da izledikleri bir videoda gerçek bir müsabakada rakibini tek vuruşta deviren yarışmacıyı heyecanla, lafı birbirlerinin ağzından kaparak anlattılar.
Sporculardan biri klasik dövüşe hazırlanırken diğeri önceden planladığı bir uçan tekmeyi rakibinin kafasının arkasına vurunca nakavt oluyormuş.
Kuşakların nasıl alındığını sordum.
4 ayda bir federasyondan gelen dan sahibi uzmanların gözetiminde sınav yapılıyor, başarılı olanlar kuşak alıyormuş. Kuşaklar da sırasıyla beyaz, sarı, yeşil, mavi, kırmızı ve siyahmış.
“Babamlara iki kuşak birden verdiler” dedi çocuk.
“Neden öyle oldu?” diye sordum.
“Çocukları daha ince eleyip sık sokuyorlar” dedi baba. İleride müsabakalarda yarışsınlar diye iyice pişsinler, yoğrulsunlar isteniyormuş.

Ne sıklıkla salona gittiklerini sordum.
Kışın haftada üç gün 1'er saat gidiyor, ayda 40 lira veriyorlarmış. Hocaları çok iyiymiş, gerçek Kore’liymiş, üçüncü dana sahipmiş. Programları bir gün pumse, bir gün uçan tekme , bir gün karşılıklı dövüş gibi oluyormuş.
“Pumse nedir?” dedim.
“Karşında kimse yokken bale yapar gibi temel hareketleri çalışmak” dedi baba.
Kıyafetleri nereden bulduklarını sordum.
Koreli hoca satıyormuş, Kore'den getirdikleri 120 liraymış, bir de burada şeker çuvalından diktirdikleri varmış, onlar 30 liraymış.
"Eşofmanla olmuyor muymuş?" diye sordum.
Baba: "Hoca kabul etmiyor, (elllerini birbirne sürterek) 'Böyle tekwondo olmaş' diyor" dedi

Bir sağlık sorunları omadığından istedikleri raporu verdim.

seyyid

Bugün akşamüstü çok yorgun olmama karşın, benim hastam olmayan oldukça yaşlı bir amcanın ricasını kıramayarak eşine ait ilaçları yazarken kendisine nereli olduğunu sordum.
Urfa’lıymış, 1967 de Manisa’ya göçmüş.
Neden memleketini bıraktığını sordum.
“Bucak’larla takıştım, kaçmak zorunda kaldım, yoksa başıma bir iş gelecekti” dedi.
“Neden husumet oldu aranızda?” diye sordum.O zaman Siverek’te Ziraat Bankasında çalışan amca, zırai kredilerden sorumluymuş. Göreve başlayınca bakmış ki Bucak’lar her gün bir kamyon köylü getirip imza attırıp borçlandırıyorlar.
“Köylüye senin bir şahitliğin lazım deyip imza attırıyorlar, ama kredi köylünün üzerine, haberi yok! Bana geliyor, üç kamyon gübre istiyor. Tamam gidelim bana tarlanı göster , gerekli miktarı belirleyelim, tarlanı ipotek edelim vereyim diyorum. Adam ‘Ooo böyle iş mi olur’ deyip çekip gidiyor. O güne kadar kimse itiraz etmemiş, aman benim üzerime kalmasın da ne olursa olsun demişler. Hatta müdür bana çok bastırdı, sen mi kurtaracaksın, bırak görme dedi, ben dinlemedim. Köylülere ‘Bak bu kredi, bak imza attığın yerde ‘borçlu’ yazıyor. Yani sen borçlusun, parayı aldın mı?’ diye sormaya başlayınca orada suyum ısındı, kaçmak zorunda kaldım” dedi. "Kredileri kim geri ödüyordu?" diye sordum.
"Ödenmiyordu ki" dedi

Önce İzmir’e tayin istenmiş, olmayınca haritadan bakıp en yakın il olan Manisa’ya tayin olmuş.
“Çok da iyi oldu. Hem küçük şehir yaşaması, yeme içmesi ucuz, hem İzmir’e yakın. O zaman İzmir’e otobüs 25 kuruştu, hafta sonları gelir, bütün gün gezer dönerdik” dedi.
İlaçlarını yazdıktan sonra giderken teşekkür etti, ve sağlığım için çok dua etti.



“Duamı laf olsun diye değil, içten ediyorum. Hem bakma bu düşkün halime, ben seyyidim”
dedi.
“Seyyid nedir amca?” dedim.
“Resulullahın soyundan gelen demektir” dedi.
“Nereden biliyorsunuz?” diye sordum
“E kaydı var ya. Şimdi bende değil ama yüzyıllardır soyağacımız bir deftere yazılıyor. Gerçi sadece erkekler yazılıyor, ama tüm erkeklerin adı vardır” dedi.



Perşembe, Ocak 10, 2008

devrimcilik

İlaç yazdırmaya geldikçe yüzünün asıklığı, sürekli canı sıkkın, sinirli bir havada olması dikkatimi çeken emekli öğretim üyesi bir hastamın depresyonunu sorgularken uykusunun nasıl olduğunu sordum.
“Geceleri 3’te uyanıyorum, 6’ya kadar uyuyamıyorum” dedi.
“Ne yapıyorsunuz o üç saatte” dedim
“Düşünüyorum” dedi.
“Ne düşünüyorsunuz?” dedim.
“Politika” dedi.
Gece yatağında uyku tutmayınca politika düşünmesi ilginç geldi, politikayla ilgili neler düşündüğünü sordum.
Biraz tereddüt ettikten sonra “Düşündüklerimi söylersem suç olur” dedi ve ekledi “Benim politik bir geçmişim var, 68'li denen kuşaktanım. Üniversitede THKO’luydum. Deniz Gezmişler’le, Kızıldere’de öldürülenlerle aynı ekiptendik. 1970’de tutuklandım, 74 affı ile çıktım, tekrar üniversiteye döndüm. Tam akademik kariyerimi kuruyordum ’80 darbesi oldu, 1402 ile yeniden üniversiteden uzaklaştırıldık” dedi.
“Hangi suçtan hapse girdiğini sordum, söylemek istemedi. Selimiye ve Mamak’ta yatmış.
Deniz Gezmişler idam edildiğinde ne hissettiğini sordum.
"Bir şey hissetmedim, bekliyorduk zaten.
İdamlardan sonra bizi onların hücrelerine aldılar. Biz kendimizi de ölüme hazırlamıştık, ben de bir iki sefer ölümle burun buruna geldim, şans yardım etti kurtuldum” dedi.
Bir jandarma baskınında kapana kısılmış, “Jandarmaya da ateş etmek istemiyoruz o zaman, gencecik çocuklar, gerçi polise karşı da öyleydi” dedi.
Depresyon sorgusuna devam ederek genel olarak herhangi bir şey için şuçluluk ya da pişmanlık duyup duymadığını sordum. Sorumu politik olaylara dönük olarak algılayıp, kesin bir tavırla hiç suçluluk duymadığını belirti.
“Ben hiç suç işlemedim, geçerli yasalara göre suç sayılan işler olabilir ama bence suç değildi. Kimseyi öldürmedim, kendimi korumak için ayaklarından vurduklarım oldu ama onlar da iyileşti, sonra ayakta, yürürken gördüm.
Bu memlekette şu anda nispeten daha demokratik bir ortamın oluşmasında yaptıklarımızın etkili olduğunu düşünüyorum” dedi.

Uykusuzluk dışında depresyon bulgusu olmadığından sadece uyuması için Unisom tb 1x1gece yazdım.
Ayrılırken “Bu size anlatıklarımı eşim dahi bilmez” dedi.
"Nasıl yani hiç mi bilmiyor?” diye şaşkınlıkla sordum.
“Bir kere alkollüyken bahsedeyim dedim, ‘Aman sen de alkol alınca iyice saçmalıyorsun!’ dedi, ben de konuyu bir daha açmadım” dedi.

Fotoğraflar, 1970'lere ait fotoğraflardan a cloud of black smoke adlı kitabı derleyen Halil Koyutürk'e ait.

Çarşamba, Ocak 09, 2008

kıl

Bugün ilaç yazdırmaya gelen bir hastaya ne iş yaptığını sordum.
Fırça ustasıymış. Çocukluğundan beri fırça üretiyormuş.
“Hala elde fırça üretiliyor mu?” diye şaşkınlıkla spordum.
Yer temizleme makinelerindeki gibi bazı özel fırçalar hala elde üretiliyormuş.
Nasıl yapıldığını sordum.

Kıllar kılavuz bir telle tek tek deliklerden geçiriliyormuş, zor ve zahmetli bir işmiş. Bir fırça yapmak bir gününü alıyormuş, ortalama günde 75 lira kazanıyormuş.

“Ne kılı kullanıyorsunuz?” diye sordum
“Bazen suni plastik, ama genelde at kılı, sığır kuyruğu
kullanıyoruz. Bir de Çin’den kıl geliyor. Gelmese yetişmez zaten memlekette at mı kaldı” dedi.
“Çin’den ne kılı geliyor?” diye sordum.“Onların yılda iki defa kırktıkları bir hayvanları varmış , yak mı ne, onun kılı 15-20 cm.lik paketlerle geliyor” dedi.
Fiyatını sordum, kilosu 7 dolarmış.



Fırça yapmak için en iyi kıl hangisidir peki?” dedim

“En güzeli domuz kılıdır. Domuzun yelesinden alınır, bulmak çok zor ama hiç yıpranmaz. Domuz kılından fırça evladiyeliktir” dedi.

Salı, Ocak 08, 2008

korsan taksi

Haftasonunu İstanbul’da geçiren bir doktor arkadaşıma nerede kaldığını sordum.
Halkalı’da abisinin evinde kalmış.
“Orası merkeze epey uzak, ulaşım zor olmadı mı?” dedim.
“Hiç zorluk olmadı, güzel bir korsan taksi sitemi kurmuşlar, tıkır tıkır işliyor” dedi.
İlgiyle “Taksimetreleri var mı?” diye sordum.
“Yok sabit fiyatları var, genelde normal taksi tarifesinin yarısı kadar oluyor. Mesela Halkalı’dan Beşiktaş’a 26 lira tutuyor” dedi.
5-6 sivil araba bir araya gelip sanal bir taksi durağı kurmuşlar, kartvizit bastırmışlar. Üzerinde Halkalı’dan çeşitli semtlere sabit ücretler, bir de cep telefonu numarası yazıyormuş. Numarayı arayıp adresi verince eve gelip alıyorlarmış. Araçlar normal renkli binek arabalarıymış.
“Peki Beşiktaş neden 26 da 25 lira değil?” dedim.
“1 lira sabit evden alma ücreti” dedi


Cuma, Ocak 04, 2008

parayla seks

Bugün idrar yolundan akıntı yakınması ile başvuran bir iş adamına yabancı biriyle korunmadan cinsel ilişkiye girip girmediğin sordum.
“Giriyorum, yılbaşı gecesi de girdim ondan oldu herhalde” dedi.
Neden prezervatif kullanmadığını sordum.
“Kusura bakmayın Doktor Bey, üç kuruşluk zevkimiz var , onu da lastiğe sürtmek istemiyoruz. Bir de ben Karadeniz’liyim, bize bir şey olmaz diye düşünüyoruz herhalde” dedi. İlişkiye para karşılığı mı girdiğini sordum.
Genelde eski Doğu Bloku’ndan gelen hanımlarla para karşılığında birlikte oluyormuş.
“Birlikte olacağınız kişiyi nasıl buluyorsunuz?” dedim
Hem bazı hanımların, hem onları çalıştıran yine yabancı kişilerin telefonlarını arayıp bulunduğu adrese istiyormuş. Genelde 2 saaatlik birliktelik için 150 lira ve kendi evine çağırdıysa 20 lira kadar da yol parası veriyormuş, ayrıca bahşiş verilmiyormuş.
“Ben fazla pazarlık yapmam, bu zevk işi, normal bir alışveriş değil. Pazarlık yapsam belki biraz daha düşer. Pahalı gibi gözükse de barlarda para harcamaktan daha ucuz. Ayrıca bazı evli arkadaşlar Rusya’dan getirttikleri hanımlara ev açıyorlar, kira, elektrik, su derken masraf daha fazla oluyor, akıllı işi değil bence” dedi ve ekledi "En bozulduğum da iki arkadaştık. Arkadaşım da bu bana hastalık bulaştıran kadınla birlikte olmak istedi, ben arıza çıkardım, illa da benimle birlikte olacak yoksa bırakıp gidiyorum dedim. Şimdi sordum onda bir şikayet yokmuş"
Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için en emin yolun mümkün olduğunca tek eşli yaşamak ve bu mümkün olamıyorsa mutlaka prezervatif kullanmak olduğunu anlattım. Hepatit ve AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar açısından kan tahlillerini istedim ve Tiamfenikol 750 mg 2x1 yazdım.

Resimler
Toulouse-Lautrec' ten