Bugün bir bankada ATM planlamasında çalışan genç bir hasta başvurdu. "Neye göre planlıyorsunuz ATM'leri?" diye sordum. "Çeşitli analiz yöntemleri var. Bir bölgede hiç yoksa orda yeterli işlem hacmi olur mu diye bakılıyor. Masrafını çıkartır sonucu çıkarsa açılıyor.
Zira ATM kurmak masraflı bir şey. Bir kere kendisi pahalı, kirası, bakımı var, içinde kalan para için gecelik fon ödeniyor vs. Bir defa kurulması kararlaştırıldıktan sonra yerel ekipler gidiyor, yer tespit edip, kira kontratı yapıyorlar."dedi "Kira da mı ödeniyor. Ne miktarlarda oluyor?" diye sordum "Yıllık en az 1500-2000 liradan başlıyor. Havaaalanı, AVM gibi yerlerde uçuyor, 50-60 bin liraya kadar çıkıyor" dedi "ATM lerin hepsi aynı değil, farklı modelleri var değil mi, fiyatları nasıl?" diye sordum.
"Tabi, eski basit modeller 80 bin liradan başlıyor, 250 bin liraya kadar çıkıyor. Yeni modellerde yatırılan parayı kasete doldurma özelliği var. Böylece yatırılan parayı tekrar müşteriye döndürüyor. Sirkülasyonu fazla olan yerlerde yeni modelleri koyuyoruz ki para bitmesin müşteri mağdur olmasın..." dedi "Peki siz İzmir'deki ilk ATM nerde açıldı biliyor musunuz?" diye sordum "Eskiden parayı zarfa koyup yatırıyormuşsun onu duydum ama ilk bankamatiği bilmiyorum neredeydi?" dedi
"Kemeraltı girişindeki İşbankası'nın iskeleye bakan yüzündeydi. 1980lerin ortalarında konmuştu, çok büyük bir yenilikti.
O kadar ki sırf o makineyi kullanabilmek için hesap açtırıp banka kartı almıştım. Kartı da şimdikilere göre çok kalındı" dedim Fotoğraflar 1967 de İngiltere'de açılan ilk ATM ye ait
Geçen haftaki 'Çanakkale geçilmez' reklamlarından sonra bugün bir uzun yol kaptanı muayene için başvurunca dayanamadım; "Gerçekten de Çanakkale için geçildi tabiri kullanılmaz mı?" diye sordum Gülerek; "Bugün herkes bana bunu soruyor. Sadece Çanakkale için değil İstanbul Boğazı için de geçildi değil, çıkıldı, inildi der ve yazarız.
Hatta Boğazlardaki fenerler için de; diyelim Kabatepe Feneri'ni geçiyorsak bordada bırakıldı deriz, geçildi demeyiz" dedi "Böyle yapmayı nerden öğrendiniz? Okulda mı öğretiyorlar?" diye sordum "Kimse öğretmedi. Bu öyle bir gelenektir, herkes bilir. Denizcilikte gelenekler önemlidir. Mesela kaptan köşkü kutsal bir mekandır. Duvarında Kuran-ı Kerim asılıdır. İçeriye adım atan herkes "Allah selamet versin" diyerek girer. Merhaba denmez, Selamün aleyküm denmez; mutlaka Allah selamet versin denilerek girilir" dedi
"Seyir defteri büyük müdür? Kim yazar, neler yazılır?" diye sordum "365 gün yetecek kadar büyüktür. Genelde ikinci kaptan yazar, kaptan imzalar. Her türlü olay, ayrıca kaza falan olduysa ayrıntıları yazılır, gerekirse kağıt eklenir, kaptan o kağıdı da mühürler, imzalar. Seyir defterler, 5 sene saklanır" dedi
"Geminin bir de mührü mü oluyor" dedim "Tabi ya. İcabında nikah kıyılıyor, onu neyle onaylayacağız" dedi "Nikah kıymanın şartları nedir? İstanbul'dan İzmir'e giderken kıyılabilir mi?" dedim "Karasularının dışında olması lazım. Aynı deftere nikahın kıyıldığı yeri, koordinatları ile yazıyoruz. Seyir sonunda defterin fotokopisini onaylayıp veriyoruz, gidip işletiyorlar." dedi "Siz hiç nikah kıydınız mı?" diye sordum Gülerek "Hayır kıymadım" dedi
Hayat sanki bir deniz, biz de suyun üzerinde ilerliyoruz. İlk zamanlarda, çocuklukta falan, deniz çok dalgalı, sen ise sanki ufak bir salın üzerinde çırpınıyor, bir an önce hızlı hızlı gitmek istiyor, ancak pek fazla yol alamıyorsun.
Zaman geçtikçe teknen büyüyor, kalitesi ve hızı artıyor, ancak senin hızlı gitme isteğin git gide azalıyor.Yavaş yavaş tadını çıkararak gitmek, etrafı seyretmek istiyorsun. Ancak çocuklukta hızlı gitmek ne kadar zorsa, yaşlandıkça yavaşlamak da o denli zorlaşıyor. Bütün motorlarını istop etsen bile artık kocaman bir gemi olmuş olan aracın çarşaf gibi denizin üzerinde hızla ve sessizce kayıyor. Sen ise güverteden geminin pruvasının yardığı suların iki yana doğru açılarak uzaklaşmasını ve ufukta beliren karşı kıyının hızla yaklaşmasını hüzünle izliyorsun.