Perşembe, Ağustos 31, 2006

Bugün kilolu, şeker hastası bir amca ilaçlarını yazdırmaya geldi. Yaptığımız tahlilde kan şekeri yüksek çıkınca perhizine uyup uymadığını sordum. İçkiyi biraz fazla kaçırıyorum herhalde dedi. Ne içtiğini ve ne kadar içtiğini sordum. Kendi yaptığı ev şarabından günde 1,5 litre içiyormuş. Şarabı atalarından (Selanik göçmeniymiş) öğrendiği şekilde yapıyormuş. Önce kırmızı üzümler çuvala koyulup yeni alınmış lastik çizmeyle ezilip suyu çıkarılıyor, daha sonra 10 gün kadar fokurdamaya bırakılıyormuş. Fokurdaması kesilince eskiden cam damacanalara, şimdilerdeyse plastik bidonlara süzüp üzerinde ancak bir parmak kadar hava bırakıp, hava almayacak şekilde kapatıyormuş. 10 günde bir açarak çıkan havayı boşaltmak gerekiyoprmuş, aksi taktirde plastik bidonlar patlıyormuş. Yaklaşık üç ayda şarap erermiş. Zaten erdi mi ermedi mi diye bakarken epey bir miktarını götürüyormuş.

100 kilo üzümden 50 litre şarap çıkıyormuş. Bu sene kilosu 50 kuruştan 200 kilo kara üzüm ısmarlamış.
İlaçlarını düzgün kullanmanın yanı sıra perhiz yapmanın ve egzersizin de en az ilaçlar kadar önemli olduğunu anlatarak 1400 kcal’lik diyet listesi verdim.

Ek olarak şarabı günlük yarım litreden fazla içmemesini, içtiği şarabın da aynen şeker yemiş gibi kanda şekere dönüşeceğini anlattım.
Yeni mahsül şarabından getirmeye söz vererek gitti.

Salı, Ağustos 29, 2006

Bugün bir ilaç mümessili ile konuşurken ilaç firmalarının eşdeğerlerinden pahalı ilaçları için devlete yaptıkları indirimin sadece sanal dünyada olduğunu, kutuların üzerindeki etiket fiyatlarının değişmediğini öğrendim.


Devlet son yıllarda eşdeğer ilaçlarda en düşük fiyatın % 22 fazlasına kadar ödeme yapıyor, fazlası varsa vatandaştan isteniyor. Ben genelde buna dikkat ederek ekstra ücret ödenmeyecek ilaçları reçete ettiğimden ilaç firmaları ziyaretlerinde gerekli indirimleri yaptıklarını, karneyle ilaç alanların ek bir ücret ödemeyeceklerini sık sık belirtiyorlar.
Bugün ayırdına vardığım durum ise bu indirimin sadece devlet kurumlarına online olarak yapıldığı, kutuların üzerindeki fiyatların aynen kaldığı oldu.
Bu duruma göre 20 liraya satılan bir ilaç için devletin ödediği 12 liraysa firma bunu eczaneye 12 lira üzerinden %20 de yasal kar marjını bırakarak, hatta ekstra indirimler yaparak en fazla 10 liraya veriyor. Eczane bunu resmi kurumlara satarsa 12 liraya, ama elden parayla satarsa 20 lira satıyor.
Özellikle sürekli ilaç kullanılan tansiyon depresyon gibi hastalıklarda, hastalar bazen karnelerine yazdıramayıp elden ilaç aldıklarından, bundan sonra kutuların üzerindeki fiyatları da öğrenmeye karar verdim.

Perşembe, Ağustos 24, 2006

Bugün 65 yaşında bir sünnetçi boğaz ağrısı ve halsizlik yakınmasıyla başvurdu.
Sünnetçilik baba mesleğiymiş. Askerde sıhhiye eri olduğundan terhisle beraber eline kurs gördüğüne dair bir sertifika vermişler.
Sünnetçiliği bu sertifikaya dayanarak yapıyormuş. Gerçi askerde sünnet yapmayı öğretmemişler ama babasını izleyerek öğrenmiş. ‘200-300 sünnet izledikten sonra ilk sünnetimi yaptım, Allah’a şükür hiç kazam olmadı’ dedi. Hala mahallede eskiden sünnet ettiklerine sorarmış ‘Bir problem var mı?’ diye, hiç şikayet almamış. Toplu sünnetlerde 35 ten fazla yapmazmış, yardımcı da kullanmazmış. 35 sünneti 4 saatte yapıyormuş.
Sünnet rayici bu sene 150 YTL civarındaymış. Kemal Özkan gibi meşhur sünnetçiler ise 1000-2000 YTLye yapıyorlarmış. Hatta İzmir’e getirmeye kalkarsan masraflarıyla beraber 8-10 000 YTL yi bulurmuş. Kemal Özkan’ın neden bu kadar meşhur olduğunu sordum, basında akrabası varmış, O meşhur etmiş.
Muayenesinde patolojik bir bulgu saptamadığımdan soğuk algınlığı tanısı koydum, ve Sedergin C eff tb. 3x1 reçete ettim.

Bugün hastaneden verilen ilaçlarını danışmak için 1923 doğumlu Manastır'lı bir hasta başvurdu. Askerliğini nerde yaptığını sordum. 1940-44 arasında 4 yıl Yugoslav ordusunda Almanlara karşı savaşmış. Almanlar çok kuvvetliymişler. Hiç piyadeleri yokmuş, hepsi motorizeymiş. Bunlar ise tam bitli piyade imişler. Savaş boyu açlık, pislik ve bitler yakalarını bırakmamış. Bitler o kadar büyükmüş ki , 5 Lev'lik Bulgar parasını üzerine koyarlarmış, bit parayı oynatırmış.
Yugoslavlar, gündüzleri hiç savaşmaz ormanda saklanırlar, geceleri mayın döşeyip yol keserlermiş. Amca mayına çarpan araçların nasıl havaya uçtuğunu anlatırken epey neşelendi. Muharebeye girerken insan ne hissediyor diye sordum. İnsana cesaret geliyormuş, hiç korkmuyormuş. Amcasının oğlu yanı başında vurulmuş ölmüş, ama amcayı öldürmeyen Allah öldürmemiş.


(Benim de geçerken mola verip köftelerine bayıldığım Makedonya'nın Bitola kentinin türkçe adının Manastır olduğunu da bu hafta okuduğum İdil Elveriş'in 'New Orleans'tan Kosova'ya, Bir Türk Kızının Anıları' kitabından öğrendim.)

Salı, Ağustos 22, 2006

sürücü kursu


Dün bir sürücü kursu sahibi ağır kaldırdıktan sonra başlayan bel ağrısı yakınmasıyla başvurdu.
Sürücü kursunu geçen sen 34 milyara mal etmişler. Şimdi iyi düzenli bir kurs açmak 50 milyar tutarmış.

Üniversite mezunu herkes, isterse sürücü kursu açabilirmiş. Her ehliyet sınıfı için Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrı ayrı ruhsat almak gerekiyormuş. İşi hızlandıracak tanıdık kimse yoksa çok uzun sürüyormuş. Oysa ki 250 metrekarelik yer, her sınıfa uygun binek arabası, otobüs, iş makinası alındığından işin çabuk halledilmesi gerekiyormuş. Otobüsü kaça aldıklarını sordum, biraz eskiymiş 8 milyara almışlar.
Bugünlerde ilkokul mezunlarına iki yıldır süren kısıtlama kalktığından büyük talep doğmuş, 125 öğrencileri varmış. Normalde 560 YTL olan ücret 250 YTL ye kadar indiriliyormuş. Bu usulsüzmüş ama öğrenci bulmak için herkes yapıyormuş.
Bel ağrısı için Muscoflex cap 3x1 yazdım, ve ağır kaldıracağı zaman ağırlığın yanına çömelerek dizlerini kullanarak kalkmasını beline yüklenmemesini önerdim.

Pazartesi, Ağustos 21, 2006

Geçenlerde muayene ettiğim yaşlı bir teyze tedaviden memnun kalmış, bugün kocasını da getirdi. Soyadlarının farklı olduğunu görünce neden böyle olduğunu sordum. İkisi de Yunanistan vatandaşıyken amca Türkiye'deymiş. Teyze arkasından gelmek için sınıra gittiğinde pasaportuna süresi geçmiş diye el koymuşlar, bir daha da pasaport vermemişler. En sonunda sınır kaçakçılarına 6-7 bin drahmi ödeyerek Meriç nehrinden kayıkla geçmiş, yürüyerek karakola teslim olmuş ve Türk vatandaşlığına geçmiş.
Amca ise Yunanistan'dan ayda 200 euro yaşlılık aylığı aldığından kesilmesin diye Yunan vatandaşlığından ayrılmamış. Yunanistan'da emekli/yaşlı paraları aybaşında köyün kahvesine gelen bir mutemet tarafından oturdukları yerde ellerine ödeniyormuş. Ayrıca her hafta gezici sağlık ekibi de köylerine uğruyor, ihtiyacı olanlara bakıyormuş. Amcanın maaşını vekalet verdiği akrabası alıyor gelen gidenle gönderiyormuş.
'Orası mı daha bakımlı burası mı?' diye sordum. Teyze 'Orada arabalar hep pırıl pırıl, burada pis, toz içinde' dedi.

Perşembe, Ağustos 17, 2006

Bugün 60 yaşlarında bir hanım ilaçlarını yazdırmaya geldi. Görünümünden ve aksanından göçmen olduğunu tahmin edip nereli olduğunu sordum. Aydın’ın Koçarlı ilçesine bağlı Yeniköy’denmiş. Aslen Arnavut göçmeniymişler ama çok eski yıllarda ataları zulümden kaçarak gelmişler. Tam ne zaman geldiklerini bilmemekle birlikte babası Türkiye’de doğmuş. Önce Afyon Sandıklı’ya yerleşmişler, sonra Aydın’a. Köylerinde 10 yıl öncesine kadar Arnavutluk göçmeni olmayan hiç kimse yokmuş. Dışardan kız alıp vermezlermiş. Kendisi Türkçeyi 55 yaşında sökmüş, çarşıda kahvede sadece Arnavutça konuşulurmuş. Kızı da 'Ben de Türkçeyi ilkokulda öğrendim' diye doğruladı.
Son yıllarda 20 kadar yerli gelin almışlar. Normalde kendi köylerinde evi olmayana kız verilmezken, köylerine pamuk toplamaya gelen dağ köylülerinden iç güveysi olarak gelin almaya başlamışlar. Kendi gelinleri çok zekiymiş, 7 ayda Arnavutçayı sökmüş, şimdi doğma büyüme Arnavut gibi konuşuyormuş.
Arnavutların gerçeten pırasayı sevip sevmediklerini sordum:
Çok severlermiş, ama yemeğini değil böreğini yaparlarmış. Pırasayı ince ince kıyıp önce sütle kaynatarak öldürür, sonra saf ve bol kaymakla karıştırıp milföy hamuru gibi kat kat açtıkları yufkaya döşerlermiş.
Köylerindeki doktor bu böreği yiyince artık bir sene başka bir şey yememem gerek demiş, ama yaptırıp doğudaki ailesine götürüyormuş.

Cuma, Ağustos 11, 2006


Bu sabah tansiyon hastası bir kundura ustasının ilaçlarını yazdım:
Fantezi bayan ayakkabısı konusunda çalışıyorlarmış. Modelleri büyük patronlar İtalya'ya gidip,yerinde görüp kopyalıyorlarmış. Normalde işi iyi bildiklerinden hafızalarına yazıyorlar, gelince aynısını yapıyorlarmış.
Artık cep telefonlarında bile kamera var , fotoğrafını da çekebilirlerse çekiyorlar dedi. Çok zor bir model olursa paraya kıyıp alıyorlar, burada modelini çıkarıyorlarmış.

Kadın ayakkabısına daha az deri gittiği halde niye böyle pahalı olduğunu sordum. Kullanılan malzeme pahalıymış. Bir çift taş 20 liraymış. Ayakkabıların çiftini toptan 60 liraya veriyorlarmış.

Kendi ayakkabılarını nereden aldığını sordum. Bütün çevresi kadın modelleri üzerinde çalıştığından erkekler için ne kalıp ne malzeme varmış, bu nedenle Işıkkent'ten Ayakkabıcılar Çarşısındaki toptancılardan alıyormuş. Ayakkabı alırken neye dikkat ediyorsun diye sordum: Sadece deri olmasına dikkat ediyormuş

Ayakkabı modelleri ManolaBlahnik'in: http://www.style.com/manolo/home_flash.html"target="_blank">

Perşembe, Ağustos 10, 2006


Bugün başdönmesi yakınmasıyla başvuran emekli bir oto tamircisine kullandığı arabayı sordum. 1988 Ford Taunus kullanıyormuş. Zaten 1967 de aldığı ilk araba Cortina’dan beri sadece Ford kullanmış.







Fordun güvenlik sistemleri onu vazgeçilmez kılıyormuş. Bir kaza anında direksiyonun katlanmasını ilk Ford yapmış. Sacı daha kalınmış, kapıyı kapatırken bile Ford olduğunu anlarmışsın. Son modeller içinde en beğendiği Ford Focus modeliymiş. Arka denge ayaklarında virajlarda savrulmayı önleyen bir kilit sistemi varmış. Bu sistem Mondeo’da bile yokmuş. Bir de Transit Tourneo’lar çok şahaneymiş.

40 yıldır en beğendiği arabası hangisiydi diye sordum:

1971 17 M ve 20 M lermiş. Fordçular bu da bizim Mercedesimiz derlermiş o modeller için, her bakımdan süperlermiş.

Tansiyonu normal sınırlarda olduğu için baş dönmesi için Vasoserc 16 mg. 2x1 yazdım ve yakınması devam eders tekrar gelmesini söyledim.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006


Dün 1914 doğumlu Ödemiş'li bir amca kan şekerini ölçtürmeye geldi. Yunan işgalini hatırlayıp hatırlamadığını sordum. ' Çok iyi hatılıyorum, benim pederimi de onlar öldürdü' dedi.
Yunanlılar İzmir'i işgal edince Ödemiş'teki rumlar çok rahatsız olmuş, 'Bizim huzurumuz kaçar gari' demişler.
Nitekim 3 Eylül'de ordu yunanlılarla birlikte rumları da süpürmüş. Babası bir isim yanlışlığına kurban gitmiş. İsim benzerliği nedeniyle beyaz kısa donlu iki efzun eri kapıya gelip babasını 'hadi hadi' diye götürmiüşler,bir daha da haber alınamamış. Yunanlılar köylülere çok fenalıklar yapmışlar,pek çok kişiyi öldürmüşler. Afyon cephesi yıkılınca zengin rumlar hemen kaçmışlar, kalanları da çeteler ve ordu süpürmüş.
Şekeri 167 çıktığından sabahları tek olarak içtği Diamicron MR tableti ikiye çıkardım.

Salı, Ağustos 08, 2006

Bugün ilaç yazdırmak için gelen emekli bir itfaiye müdürüyle sohbet ettik:


İtfaiyede de askeriyedeki gibi hiyerarşi, disiplin ve onbaşı, çavuş, başçavuş gibi rütbeler varmış. Şimdilerde eğitimli personel azaldığından , itfaiyeye hep belediye işçileri doldurulduğundan eski disiplin yokmuş .
Yangın yeri incelemelerinde nelere bakıldığını sordum:
Yangın büyükse, sigortadan para almak için çıkarıldığı şüphesi varsa, savcılık, kaymakamlık, itfaiye emniyet gibi kurumlardan oluşturulan 5-6 kişilik bir heyet inceleme yaparmış. Yangının başlama yeri tespit edilmeye çalışılırmış.


Bazen yarısı yanmış bir gaz bidonu ya da yanmış ağ parçaları (homojen bir kundaklama için tüm eşyaların üzerine gaz emdirilmiş ağ asıp tutuştururlarmış) bulunurmuş.O zaman işyeri sahibi sigortadan para alamadığı gibi hakkında dava da açılırmış.
Yaşadığı en etkileyici yangını sordum.
1967 kışında İzmir Liman’ına bağlı iken yanan çırçır gemisini anlattı. Amerika’ya gitmek üzere çırçır yüklenen geminin ambarlarında kaçak yolcular pamuk balyalarının arasındaki boşluklara uzanmışlar. Hareketten önceki gece uzandıkları yerde esrar içmeye kalkınca yangın çıkmış, bütün gemi yanmış. Ambardan 12 ceset çıkarmışlar.

Geçen hafta bacaklarda uyuşma yakınması ile başvuran Bulgaristan muhaciri yaşlı bir amcayı muayene ederken beline taktığı tokalı ev yapımı kuşak dikkatimi çekti. 'Eskiler bellerine 9-10 metre kuşak sarmadan gezmezlerdi, ben de şimdi belim ağrıyınca bunu yaptım' dedi. Bezden diktirdiği kuşağa yün doldurmuş, uçlarına da kemer parçaları dikmiş, halterci kemeri gibi bir şey olmuş. Ağır kaldırmak için öncelikle kuşak sarmak şartmış.
'Şimdi ağır kaldırıyor musun hala?' diye sordum.

'Yok gençliğimizde Bulgaristan'da çok yük taşıdık, ah neler çektik' dedi. '89 dan önce sadece isimlerini değiştirmekle kalmamışlar, kurban kesmeyi, hatta sünnet olmayı yasaklamışlar. Yaptıkları kontrollerde kaçak yollarla sünnet olanları hapse atıyorlarmış.
Köylerinde erik rakısı yapıp yapmadıklarını sordum. Yaparlarmış. Ağaçlar ekşi erik doluymuş. Onları fıçılara doldurur, kasaba merkezindeki imbiğe götürüp çektirirlermiş, çok lezzetli olurmuş. İmbik, buradaki zeytinyağı fabrikaları gibi rakının bir kısmını işçilik olarak alırmış.
Bacaklarındaki uyuşmalar için Nerox B tb 3x1 ve Laroxyl 10 mg 1x1 yazdım.

Cumartesi, Ağustos 05, 2006



Bugün babasına ait tahlilleri danışmaya gelen eski bir İddaa çalışanıyla konuştuk. İlk piyasaya çıktığında bayilik verecek kimseyi bulamamışlar. Bayilik için gereken sadece 2000 dolar civarında bir depozito imiş, vaz geçersen de geri veriliyormuş. Şimdi o zaman ısrar ederek bunu sttıkları bayiler arasında ayda 15-20 000 YTL kazananlar varmış. En az ciro yapan ayda 1-2ooo YTL kazanıyormuş. Dekorasyonun önemi büyükmüş, güzel dekorasyon ferah mekan, büyük ekranlı TV den sonuçların verilmesi işi çok etkiliyormuş. Çay satışı da önemli bir gelir kaynağıymış.

Perşembe, Ağustos 03, 2006


Bugün dizlerinde ağrı yakınması ile gelen emekli bir dolmuş şöförünü muayene ettim:
1980 yılında biri bir milyon, biri altıyüzellibin liraya iki hat almış,yıllarca çalıştıktan sonra kendini emekli etmiş. Şimdi hatların birinin değeri 500 milyarmış. Şaşırıp 'Bu kadar para kazanıyor mu bir dolmuş?' diye sordum.
Amca gevrek gevrek gülerek ‘Dolmuş para basma makinesidir, veresiyesi yoktur’ dedi. Bir dolmuş günde net 150-200 YTL kar edermiş.
Dizlerinin ağrısının kilo fazlasından kaynaklandığını belirterek kilo vermesini önerdim, ve Biprofenid tb 2x1 tok yazdım.

Bugün oğlu için ilaç yazdırmaya gelen , 50 yıl önce Makedonya’dan; Ohrid’den göçmüş 76 yaşında bir amcayla sohbet ettik:

Ohri’yi sordum, eskiden de çok popüler bir tatil yeriymiş. Özellikle alabalığı meşhurmuş.
Amca Alman – İtalyan işgali sırasında 12-13 yaşındaymış. İtalyanlar Adriyatik kıyısından Almanlar kuzeyden gelip Makedonya’da buluşmuşlar. Ohri’yi Almanlar işgal etmişler.
Gündüzleri sürekli müttefik uçakları bomba yağdırdığından askerler ormanlık alanda gizlenir, geceleri ortaya çıkarlarmış. Gündüz açıkta gezen tek motorsiklet bile olsa uçaklar avlarmış. Köylülere pek fenalıkları dokunmamış. Çocuklar hep etraflarında dolaşırmış. Askerlerin konforları iyiymiş, büyük kazanlarla yemekler pişer üzerine yine büyük kazanlarda kahve kaynatıp, termoslarına doldurur, gece yürüyüşüne çıkarlarmış. Bombardıman sırasında amcalar da bahçelerinde kazdıkları sığınağa atlarlarmış.

Salı, Ağustos 01, 2006


Geçen hafta emekli bir gümrük memuru boğazda gıcıklanma yakınması ile başvurdu:
' ’82 yılında emekli oldum, karnemi bile almadım ‘dedi.
'Ne karnesi?’ diye sordum. Gümrük memurları emekli olunca gümrük komisyonculuğu karnesi almaya hak kazanırlarmış. Komisyoncular şirketlerle gümrükler arasında aracılık yapar malın bedeli üzerinden pay alırlarmış. Emekli gümrük memurları dışında, kursa gidip sınava girerek de karne alınabiliyormuş.
Yeni evlendiklerinde eşi vapurla Karşıyaka’ya geçerken yanına oturan yaşlı bir hanım beyinin işini sormuş. ‘Gümrükçü’ yanıtını alınca , üzerindeki puantiyeli elbiseye bakarak ‘Belli !’ demiş.
Bir arsa için açtıkları davada ‘70li yıllarda bulunduğu kasabanın bayan hakimi haber gönderip kot pantolon istemiş. ‘Ben nasıl başkasının malının içinden çekip alırım bir tane ‘demiş, davayı da kaybetmiş.
'Neden böyle oluyor?' diye sordum. Mallarını gümrüğe sokan tüccar bir an önce çekip paraya çevirmek istermiş. Eğer işlemler uzar da ardiyeye girerse fazladan depolama parası da ödemesi gerekirmiş. Bu nedenle işlemleri hızlandırmak için para verilmesi yerleşmiş. Amcanın da bu işlerden sıtkı sıyrıldığından bir daha gümrüğün yanından geçmemiş. Gümrük memurlarının toplumdaki imajından o kadar çekmiş ki, hanımına gümrükten emekli olduğunu söylemesini yasaklamış . Yakınmaları için Geralgine-K tb 3x1, ve geceleri içmesi için Atarax tb 1x1 yazdım.