Perşembe, Haziran 28, 2007

ben




Gaia epey önce sormuştu, 200. gönderimde biraz kendimden bahsedeyim:

1.Kardeşim 5-6 yaşlarındayken götürdüğümüz üç göz doktorunun, üçünün de birbiriyle ilgisiz tanılar koyması sonucu babamın düştüğü çaresizliği görünce tıp okumaya karar verdim


2.Tıp fakültesinde okurken doktor olmaktan vaz geçtim. Edebiyat-dergi-yayın işleriyle, ticaretle uğraştım. Doktor olmaya hiç mi hiç niyetim yoktu.
Mezun olunca, ticaret yapacak kadar para biriktirmek için mesleğe başladım ama tutuldum, bırakamadım.
Mecburi hizmet yaptığım köyün kahvesinin önünde oturan yaşlıların 24 yaşındaki ben geçerken saygıyla ayağa kalkmaları doktorluğa bakış açımı değiştirdi.


3. Hekimliğin bir zanaat olduğu görüşüne katılırım. Ben de sabırlı ve soğukkanlı olmayı ustalarımdan öğrendim. İhtisastan sonra bilgi ve güvenimin artmasıyla yaptığım işten çok zevk alır hale geldim.


4. Çalışma ortamımda dış dünyadaki halimden farklı olarak oldukça ciddi, ve sert algılanıyorum, aslında sanırım öyleyim de.


5. Bazı hastalarımı hiç unutmam. Özellikle kaybettiklerimi...


Salı, Haziran 26, 2007

kayıp

Bu sabah göğüste sıkıntı hissi ve kolda uyuşma yakınması ile epeyce doktor dolaşmış ve bütün tahlillerini yaptırmış bir hasta başvurdu. Ben de, muayenesini yapıp tahlillerini inceledikten sonra herhangi bir organik hastalık belirtisine rastlayamayınca canını sıkan bir konu olup olmadığını sordum.
Onbeş yıl önce kızı kaybolmuş, o zamandan beri hiç haber alamamış.
Nasıl kaybolduğunu sordum. Çantasından o günkü gazetenin küpürünü çıkartıp, anlattı: Komşuya gezmeye giderken 16 yaşındaki kızını evde yalnız bırakmış. Döndüğünde evde yokmuş, bir daha ne bir ses, ne bir haber…
Önce resmi yollardan aramışlar, polise jandarmaya başvurmuşlar, sonra kendi imkanlarıyla aramaya başlamışlar.
‘Bu uğurda 4 evimizi sattık’ dedi.
‘Nereye gitti bu kadar para?’diye sordum.
7000 tane renkli resmini bastırıp dağıtmışlar, Umut Otobüsü'ne katılıp gezmişler, ‘Şu kadar dolar verirseniz yerini bulur söyleriz’ diyen hocalara vermişler.
'Birden fazla mı hocaya gittiniz?’ dedim.
‘Ohoo, kaç hocaya gittik, bir umut diye her söylenene gidiyorsun, ne paralar dağıttık’ dedi.
‘Umut otobüsüyle gezmek nasıl bir şey?’ diye sordum.
Yakınlarını Kaybetmiş Aileler Derneği'nin (YAKAD) bir organizasyonu ile bir otobüsün üzerine kayıpların resmi yapıştırılarak iller dolaşılıyormuş.
‘İşte kötü yerlere gidip bakıyoruz, polis bize açıyor, bakıyoruz, 13-14 yaşında çocuklar kaynıyor’ dedi.
Televizyondaki programlara çıkmayı düşünüp düşünmediğini sordum.
Zaten iki kere çıkmış:
‘Serap’a ve İnci’ye çıktım’ dedi.
‘Nasıl oluyor, bir para alışverişi var mı bu programlarda?’ diye sordum.
Yokmuş, alıp otele yerleştirmişler, İstanbul’da kaldıkları sürece misafir etmişler.
‘Hangisi daha iyyidi?’ dedim.
‘Serap daha iyiydi’ dedi.
‘Hem bizi üç gün çıkardı; İnci iki günde bıraktı, hem de daha işe sahip çıkıyor’ dedi.
Programlar sonunda da hiçbir ses çıkmayınca programcılar ‘Kızın kesin yaşıyor, ölse mutlaka bir haber gelirdi’ demişler.
Yakınmaları somatizasyon bozukluğuna uyduğundan Paxil 20 mg tb 1x1 ve Xanax 0,5 tb 3x1/2 yazdım ve kontrole çağırdım.

Perşembe, Haziran 21, 2007

milli banka




Bugün Halk Bankası'ndan emekli bir hasta ayaklarda kaşıntı yakınmasıyla başvurdu.
Konuşma sırasında
'Bakın doktor bey OyakBank'ı da yabancılara sattılar, ne olacak bu işin sonu' dedi.
'Ne olacak, tasvip etmiyor musunuz?' diye sordum.
'
Çok tehlikeli bir durum, yarın öbür gün Amerika'yla savaşa girsek bu bankalar bir dakika durmazlar, EFT diye birşey var, dakikasında bütün parayı dışarı çıkartırlar' dedi.
'Nasıl yani topladıkları mevduatı ödemeyebilirler mi?' diye sordum.
'Tabi ödemeyebilirler, bir memlekette savaş oldu mu orada kimse kalmaz, bugün Irak'ta banka mı kaldı' dedi.
Bir ülkenin bankalarının en az % 30'unun devlete ait olması genel bir prensipmiş. Türkiye'de ise bu oran % 17' ye düşmüş. Şu anda devletin elinde sadece Zİraat Bankası, Halkbank
ve Vakıfbank'ın çok cüzi bir hissesi varmış. Halkbankası'nın da daha önce % 25'i borsada satılmış. Geçenlerde yeni yasa çıkmış, Temmuz ayının sonuna kadar % 26'sı daha satılacak ve devlet bankanın yönetiminden çekilecekmiş.
'Eğer birikiminiz varsa tavsiye ederim, geçen sefer 8 bin liradan satıldı ertesi gün 9 bin oldu, güzel kar getiriyor. Zaten daha önce satılan hisselerin % 75'ini de yabancılar aldı' dedi.
Halk Bankası 1. Dünya Savaşı'ndan sonra Atatürk'ün direktifi ile Almanya'daki benzer bir bankadan esinlenerek, halka ve esnafa kredi vermek üzere kurulmuş. 'Almanya'daki banka hala devletin elinde iş görüyor, ama biz elden çıkarıyoruz, zaten şu anda bir gücü yok, ancak çok cüzi miktarlarda kredi veriyor ' dedi.
'Peki bu yabancılar neden bizim bankaları alıyorlar amaçları ticaret mi, yoksa güç mü?' diye sordum.
'Ticaret için alıyorlar, Hindistan'ı, Çin'i saymazsanız biz bölgenin en kalabalık, en tüketim potansiyelli, hem de tüketim cahil i olan ülkesiyiz. Adamın cebinde ekmek alacak parası yok, cep telefonuna kontör alıp geyik yapıyor' dedi.

Ayağındaki mantar enfeksiyonu için Zalain krem yazdım, ayaklarını temiz ve kuru tutmasını önerdim.




Eski banka afişleri
İhap Hulusi 'nin.


Salı, Haziran 19, 2007

hızmet aşkı


Bugün emekli bir vali yardımcısı ilaçlarını yazdırmak için başvurdu. Vali yardımcılığı ile kaymakamlığın eşdeğer olup olmadığını sordum.
'Vali yardımcılığına kaymakamlıktan terfien atanılır ama kaymakamlık daha iyidir, daha serbest hareket edebilir, istediğin değişiklikleri yapabilirsin’ dedi.
Kendisi de 1970' lerin ilk yarısında Denizli’de çalıştığı ilçenin bulunduğu bütün ovaya elektrik getirmiş.

O zamanlar köy yasasına göre köye sarfedilecek paranın üçte birini köylünün karşılaması gerekirmiş. İş 100 bin lira tutuyorsa bunun 30 bininin köylülerce karşılanması gerekiyormuş. Köylüleri muhtarların yardımı ile zengin, orta halli, ve yoksul olarak üç gruba ayırmışlar. Herkesten belirlenen para istenmiş.
Kaymakam olarak bizzat köyleri dolaşmış.
Davul çaldırıp
‘’Burası Yamanlar, parayı hemen tamamlar,
Bir el vicdana bir el cüzdana, sağ el solcebe’’
‘’Bu köyün adı Tokça, Almanyalı'sı çokça
Paraları verelim, elektrik nuruna erelim’’
gibi kendi uydurduğu tekerlemelerle bütün parayı toplamış.
İlla da vermem diye ısrar edenleri Jandarma komutanıyla dışarıya,
görüşmeye gönderiyormuş.
Ovaya elektrik geldikten sonra bir gece, zamanın en forslu kaymakam aracı olan
‘Brandalı Land Rover’le ovaya hakim bir tepeye çıkmış, 'Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar' şarkısını söyleyip ağlamış.
Esasen mülkiye mezunuymuş. Mülkiye cuntası’nı sordum.
‘Evet eskiden öyle bir şey vardı, Arapgir’li gibi birbirimizi tutardık ama şimdi kalmadı’ dedi.
‘Arapgir’le ne ilgisi var?’ dedim.
Malatya’nın Arapgir ilçesinden gelenler heryerde birbirini çok tutarmış, işi bırakacakları zaman mutlakla bir Arapgirli bulup ona devrederlermiş.

Fotoğrafları bir forum sayfasından
aldım.
Bayar, Menderes, Demirel, Evren ve Özal'ı memleket
gezilerinde gösteriyor

Cuma, Haziran 15, 2007

imarzede



Bugün emekli bir mühendis kalp ilaçlarını yazdırmaya geldi. Sorgulama sırasında sigara içtiğini öğrenince sigaranın hipertansiyon şeker hastalığı gibi sahip olduğu diğer hastalıklarla birlikte özellikle küçük damarlarında yaratacağı hasarı anlattım ve bırakma kararını kendisinin vermesi gerektiğini söyledim.
'Ben de epeydir niyetliyim , stresimiz de azaldı, artık bırakabilirim’ dedi.
'Ne stresiniz vardı?' diye sorum.
İmarzedeymişler, batan paralarının 3 Temmuz’da ödenme kararı çıkmış. 4 yıl önce emekli olunca evlerini satmışlar ikramiyeyle birleştirip İmar Bankasından devlet tahvili almışlar.
Neden İmar bankasını tercih etiklerini sordum.
Paraları daha önce İşbankası'ndaymış. Oradaki kalabalık ve sıra yüzüden kavga edip bir ahbaplarının müdürlüğünü yaptığı İmar Bankasına götürmüşler.
‘E tabi özel banka insanı güzel pohpohluyor, dekorasyonu da şık insanın hoşuna gidiyor’ dedi.
Banka müdürü off shore hesap açmayı önerdiği halde kabul etmemiş, nitelim off shore hesaplardaki paralar temelli batmış. 'Görünürde bir risk yoktu paramızı devlet tahviline yatırdık, 50 milyara kadar da devlet garantisi olduğundan hesabı aile fertlerinin üzerine 50 milyarlık parçalar halinde açtırdık' dedi.
Buna rağmen parayı yatırdıktan 3 ay sonra bankaya devlet el koyunca tahvillerin karşılıksız olduğu bankanın tahvil satmaya yetkili olmadığı ortaya çıkmış. O zamandan beri alınteriyle yaptığı tüm birikimi kurtarmak için mücadele ediyormuş. Dava açmışlar, lehlerinde sonuçlanmış, ama şimdi dava açmayanların paraları da ödenecekmiş.

Cem Uzan hakkında ne düşündüğünü sordum.
'Ne yalan söyleyeyim paramızı İmar’a yatırdığımız dönemde oyumu da O’na verdim.' dedi.
'O zaman hiç şüphelenmemiş miydiniz?' diye sordum.
‘Banka müdürü bizi öyle iyi doldurdu ki, adam barajlar yapıyor, vatan için çalışıyor, meyve veren ağaç taşlanır’ dedi, biz de inandık’ dedi.

Sigarayı bırakmak için önce içtiği pahalı markadan ucuz yerli markalara geçmesinin işini kolaylaştıracağını söyleyerek ilaçlarını yazdım.

Çarşamba, Haziran 13, 2007

pamuk


Bugün Nazilli Pamuk Araştırma Enstitüsünden emekli bir ziraat mühendisi prostat ilacını yazdırmak için başvurdu. Daha önce hiç duymadığım Pamuk Enstitüsünün İzmir’deki Zeytincilik gibi mi olduğunu sordum.
Aynen öyleymiş, ama Türkiye’de sadece Nazilli’de varmış. Zararlılara karşı mücadele ve bunun bir parçası olarak da tohum ıslah çalışmaları yapılıyormuş. Tübitak’la ortak çalışıyorlarmış ve biz, daha dayanıklı ve çok ürün veren genetiği ile oynanmış kendi tohumlarımızı üretebiliyormuşuz.
Enstitünün neden Çukurova’da değil de Nazilli’de kurulduğunu sordum. Ege pamuğu daha kaliteliymiş, elastikiyeti, lif uzunluğu daha üstünmüş.
Ege’de de hasatın hala göçmen işçilerle mi yapıldığını sordum.
Eskiden 100 kuruşluk pamukta 10 kuruş olan toplama işçiliğinin payı günümüzde 70 kuruşa çıkmış, ayrıca işçi bulmak da gittikçe zorlaşıyormuş. Güneydoğulu işçilere memleketlerinden gelebilmeleri için avans vermek, onları barındırıp her türlü ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyormuş. Bu nedenle artık pamuk makineyle hasat ediliyor bu da kalitesini düşürüyormuş. Makineyle toplanan , elle toplanmış gibi temiz olmuyor, araya kuru kabuklar, yapraklar karışıyor, iplik makinesi de bu çapakları ayıklarken pamuğu da birlikte çektiğinden 100 kiloda 2 kilo kadar ekstra fire veriyormuş.
1950’lerde Söke’de pamukçuluğu başlatan
Fahri Tanman’ı tanıyıp tanımadığını sordum.
Pamukçuluk tarihi üzerine çalışmaları olmasına karşın tanımıyormuş, sadece oğlu Ege çiftçiler birliği başkanı Hulusi Tanman’ı duymuş.
Ben de O’na Fahri Bey’in eşi
Saffet Tanman’ın o yıllara ait anılarından oluşan Batnas Tepelerinde Zaman adlı kitabını önerdim.
Yazarın ismini yazmamı rica etti, bir kağıda kaydedip verdim.

Salı, Haziran 12, 2007

tekel


Bugün Tekel yönetiminden emekli bir hasta ilaç yazdırmaya geldi. Esasen tütün eksperliğinden gelmeymiş.
Virginia tipi tütünün hala yetiştirilip yetiştirilmediğini sordum.
Yetiştiriliyormuş, ama
burada Amerika’daki gibi kaliteli olmuyormuş .
Toprak, nem gibi ekolojik şartlar tütünün içerdiği nikotin miktarını etkilermiş. Amerikan tütününde nikotin oranı %6 iken Türk tipi Virginia’da oran %2-3' müş. Tütüne esas özelliğini veren nikotin miktarıymış. Türkiye’de nikotini en yüksek tütün Trabzon’da yetişirmiş ama artık bütün tarım alanları ev olmuş.
‘Zaten kota da koydular bu iş bitti’
dedi.
'Nedir o?' dedim.

Her bölgenin tütün üretimine kota koyulmuş.
'Aslında Ege tütününe koyulmaması lazımdı ama ona da koydular' dedi. Şark tütünü kalitesiz olduğundan her sene zorunlu alımlar yapıldıktan sonra işe yarar az bir kısmı ayrıldıktan sonra kalanı yakılırmış.
‘Ben Adana bölgesindeyken 85 000 balya yaktım, her biri 30 kilo. Günler sürdü yakmamız’ dedi.
Parası bir yana bu kadar emeğin ziyan olmasından duyduğum üzüntüyü belirttince '
Şark tütünü Ege tütünü gibi zahmetli değildir, büyük yapraklıdır, bir dal tepeden aşağı nane sıyırır gibi sıyrılır. Ege tütünü ise sadece olgunlaşan yaprakları olgunlaştıkça kırarak hasat edilidiğinden çok emek gerektirir' dedi. Ege tütününde bir bitkinin hasadı beş altı seferde ve sabah gün ağarmadan yapılırmış. Neden gün doğduktan sonra yapılamadığını sordum. Gün doğumu ile birlikte dallara su yürür, bitkinin kırılganlığı azalır, o saatten sonra çıt diye kırılmaz dış kabuğu sıyrılır zarar görürmüş.
Tekelin en iyi rakısını sordum.
Tekirdağ ve Altınbaş'mış.
Tekirdağ rakısı çok sıkışmadıkça hep yaş üzümden yapılırmış, yaş üzümden yapılan rakı da daha tatlı olurmuş. Diğer rakılarda yaş üzüm yetişmezse kuru üzüm, erik, incir ne olursa kullanılırmış. Tekirdağ'ın anasonu da en kaliteli ürünü yetiştiren Denizli bölgesinden geliyormuş.


Cumartesi, Haziran 09, 2007

balta burun



Bugün emekli bir gemi inşa mühendisi kulakta dolgunluk hissi ile başvurdu.
Alaybey tersanesinden emekli olmuş. Eskiden körfez gemileri, mavnalar Alaybey tersanesinde yapılırmış. Gölcük depreminden sonra Deniz Kuvvetlerinin Gölcük tersanesi yılınca Alaybey ve Pendik tersaneleri askeriyeye devredilip, askeri ihtiyaçlar için kullanılmaya başlanmış. İzmir'de hiç sivil tersane kalmayınca Körfez gemileri artık İstanbul'da yapılmaya başlanmış. İstanbul'da halen sivil tersanelerin yanı sıra özel tersaneler de varmış.

Kendisine epeydir kafamı kurcalayan eski gemilerde kullanılan balta burunun neden modern gemilerde görülmediğini sordum.
Eskiden parçalar perçinlendiğinden kıvrımlı hatlar yapmak hem zor hem de mukavemeti azaltırmış. Kaynak teknolojisindeki gelişmeler sayesinde daha kıvrımlı hatlı gemiler yapılabilmeye başlanmış.
Kulağında buşon olduğundan Gliserin gtt. 3x3 verdim ve üç gün sonra yıkamak üzere çağırdım.

Resimler Titanik


Cuma, Haziran 08, 2007

gemi barmenliği



Bugün 1921 doğumlu emekli bir gemi barmeni tansiyon ilaçlarını yazdırmak için uğradı. Ne tür gemilerde çalıştığını sordum.
Denizcilik Bankası'na bağlı uzun yol gemilerinde, Ankara ve Samsun feribotlarında çalışmış, bütün dünyayı gezmiş.
‘Ben de o gemilere bindim’ diyecek oldum, benim bindiklerim aynı adı taşıyan yeni gemilermiş.
‘Gemilerde seyahat o zaman çok güzeldi, çok isterdim sizin gibi neşeli, genç bir doktor o nezih ortamı yaşasın, çok hoşunuza giderdi’ dedi.

Gemi barındaki içkilerin de yolculuk fiyatına dahil olup olmadığını sordum. Bilete tam pansiyon yemekler ve çay, kahve dahilmiş, içkiler ekstraymış, ama personelden bir tanıdığın olursa idare ederlermiş.
Gemiciler için söylenen ‘her limanda bir sevgili’ lafının doğru olup olmadığını sordum.
Önce 'Kişisine göre değişir’ dedi, üsteleyince ‘ E oluyordu tabi o zamanlar, güzel zamanlardı, yolcularla münasebetler teşkil oluyordu, bazen inen yolcuyla birlikte biz de inip evine gidiyorduk, hatta gemiyi kaçırıyorduk’ dedi.

‘Nasıl yani, kasıtlı mı kaçırıyordunuz yani? ‘dedim.
‘Evet , mesela Marsilya’da gemiyi kaçırınca 15 gün orada bekliyorsun’ dedi.
‘Cezası yok muydu bunun?’ dedim. Aşırıya kaçmazsan çok cezası yokmuş.
‘Hem kızın evinde kalıyorsun, harcamaları da o karşılıyor, iyi oluyordu’ dedi.



Çarşamba, Haziran 06, 2007

müfettiş




Bugün bir içişleri bakanlığı müfettişi tansiyon ilaçlarını yazdırmak için başvurdu.
Ne iş yaptıklarını sordum.
Belediyeleri denetliyorlarmış.
Tüm Türkiye’de bu işi yapan maliye müfettişleri ile birlikte toplam 400 denetçi , denetlenecek 4000 civarında belediye varmış. Eskiden yazları program yapılır , rutin denetimlere çıkılırmış, 1999 yılından beri düzenli denetim yapılmıyormuş. Sadece şikayet üzerine denetim varmış. Uzun süreden beri ilk kez bu yıl yazın programlı denetim yapılacakmış, ama hükumetler bu işi pek ciddi tutmak istemiyorlarmış. Her iktidar özellikle kendi partisine ait belediyelerde ortaya çıkan yosuzlukları görmezden gelmeye çalışıyormuş. Hatta bazen yakalanan yolsuzlukların daha sonra örtbas edildiği de oluyormuş.
Belediyeler yeni AB uyum yasalarını bilmiyorlar bu nedenle çok hata yapıyorlarmış.
‘Biz bütün sene boş boş oturacağımıza önce bize eğitim verseler, daha sonra biz de belediyecileri eğitsek keşke’ dedi.
Tansiyon ilaçlarını yazıktan sonra hareket etmenin de ilaçlarını içmek kadar önemli olduğunu hatırlattım, ve her hafta oynadığı halı saha maçının spordan sayılamayacağını; sağlığına olumlu katkı sağlamak istiyorsa düzenli aerobik egzersiz ( yürüyüş, bisiklet ya da yüzme) yapmasını önerdim.



Salı, Haziran 05, 2007

trafik polisliği



Bugün bir trafik polisi idrar yaparken yanma yakınması ile başvurdu. Bölge trafikte yol denetiminde çalışıyorlarmış. Denetimleri neye göre yaptıklarını merak ediyordum, 'Sabahları bugün şuraya radar koyalım diye mi karar veriyorsunuz?’ diye sordum.
Öyle değilmiş. Her günün programı baştan belliymiş. Mesela sabah 8:00 – 9:30 arası şu noktada radar, 10’a kadar serbest bölge denetimi( bu arada ihtiyaç görülürmüş) , 10:00-12:00 arası emniyet kemeri denetimi gibi kendilerine verilen programa uyarlarmış.
‘Radara yakalanınca gerçekten cezadan kurtulmanın yolu yok mudur?’ diye sordum.
Radar aracında VHS kamera varmış, ve bütün araçları kaydediyormuş.

'Ancak görev sırasında radara yakalanan son araç olursanız radara telefon edip bandı biraz geri alıp silmek mümkün olabilir, yoksa sizden sonra yakalananlar da silinir’
dedi.

Görev bitiminde bu kasetler dijital ortama aktarılıp arşivde saklanıyormuş. Denetime gelen müfettişler rasgele bir kayıt seçip o güne ait ceza koçanlarını istiyor ve karşılaştırmalı olarak kaydı izliyor, ceza kesilmesi gerektiği halde kesilmeyen varsa hesabını soruyorlarmış.
'
Lanet olsun adımız çıkmış ya bir kere hırsıza!’ dedi.
Neden böyle olduğunu sordum. '
Bazı sütü bozuklar, hem de büyük paralara da değil, 3- 5 liraya üniformasını satıyorlar’ dedi.
'
Nasıl düzelir peki bu iş?' diye sordum.
‘Halkın da bilinçlenmesi lazım. Özellikle kamyon sürücüleri alışmışlar, hiçbir eksikleri olmasa dahi ‘Al abi çorba içersin’ diye para uzatıyorlar. Soruyorum, kaç para alıyorsun diye 500 lira.Yahu kardeşim ben 1500 lira alıyorum, sen bana çorba parası veriyorsun bu nasıl iş!’ dedi.
‘Şikayet olursa ne ceza veriliyor’ diye sordum.
‘Her polisin aracının plakası onun kodudur, 155’i arayıp şu kodlu memur şu noktada benden usulsüz para istedi diye şikayet edersen mutlaka araştırılır, memur açığa alınır.Bütün konuşmalar kaydediliyor, ayrıca Emniyet Müdürümüz de bu konuda çok hassas’ dedi.

'Kendi adını vermek zorunda mı şikayet eden ?’ dedim. Vermek zorunda değilmişsin , ama en azından plakanı verirsen şikayetin daha ciddiye alınırmış. Bazen fazla tonajlı araçların geçeceği yollardan ekibi uzaklaştırmak için sahte şikayette bulunanlar oluyormuş, bunu hissederlerse yerlerinden kıpırdamıyorlarmış.

'Memur açığa alınınca ne olur?’dedim.
‘En azından görev yeri değişir, değişsin de zaten’ dedi.
İdrar yollarındaki enfeksiyon için Urfamiycin500 tb 3x1 verdim ve korunmadan cinsel ilişkiye girmemesini, daha ciddi ve ölümcül enfeksiyonlar da kapabileceğini hatırlattım.
Fotoğraflar sırasıyla Moskova, K.Kore, Kabil, Çin, Irak ve Erivan'dan trafik polisleri.