Pazartesi, Mart 29, 2010

tatlı su balıkçılığı





Bugün ilaç yazdırmaya gelen Saruhanlı’lı bir hastaya Gölmarmara’da balık tutup tutmadıklarını sordum.
“Tutuyoruz” dedi.
“Hangi balıklar çıkıyor?” diye sordum.
“Sazan çıkıyor, Levrek çıkıyor, Yılanbalığı çıkıyor” dedi.



“Levrek dediğiniz dişli turna değil mi?” dedim, öyleymiş.
“Balığı hangi yemle tutuyorsunuz?” dedim
“Yok oltayla değil, biz takımla, ırıpla tutarız” dedi.
“Irıp ağ mı oluyor?”dedim
“Evet iki türlüsü var, bir çektirme bir de salma. Biz geceden salıyoruz, sabah topluyoruz, bir de 10-15 gün sonra zıpkınla da avlarız. Zıpkını bilir misin böyle geniş ağızlı” dedi.
“Zıpkınla suya girmeden avlıyorsunuz değil mi?” dedim
Olur mu dizimize kadar giriyoruz. Bu mevsimde artık suyun içinde ne oluyoırsa bilmiyorum, kıyıda kaynaşıyorlar. Suyun içinde böyle simsiyah sırtını görürsün” dedi
“Ağdan ne kadar balık çıkıyor bir seferde, büyükleri oluyor mu?” diye sordum.
“30-40 kilo çıkıyor. Ben çocukken 8-10 kiloluk sazanlar çıkardı. Boyu Murat arabanın bagaj düğmesine kadardı” dedi.



“Yılanbalığı da aynı ağla mı yakalanıyor?” dedim.
“Yook, onun takımı başka, böyle kutu şeklinde, ufak deliği var, içine girdi mi bir daha çıkamaz, ama bilmeyen de yılan sanır yanına yaklaşamaz” dedi.




“Balıkları nasıl pişiriyorsunuz?” diye sordum.
Sazanı tava da yaparız, ızgara da. Baharda şimdi daha yağlı olur, içinden havyar da çıkar. Yılanbalığını ise pişirirken yağını üç kere dökeceksin, anca öyle tadını alırsın” dedi



“Kızartma yağını mı üç kere değiştiriyorsunuz?” diye sordum
“Hayır, Yılanbalığı çok yağlıdır, yağsız tavaya koydun mu yağını salar. Öyle bir seferde pişirip yersen insanın içini bulandırır. Yağını bıraktıkça dökeceksin. En son yağı kalmayınca iki tarafını kızarttın mıydı, tadına doyum olmaz” dedi.

Pazartesi, Mart 22, 2010

Kore




Haftasonu evimize konuk olan Kore'li bir kıza Asya ırklarını dış görünüşleriyle birbirinden ayırıp ayıramadıklarını, sözgelimi bir Japon ile bir Koreliyi ayırt edip edemediklerini sordum.
"Elbette edebilirim" dedi



"Bize Japon, Çinli, Koreli, hepsi aynı gibi geliyor" dedim
"Bana da batılılar öyle geliyor. Nereli olduklarını asla tahmin edemiyorum" dedi
"Mesela Japonları nasıl ayırt ediyorsunuz?" diye sordum
"Japonların saçları kahverengi olur, ağır sert makyaj yaparlar" dedi




"Nasıl kahverengi?" dedim
"Yani saçlarını boyarlar" dedi
Gülerek,
"Tamam da saçlarını boyamazlarsa nasıl anlıyorsunuz?" diye sordum




"Anlıyoruz ama nasıl anladığımızı size anlatmam zor. Görünce anlıyoruz işte" dedi
"Kuzey Kore'ye gidebiliyor musunuz?" diye sordum
"Belli turlarla belirli rotalara gidebiliyoruz ama özgürce dolaşmamız yasak" dedi


"Kuzeydekiler Güney'e gelebiliyor mu?" dedim
"Asla! Sınırı kaçak geçmek de çok zor. Ancak Çin üzerinden kaçarak gelebiliyorlar, ama bunun için de Çin içerisinde 3000 km yol yapmaları lazım. Bu sıırada Çin polisine yakalanırlarsa geri gönderilip hapis ya da idam cezası alıyorlar" dedi

İkinci resim ilginç bir siteden
Üçüncü resimdeki anime havası veren Japon malı geniş lensler burada.
Dördüncü çizim bir forumdan.

Salı, Mart 16, 2010

deve güreşi




Bugün öksürük yakınması ile başvuran bir hasta;
"Haftasonu Kemalpaşa'da deve güreşlerinde üşüttüm. Çok ayaz vardı, biraz da alkol aldık, şifayı kaptık" dedi
"Nasıl oluyor deve güreşleri. Hep ilanlarını görüyorum ama hiç gitmedim, turistik bir şey mi?" dedim



"Şimdi bu Ege bölgesine has bir olay, meraklısı çok! 40-50 deve katılıyor. Develeri bir görseniz... 40-50 bin liraya satılıyor bir tanesi. Sırayla develer güreştiriliyor. Ağızları bağlı oluyor, birbirlerine çelme takıp deviriyorlar. Kazanan başpehlivan oluyor, ödül kazanıyor. " dedi


"Ödül ne kadar?" diye sordum
"Belediye baştan ilan ediyor, 2-3 bin lira falan oluyor. Zaten Belediye başkanlarının falan da develeri var. Ayrıca katılanlara da bir miktar para veriyorlar devenin nakliyesi için. Taa Çanakkale'den, Aydın'dan gelenler var. Deve güreşi işin bahanesi, millet esas rakı içmeye geliyor" dedi



"Nasıl içiliyor, yanında mı getiriyorsun, orada mı satılıyor" dedim
"Herkes yanında getiriyor, orada deve sucuğu falan satıyorlar, başka pek bir şey yok. Yere hasır serip oturuyorsun. Şaka maka bu Ege köylüsü bir acayip içiyor. Sabah 9 da mangallar yakılıp içilmeye başlanıyor. Ben de ilk defa böyle sabahın köründe içtim." dedi



"Giriş paralı mı?" diye sordum
"Burası parasızdı. Bazı yerlerde paralı oluyor" dedi

Muayenesinde akciğer enfeksiyonu saptadığımdan Klavulanik asit tb 1gr 2x1 yazdım.



İlk fotograf Serhat Durmaz'ın.
Diğerleri Tire Deve Güreşlerinden
Cemal Öktemer'e ait.

Pazartesi, Mart 15, 2010

şarlatanlık





Bugün öksürük yakınmasıyla başvuran yaşlıca bir hasta
"Doktor Bey çok sık hastalanıyorum, ne yapmam lazım?" diye sordu
"Bol portakal, limon tüketin" dedim
"Onu da yiyemiyoruz işte. Ben üç ay önce prostattan ameliyat oldum ya. Televizyonda söylediler; vücudun dışındaki yara çabuk kururmuş da, içindeki suyun içinde olduğundan iyileşmezmiş. Portakal, limon yemek de iyileşmesini geciktirirmiş" dedi


"Kimden duydunuz bunu?" diye sordum
"TRT'de Ahmet Maranki söyledi" dedi
"Lütfen bunlara inanmayınız. Portakal yemekle ameliyat yarasının iyileşmesinin ne ilgisi var. Kaldı ki vücudun içindeki, yani mukozalardaki yaralar cilttekilerden çok daha hızlı, hatta saatler içinde iyileşir. Bunlar su katılmamış palavra! Devletin televizyonunun böyle hiç bir eğitimi olmayan kerameti kendinden menkul kişileri ekrana çıkartması ve halkı yanlış bilgilendirmesine de pes diyorum. " dedim ve kış aylarında mümkün olduğunca narenciye ürünü tüketmesi salık verdim.


Perşembe, Mart 11, 2010

pişmiş yoğurt





Bugün eski tahlillerini göstermek için gelen bir hastanın tahlilleri Antakya'da yaptırdığını görünce "Antakya'lı mısınız?" diye sordum
"Evet, doğma büyüme Antakya'lıyım. Çocuğun okulu için İzmir'e geldik" dedi
"Geçenlerde Antakya'dan gelmiş bir yoğurt yedim. Pişmiş yoğurt dediler. Gerçekten pişiriliyor mu?" diye sordum
"Evet, biz de yaparız, çok zahmetlidir. Sadece keçi yoğurdundan olur. Büyük kazanlarda tuzla kaynatırız, suyu ayrılır, üstüne çıkar. Dibinde kalan yoğurdu temiz bezlere alıp süzdürürüz. İnek yoğurdunu öyle kaynatsan kesilir, kesik kesik olur" dedi


"Kahvaltıda mı yiyorsunuz?" dedim
"Evet, hele soğanlı biberli çok güzel olur. Soğanı zeytinyağında kavururuz. Sonra pişmiş yoğurtla pul biberi ekleyip, hızlı hızlı çeviririz. Ekmek banıp yemesi çok tatlı olur!" dedi



Sözün burasında ikimizin de ağzının suyu aktığından bir sessizlik oldu.

Elimdeki kağıtlara bakıp;
"Evet bu sonuçlara göre kan yağlarınız yüksek . Perhiz yapıyor musunuz?" diye sordum

Pazartesi, Mart 08, 2010

6. Filo





Bugün emekli bir subay mide ağrısı ile başvurdu.
"Midenize dokunacak bir şey yiyip içtiniz mi?" diye sordum
"8 Mart kadınlar günü için 68'lilerin yemeği vardı, orada rakıyı fazla kaçırmışım" dedi


"68 olaylarına katılmış mıydınız?" diye sordum
Gururla:
"Tabi Dolmabahçe'de Amerikalı askerleri denize döktük" dedi

"Siz o gün orada mıydınız? Nasıl oldu?" diye sordum
"Benim olaylardan haberim yoktu. Yeni göreve başlamıştım, izinliydim ordan geçiyordum. Numayişi görünce iştirak ettim. Ben de bizzat bir tane attım" dedi
"Kaç kişi atıldı? Dövüp de mi attınız, ittirerek mi?" dedim



"Çok değil yahu, 5-6 kişi. Filika ile geldiler, ilk çıkanları ittirerek attık. Bir kısmı da kendiliğinden atladı kalabalığı görünce. Filikadakiler denizdekileri alıp geri gittiler. Büyük kalabalık vardı, o sayede tutuklama filan olmadı, yoksa daha baştan hayatım kaymıştı" dedi.

Mide ağrısı için Talcid tb 3x1 çiğnenecek yazdım

Salı, Mart 02, 2010

sendikacılık





Bugün göğüs ağrısı ile başvuran yaşlıca bir hastaya ne iş yaptığını sordum
“Emekli işçiyim” dedi
“Hangi işten emekli oldunuz?” diye sordum
“Sendikada çalışıyordum, eğitim uzmanıydım” dedi



“Sendikada çalışınca maaşı, SSK primini sendika mı ödüyor?” diye sordum
“Evet, o da bir işveren gibi işe alıyor, maaşını ödüyor” dedi
“Nasıl girdiniz sendikaya?” diye sordum
“İşçi olarak çalışıyordum. Normal işe girer gibi başvurdum. Sendika yöneticileri benimle görüşme yaptılar, beğendiler, işe aldılar” dedi
“Maaş nasıldı?” diye sordum


“Maaşlar çok iyiydi. Ben çalışırken öğretmen maaşının iki katını alıyordum. Sendika başkanı, genel sekreteri, örgütlenme yöneticisi gibi üst düzeydekiler benim 3-4 katımı alıyorlardı” dedi
“İşçiler kendilerini temsil edenlerin maaşlarının kendilerininkinden bu kadar yüksek olmasına itiraz etmiyorlar mıydı?” dedim


“Bizim işçimiz; aslında genelde halkımız biraz edilgen. Mesela bir genel kurulda Genel Başkana 10 bin lira faturasız harcama hakkı verilmesi tüzüğe konuldu. Hiç kimse kalkıp, söz alıp da bu adamın maaşı var, harcırahı var, neden bir de böyle bir kalemi koyuyoruz demedi” dedi


“Siz ne konuda eğitim veriyordunuz? Böyle edilgenlikten kurtulma, haklarını arama gibi konularda eğitim yaptınız mı?” diye sordum


“Biz daha çok politik konularda bilinçlendirme yapıyorduk. Toktamış Ateş, Emre Kongar gibi hocalarla her yeri dolaşıp toplantılar düzenliyorduk. Şimdi olsa mesela bu Ergenekon konusunda bir bilinçlendirme toplantısı yapardık” dedi



Göğsündeki ağrı için çektirdiğim EKG temiz çıkmasına karşın yılardır sigara içtiği için eforlu EKG'nin yararlı olacağını, ayrıca gırtlak ve akciğer kanseri açısından da gerekli filmleri çektirmesini, ve elbette ki sigarayı bırakmasını önerdim.


Fotografların tamamı Evren Özesen'in Tekel direnişini takip ettiği blogundan.