Bugün yeni mezun bir mühendise şimdi ne yapacağını sordum.
"Bir yıldır e-ticaret yapıyorum, ona devam edeceğim" dedi.
"Ne satıyorsunuz? diye sordum.
"Belli bir şey değil neye talep varsa ve ne iyi kar bırakıyorsa...
Kanada'dan alıp Amerika'ya satıyorum. Yapay zeka programlarıyla ürünlere olan talebi, kar marjını hesaplayıp uygun gördüğüm malları Amazon üzerinden alıp satıyorum." dedi.
"Bu yapay zeka progamlarına para ödeniyor mu? diye sordum.
"Evet ama kazancın yanında çok cüzi bir miktar" dedi
"Peki neden Kanada?" diye sordum.
"Çünkü Kanada'da vergi yok.
Malı % 50-60 karla satabilirsen depo kargo masraflarını çıktıktan sonra %20-25 kar bırakıyor" dedi.
"Amazon ne kadar büyük bir para kazanıyor" dedim.
"Evet kazanıyor ama kazandırıyor da, iyi ki var" dedi.
"Ayda ne kadar kazanılabilir bu işten?" diye sordum
"Sermayenize ve ne kadar zaman ayırdığınıza bağlı. Ben 100 bin lira sermaye ile başladım, günde ortalama 4 saatimi ayırarak ayda 25-30 bin lira kazanıyorum.
Daha fazla zaman ayırsam daha iyi ürünler bulup gelirimi arttırabilirim" dedi
"İyi de nasıl öğrendiniz bu işi, kendi kendinize mi?" dedim
"Kursları var onlara gittim. Hala da sürekli okuyup öğrenmeye çalışıyorum." dedi.
Bugün başvuran 77 yaşındaki bir sayacıya (Ayakkabının üst derisini yapan ustaya)
"Tabak sevdiği deriyi yerden yere vururmuş lafı doğru mu?" diye sordum.
"Tabi öyleydir ama anlaşıldığı şekliyle değil:
Benim babam tabaktı. Köylü derisini getirir, babam beğendiği deriyi fiyatını düşürmek için alır alır bırakır. Benim çocukluğum bunların içinde geçti.
Kardeşimle birlikte sabah erkenden okula gitmeden sokaklardan köpek boku toplardık. Köpeklerin toplaştığı yerleri bilir oralara giderdik. Mahallenin bütün köpekleriyle arkadaş olmuştuk. Lokantalardan artan yemekleri toplayıp onlara götürürdük.
Köpek boku altın gibiydi. 25 kiloluk bir teneke bok parasıyla bir oğlak alabilirdin o zaman" dedi.
"Niye topluyordunuz, ne için kullanılıyordu? " diye sordum.
"Taze deriyi yıkayıp önce kirece yatırırsın, tüyünü döker.
Sonra içindeki etini güzelce sıyırıp köpek gübresi katılmış suya bastırırsın, orada pişer.
Pişen deri şişer, kalınlaşır sertleşir, dayanıklılık kazanır.
Ondan sonra cinsine göre tasnif edersin.
Koyundan sadece ceket, keçiden hem ceket ,hem ayakkabı sayası olur. Danadan ise saya ve kösele olur. Bir de danayı ince ince kesersen süet olur." dedi
"Günümüzde bu işlem için köpek dışkısı kullanılmıyordur artık, değil mi?" diye sordum
"Artık suni gübre kullanılıyor, o da fazla yakıyor, dayanmıyor,
Bugün halsizlik, yorgunluk, isteksizlik yakınmasıyla başvuran bir hasta,
"Doktor bey C ve D vitaminleri, magnezyum ve Pharmaton içiyorum ama yorgunluğum hiç geçmiyor, bütün kanlarıma baktırmak istiyorum" dedi
"Peki yorulacak bir şey yapıyor musunuz?" diye sordum
"Bizim küçük kızı günde iki defa kursa götürüyorum, birisi oyun grubu diğeri de İngilizce kursu. İkisi de birer saat sürüyor, gidiş gelişle 2 şer saat. İngilizce kursuna bir dönemlik 30 bin lira ödedik ama değdi. İngilizce ona kadar saymaya başladı. Bari o kendini kurtarsın" dedi.
"Sizin kız daha yeni doğmadı mı? Ne kadarlık oldu şimdi? " diye sordum
"22 aylık oldu, iki ay sonra 2 yaşını dolduracak. Daha Türkçe konuşamıyor zaten..." dedi gülerek.
"Muayenenizi yapalım, kan tahlillerinize de bakalım ama bence siz günümüzde çok yaygın olan bir hastalığa yakalanmışsınız:
Sağlık ve çocuk için para harcamak gerektiği hastalığı.
İnsanlar sağlıklı olduğu halde daha nasılsağlıklı olabilirim, sağlığım için bir şeyler yapmalıyım. Spor yapmaya vaktim olmadığına göre bu konuya yatırım yapmalıyım gibi bir düşünceye kapıldılar.
Piyasa da bunu körüklüyor, örneğin 300 lira verip içtiğiniz Pharmaton enerji verdiğini iddia ediyor ama devletin ödediği B vitamini komplekslerinden farklı bir şey yok içinde.
Toplumumuzda depresyon çok yaygın ve yorgunluk, halsizlik, isteksizlik bu hastalığın belirtileri arasında. Ancak bu hastalık elle tutulur gözle görünür olmadığından ve kimse de kendine depresyonu konduramadığından herkes kesin bende bir vitamin eksik diye kan tahlillerine, eczanelerde binbir çeşidi satılan janjanlı ambalajlı vitaminlere,bilim dışı uygulamalarla sağlık sattığını iddia eden şarlatanlarasaldırıyor. Vitaminler ederinden çok pahalıya satılıyor ve ne kadar pahalıysa o kadar iyi geliyor.
Oysa ki bizim gibi Ege kıyısında yaşayan, balığın sebze-meyvenin en iyisini bol bol yiyen insanların dışarından sentetik vitamin almasına hiç gerek yok. Ben şahsen hayatım boyunca hiç vitamin, katkı kullanmadım, kullanmıyorum.
Öte yandan çocuklara da mutlaka para harcamak ve onlar için kendi hayatından özveride bulunmak gerektiği gibi bir düşünce de gittikçe yaygınlaşıyor ama yanlış.
22 aylık çocuğa İngilizce öğretmek için kursa götürmeye para harcamaya gerek yok ki. İngilizce çizgi filmleri bir diske koyun, istediği kadar izlesin, kurstan çok daha çabuk ve mükemmel aksanla İngilizceyi kendiliğinden konuşur. Zaten teknolojinin hızıne bakılırsa 20 yıl sonra İngilizceye ihtiyacı olduğunda belki dil öğrenmek diye bir şey bile kalmayacak.
Özel okullar da çoğunlukla devlet okullarıyla aynı hatta daha kötü eğitim verdikleri halde insanlar bu sosyal hastalık nedeniyle bütçelerini zorlayarak bu okullara yüzbinlerce lira ödüyor.
Hatta iki çocuğun özel okul masrafını karşılayamayacağı için ikinci çocuğu yapmaktan vaz geçenler bile var.
Ebeveynler çocukların okul dışında kalan saatlerini de çeşitli kurslarla dolduruyorlar.
Ne çocuklar çocukluğunu, ne anne babalar kendi hayatlarını yaşayabiliyor.
Oysa ki aynı uçak anonslarında maskeler için söylendiği gibi, önce kendinize sonra çocuğa bakmanız lazım.
Yine kendimden örnek vermek gerekirse ben çocuğumu küçüklükten beri hiç bir kursa göndermedim; çünkü haftasonlarımı ona bağlamak istemedim.
Kursa gitmemesinin hiç bir eksikliğini de görmedik, ilgi duyduğu konuları kendisi sonradan öğrendi.
Zaten Z kuşağı denilen çocukları yaratan da kanımca anne babaların kendi hayatlarını çocuğun ihtiyaçlarına göre belirlemesinden başka bir şey değil.
Çocuklar her şeyin istemeden ayaklarına gelmesine, el üstünde tutulmaya alışıyor, sonra gerçek hayatla yüzleşince bocalıyorlar.
Sanayide çıraklık yapan çocuklarda Z kuşağı diye bir şey yok, aynı eski zaman çocukları gibiler.
Sağlık ve eğitim sektörleri insanların içindeki bu iki duyguyu kaşıyıp saçma sapan uygulamalarla milyonlar kazanıyor. " diyerek kan tahlillerini istedim ve psikiyatrik muayenesini yaptım.
Muayene sonucu depresyonda olduğu anlaşıldı.
İlaca başlamadan önce 15 gün sıkı terletici spor yapıp söylediklerimi düşünmesini ve yakınmalarında değişiklik olmazsa kontrole gelmesini önerdim.
Bugün başvuran bir kuaföre "Gelin başları neden böyle pahalı oluyor?" diye sordum
"Gelinlikle geldiği için. Aslında hepsi hepsi bir topuz yapıyoruz, üstüne de iki firkete ile duvağı takıyoruz. Gelin normal kıyafeti ile gelse 300 lira ama gelinlikle gelince 3000 lira oluyor" dedi.
"Bir arkadaşım düğününde kuaföre 15 bin lira vermiş" dedim
"E annesi, kayınvalidesi, görümcesi de saçını yaptırıyor.
Hadi gelin porselen makyaj yaptırıyor, kız kardeşi de yaptırıyor. Halbuki ne gerek var" dedi.
"Porselen makyaj nedir?" diye sordum "Akmayan bir makyaj türü, kryolan diye bir fondöten ile yapılıyor, terleyince ağlayınca akmıyor ama 1500 lira" dedi
"Kuaförlükte kar marjı yüksek herhalde" dedim
"Tabi, bugün röfle 2000 lira oldu. Oryali, folyosu bir röflenin masrafı en fazla 50 liradır. İki saatte 2 bin lira kazanıyorsun, günde 5 kişiye yapsan güzel para.
Sonra mesela boyayı 400, dip boyasını 300 liraya yapıyoruz. Kullandığımız malzeme 15 lira." dedi.
Sohbete kulak misafiri olan Hemşire hanım:
"Ben 50 liraya alıyorum boyayı" dedi
"Kuaförler en ucuzunu toptan alıyorlar. Benim tanıdığım bütün kuaförler 15 liralık boya kullanıyor ama müşteri bunu tabi ki görmüyor. İçerde laboratuvarda karıştırıp da geliyorlar. Zaten laboratuvar hep arkada, mutfağın yanında kimsenin göremeyeceği bir yerde olur. Müşteri de benim önümde karıştır diyemez, demez. 600-800 liraya organiğini yapalım diye önerip yine aynı 15 liralık boyayı kullananlar var" dedi.
Fotoğraftaki saç modellerinin Karen olarak adlandırıldığını ve bana müdürü çağırın diye huysuzluk yapan orta yaşlı kadınları temsil ettiğini de oğlumdan öğrendim
Bugün oto servisinde çalışan bir hastam geldiğinde "Hala aynı serviste mi çalışıyorsunuz?" diye sordum.
"Hayır Doktor Bey, bir avukatın yanında çalışmaya başladım" demez mi
"Hukukla ilgili bir eğitiminiz var mıydı?" dedim
"Yok, yanında çalıştığım avukat kaza yapan araçlarda değer kaybı üzerine çalışıyor. Normalde haksız tarafın trafik sigortası haklı tarafın hasarının tamir masrafını karşılıyor ama kaza yapan aracın değerinde de bir eksilme oluyor. Bu değer kaybı ancak sigorta şirketine dava açarak tazmin edilebiliyor. Vatandaş bunu bilmediğinden genelde değer kaybını sineye çekiyor. Ben de oto sanayi camiasını tanıdığımdan bana iş teklif etti. Gidip tamircileri bağlıyorum, kaza yapan araçların sahiplerini bize yönlendiriyorlar. Dava açıp kazanılan tazminatın % 20 sini alıyoruz." dedi
"Siz maaşlı mı yoksa dosya başına mı para kazanıyorsunuz ?" diye sordum.
Maaş artı dosya başına 250 lira alıyorum. Yeni başladığımdan geçen ay 10 dosya ayarladım ama ayda 40 dosya yaparsın diyor avukat. Büronun elinde hali hazırda 300-400 dosya var" dedi
"Tamircilere de araç sahibini size yönlendirmesi karşılığında bir pay veriyor musunuz?" dedim
"Dosya başına 1000 lira veriyoruz. Tabi 20 yaşındaki araçla sıfır aracın değer kaybı bir olmuyor..." dedi
"Değer kaybı hep sigortadan mı alınıyor" diye sordum
"Trafik sigortasının teminatı çok düşük, 120 bin liraya kadar maddi hasarı karşılıyor. Ben kendi aracıma ekstra prim ödeyip daha yüksek teminat aldım. Allah korusun yeni ve lüks bir arabaya çarpsan sigortanın üzerine 300-500 bin lira cebinden ödemen gerekebilir" dedi
Bugün namazında niyazında olduğunu bildiğim bir hasta;
"Çok canım sıkkın Doktor Bey, bir haftadır mahkemelerde ehliyetimi kurtarmak için sürünüyorum" dedi
"Hayırdır alkol yüzünden değildir herhalde?" diye sordum
"Olur mu öyle şey, ben hayatımda ağzıma alkol sürmedim.
İş çıkışında iş arkadaşımı evine bırakacaktım, sabahtan beri açtım, ağzım kokmasın diye ağzıma bir naneli sakız attım. Pınarbaşı'nın orda çevirme varmış durdurdular, 15 promil alkollü çıktım.
Ne dediysem dinletemedim, araç ticari olduğundan ehliyete el koymak zorundayız dediler, aldılar. Hemen hastaneye gittim, alkolsüz olduğuma dair rapor aldım ama bir defa ceza kesildiğinden hem 1820 lira cezayı ödedim, hem de geri almak için dava açmam gerekti. 1500 lira mahkemeye harç, 250 lira da avukata vekalet için ödedim. Durduk yerde 3500 lira kaybettiğim gibi bir haftadır da ehliyetsizim, işlerim aksadı" dedi
"İlk defa böyle bir olay duyuyorum" dedim
"Hocam bu durumumu anlattığım bir arkadaşım kendi başından geçen daha da ilginç bir hikaye anlattı:
Bunlar titiz bir çift, arabaya binince ellerini dezenfektanla temizliyorlar. Camlar kapalı. Çevirmede adama üfletiyorlar, 59 promil alkollü çıkıyor. Arabanın içinde buharlaşan dezenfektanın alkolünü teneffüs ettiği için...
Onlar da alakolsüz olduklarını ispat etmeye çalışıyorlarmış" dedi.
Bugün ellili yaşlarında, oldukça kilolu bir hanım öksürük, halsizlik, bulantı yakınmaları ile başvurdu.
Muayenesinde akciğerleri kötü durumda olduğundan
"Sigara içiyorsunuz herhalde?" diye sordum
"Hem de nasıl!" diye yanıtladı
"Yakınmalarınız Omicron varyantını düşündürüyor, test yaptırdınız mı?" dedim
"Hayır yaptırmadım, yaptırmam da. Biliyorsunuz kaç kişinin burnundan sürüntü alırken beynine hasar verdiler" dedi
"Hayır bilmiyorum. Zaten pamuklu çubukla beyne hasar vermek teknik olarak mümkün değil.
Bu durumda aşı da olmadığınız tahmin ediyorum" dedim
"Evet tabi ki aşılara güvenmiyorum" dedi.
Kilosu ve yüzündeki ödem dikkatimi çektiği için şekeri ya da-tansiyonu olup olmadığını sordum.
"Var diyorlar ilaç veriyorlar ama kullanmıyorum" dedi ve ekledi
"Hocam 50 yaşının üstündeki bayanlar için Arda Şef'in reklamına çıkmadığı bir vitamin tavsiyeniz olur mu?"
"Arda Şef nedir?" diye sordum
"Televizyona çıkıyor çok meşhur bir şef. Vitamin reklamlarına da çıkıyor ama bana çok gıcık geliyor. Şahsen onun reklamını yaptığı bir vitamini kullanmak, ona para kazandırmak istemiyorum" dedi
Kendisine halsizliğin depresyonun önemli ve sık görülen bir belirtisi olduğunu ancak depresyondaki çoğu insanın halsizliğini vitamin eksikliğine bağladığından peynir ekmek gibi satılan, ne kadar pahalıysa o kadar büyük umutlar bağlanan bu gıda takviyelerine para kaptırmamasını söylemek isterdim ama elbette buna da inanmayacağından bir şey demedim.
Bugün ehliyet raporu için başvuran, geçen sene mezuna kalmış bir gence,
"Sınav nasıl geçti ?" diye sordum. "Pek beklediğim gibi geçmedi, 250 bine girdim" dedi "Hangi bölümü istiyordun?" diye sordum "Pilotaj istiyorum" dedi "Olabilecek gibi mi? Bildiğim kadarıyla pilotajın puanı çok yüksek" dedim "Belki ücretli olabilir" dedi "Pilotaj okullarının ücretleri çok yüksek oluyor ama" dedim "300 bin lira mı neymiş 3 yıl önce" dedi "Peki bu sefer de olmaz ise B planın var mı?" diye sordum. Yokmuş! "Madem pilotajı bu kadar çok istiyorsun, Hava Harp Okulunu niye düşünmedin?" dedim
"Ben yolcu pilotluğu istiyorum. Yolcu pilotları hem geziyor, hem de iyi para alıyorlar. Ben de gezmek ve 40 yaşında kendimi emekli etmek istiyorum." dedi.
"Pilotlar 40 yaşında kendilerini emekli edebilecek kadar maaş almıyorlar ama neyse... Peki emekli olunca ne yapacaksın?" diye sordum "Kafe açmayı düşünüyorum" dedi Kendimi tutamayıp güldüm. "Güldüğüm için kusura bakma ama insan pilotluğu bırakıp da kafe açmaz ki..." dedim "Ya eğlence için... Arkadaşlarla çay, kahve, nargile içeriz" dedi. "Hiç uçağa bindin mi?" diye sordum "Hiç binmedim" dedi
"Bari Türk Hava Kurumu'nun ücretsiz kurslarına katılsaydın, planörle uçardın" dedim "O nedir?" dedi "Motorsuz bir uçak çeşidi." dedim "Drone gibi bir şey mi?" diye sordu "Hayır, çekilerek uçmaya başlıyor, sonra hava akımlarıyla süzülüyor. THK Eskişehir'de ücretsiz kurslar düzenliyor. O kurslara katılıp planör pilotu olabilirsin" dedim
İlgisini çekti, telefonunu çıkarıp; "Nasıldı adı?" diyerek not aldı.
"Pilotluk şimdi güzel bir meslek gibi görünüyor ama teknolojinin hızına bakılırsa uçaklar da otonom hale gelecek ve 40 yaşında istemeden işsiz kalabilirsin.
Sana puanına uygun radyoloji teknikerliğini önereyim.
Hastayı makineye yatırıp, pozisyonunu ayarlıyorsun dolayısı ile kaybolmayacak bir meslek ve dünyanın her tarafında açığı var, istediğin ülkede de kolayca iş bulabilirsin" dedim.
"Sağlığa zararlı değil mi?" diye endişeyle sordu
"Radyasyon açısından son derece güvenli ama Türkiye'de çalışırsan hastalardan görebileceğin şiddet sağlığına zarar verebilir" dedim
3.Dünya Savaşı'nın konuşulduğu bugünlerde aklıma yıllar önce yazdığım bu yazı geldi.
Acaba çocuk şimdi kaç yaşındadır diye açıp baktım, 2006'da yazmışım, 18 olmuş.
Bugün şişmanlık yakınmasıyla gelen bir hastanın karnesinde uzun süredir yazdırmadığı kalp ilaçlarını görünce kalp grafisini çektirdim.
Kalp hastalığı oğulları askerdeyken üzüntüden başlamış.
Büyük oğlu Somali’de bir sene görev yapmış.
Saat farkı nedeniyle hep gece saat 1:05 te ararmış, o aradıktan sonra, ya da televizyonda asker programlarını gördükçe uykuları kaçar ne yapacağını bilemezmiş.
Somali'deki birlikten sadece bir er, arkadaşının yerine mıntıka temizliği yaparken elektrik çarpması sonucu şehit olmuş.
Oğlu verilen maaşları eve gönderirmiş.
Gelirken oradan parmak arası terlik ve şapka getirmiş, ama getirdikleri çok çürük çıkmış hemen parçalanmış. Terliğin de altı zaten kayıyormuş.
Küçük oğlu da Diyarbakır’da askerlik yaparken 36 şehit verilen olay olmuş. Teyze olayı duyunca, oğluna bir şey olduğunu duyup da bayılırsa kurtarsınlar diye televizyonun başından kalkıp kapıyı açmış .
İlk sırada oğlunun ismini söylemişler, ama arkadan soyadı farklı gelmiş. İsmi geçen şehit de tesadüf aynı mahalledenmiş.
İki oğlu da askerliklerini kazasız belasız tamamlayıp dönmüşler.
İlaçlarını yazdım ve 1200 kcal’lik diyet verdim.
Tuz yememesi gerektiğini , ilaçlarını da ömür boyu kullanması gerektiğini anlattım.
Fotoğraf geçen hafta şehit olan Piyade Asteğmen Furkan Işık'ın askere giderken yaptığı sayfasından)
Öğleden sonra bir haftadır uykusuzluk ve saç dökülmesi yakınması ile genç bir hanım başvurdu. Son günlerde canını sıkan bir şey olup olmadığını sordum. Şehitlere üzüldüğünü söyledi.
"Eşiniz askerliğini yapmadı mı?" diye sordum.
Yapmış.
"İki yaşında bir oğlum var, O’nun için endişeleniyorum.
Acaba askere gidene kadar bu işler düzelir mi diye düşünüyorum, ama düzelmezmiş gibi geliyor.
Çünkü ben çocukken de bu savaşlar vardı, anne oldum yine var" dedi.
Bu sabah Güneydoğu'daki köylerinden yeni gelmiş iki genç sağlık raporu için başvurdular.
Turizm tesisleri açılınca çalışmak için birinin cep telefonunu satıp bilet almışlar. İzmir'e gelince geceyi otogarda geçirmişler, SGK başvurusu için sabahtan beri hastaneleri dolaşıp sağlık rapor almaya çalışıyorlarmış.
Çok para istemişler.
"Baştan aile sağlığı merkezine başvuracaktınız, sizin oralarda sağlık ocağı yok mu?" diye sordum
"Var ama kimse gitmez. Herkes doğal yollarla kaymak-balla, maydonoz sapıyla falan iyileşmeye çalışır" dediler
"Covid durumları nasıl sizin oralarda?" diye sordum
"Sürekli sen bana Covid bulaştırdın diye kavga çıkıyor, birbirlerini dövüyorlar. Hatta geçenlerde 3 kişiyi Covid bulaştırdı diye vurdular, vuran kaçtı" dediler
"Nasıl anlıyorlar Covidi kimin bulaştırdığını?" diye sordum
"Mesela birisi evden 14 gün çıkmıyor. Bizim oraların Covidi başka oluyor. Burada mesela baş-sırt ağrısı falan oluyormuş, ordakilerin sakalları çok uzuyor, yüzü çöküyor, yüzünde pullanma oluyor, ordan anlıyorlar. Adam ondört gün sonra evden çıkınca
"Gelme yanıma" diyor mesela, O da dinlemeyince kavga çıkıyor" dediler
"Test yaptırma yok mu?" diye sordum
"Yok herkes evde kendine tanı koyup kendi tedavi oluyor" dediler
Fotoğraf, Güneydoğu Anadolu'ya en özgün bakışlardan birini getiren Camdan Kalp filmiden
Bugün bir hastam futbol antrenörü olarak Altınordu alt yapısında çalıştığını söyleyince;
"Altınordu sloganlarında hep futbolculuktan önce ahlaklı iyi insan olmayı öne çıkartıyor. Gerçekten öyle mi?" diye sordum
"Evet beni tarafsız kabul ederseniz gördüğüm kadarıyla öyle" dedi ve ekledi
"Türkiye'nin her yerinde oyuncuları izleyip seçiyoruz.
Çok ayrıntılı değerlendirmelerden sonra takıma seçilen çocuklar Torbalı'da kampa alınıyorlar ve yıllarca orada yaşıyor, okullarına açık liseden devam ediyorlar. Tam bir kamp ortamı, her gün antreman var. Yemeklerde sofralarını kendileri kurup kaldırıyorlar. Sadece futbolla ilgili değil her konuda gözleniyorlar ve sürekli raporları tutuluyor. Mesela benim antremana yanımda kağıt kalem olmadan çıktığım vaki değildir. Antremandan sonra her sporcu için şunu şunu yaptı, arkadaşlarıyla böyle ilişkisi var, bunları hep kaydediyor ve gün sonunda rapor yazıyoruz. Bu her antremanda böyle" dedi
"Aileleri çocuklarını göremiyor mu?" diye sordum
"Haftasonları evlerine gidiyorlar. Özel bir durum olursa da gidebilirler tabi" dedi
"Sizden yetişmiş meşhur futbolcular da var değil mi?" dedim
"En meşhur Cengiz Ünder ile Çağlar Söyüncü var. Şimdi İngiliz Premier Ligi'nde oynuyorlar" dedi
"Pandemi'de işler de durdu herhalde. Sizi her zamanki köşenizde göremiyorum" dedim
"Evet işler durduğu gibi şimdi bir de tüpçüye satıldı, yapılamaz hale geldi"dedi
"Neden?" diye sordum
"Eskiden bilet satışında % 9 olan bayi karını % 4 e düşürdüler. 100 liralık bilet satacağım da 4 lira kazanacağım. Kazı kazanları 5 lira yaptılar, kimde o kadar para var. Bir de yeni teminat istediler 2 bin lira. Zaten bizim içerde 100 dolar teminatımız vardı, ben nerden bulup da 2 bin lira vereyim" dedi
"Siz zaten biletleri peşin almıyor musunuz. Neden teminat isteniyor" diye sordum
"Tabi biletleri peşin parayla alıyoruz, satamazsak bittik zaten. Yine de istiyorlar işte, hava parası. Sene sonunda bırakacağım bayiliği, derneğe yılda 250 lira ödüyorum, bari onu ödemeyeyeim" dedi
"Ne derneği?" dedim
"Milli Piyango satıcıları derneği. Her iş kolunun bir derneği var ya... Bir iş de yapmıyorlar ama yılda 250 lira yatırıyoruz" dedi
Bugün belediyede çalışan bir veteriner ile sohbet ettik,
Bisiklet binerken bir kaç defa ısırıldığımdan;
"Sokak köpeklerine hiç dokunulamadığı doğru mu?" diye sordum.
"Evet sadece kısırlaştırma için alıyoruz, daha sonra aldığımız noktaya bırakıyoruz" dedi.
"Peki saldırgan köpekler için başka bir uygulama yok mu?" diye sordum.
"Hayır eğer birini ısırmışsa 10 gün barınakta gözetim altında tutuyoruz, sonra yine aynı yere bırakıyoruz. Eğer bir kaç defa aynı köpekten şikayet gelirse ya da çok saldırgansa nadiren başka bir noktaya bıraktığımız da oluyor" dedi.
"Peki bu sokak köpekleri çete halinde geziyor. Isıran köpeği diğerlerinden nasıl ayırıyorsunuz?" diye sordum.
"Gelip gösteriyorsunuz bu ısırdı diye " dedi.
"İyi de bu köpekler beni hep mesai saatleri dışında ısırıyor. Ertesi gün aynı yere gidip, sizinle buluşup, köpeği mi arayacağız?" dedim.
Bugün eski bir hastam "Doktor Bey hatırlıyor musunuz, daha önce benim bir siğilim çıkmıştı, siz yaktırmak yerine bir hocaya okutursam kendiliğinden geçeceğini söylemiştiniz. ben hocaya falan inanmam ama size inandığımdan düşeceğini düşünmüştüm ve gerçekten de iz bırakmadan iyileşmişti. Geçenlerde kaşımın üstünde yine boynuz gibi bir siğil çıktı. Aklıma o zaman söyledikleriniz geldi, kuruyup düşeceğine inandım ve yine iz bırakmadan düştü" dedi Gerçekten de özellikle çocuklarda veya yakılınca çok iz bırakacak bölgelerde çıkan siğiller için böyle önerilerde bulunuyorum. Gülerek hastaya bileğimdeki saç bandını gösterdim. "Bakın benim de bileğim uzun süredir ağrıyordu, denizde yüzerken bulduğum bu saç bandını ağrıyan bileğime taktım ve iyleştireceğine inandım. Gerçekten de iki haftadır ağrım azaldı" dedim
İlk fotoğraftaki geçmişte gazetelerin kuponla dağıtıp, neredeyse bütün Türkiye'nin bileğini süsleyen şifalı manyetik bilezik
Bugün seferden dönen bir uzun yol kaptanı karantina işlemleri için geldi.
Türkiye'ye girdikten sonra 14 gün daha karantinada kalmasının anlamsız olduğunu zira 17 gündür yolda olduklarını söyledi.
"Nereden geldiniz" dedim
"En son Mısır'dan geldik, 3 aydır denizdeyim zaten hiç bir yerde karaya çıkamadık. İsrail'de geminin lumbozlarını bile kapattırdılar" dedi
"Lumbozları neden kapattırdılar?" diye sordum
"İşte tecritin seviyesini düşünün. Dışarıya bakacaksan kaptan köşkünde kapalı ortamdan bakacakmışsın. Normalde her seferinde İsrail'de gemiyi ıcıcığına cıcığına kadar köpeklerle ararlar, senin yedi ceddini sorgularlar. Bu sefer gemiye tek kişi bile gelmedi. Malı da sayım bile yapmadan indirttiler."dedi
"Mısır'da tedbirler nasıldı?" diye sordum
Gülerek
"Tam tersi, hiç bir tedbir yoktu. Limanda gemi boşaltmada 10 kişi çalışıyor, birinde maske var o da lift operatörü. Şehre girip çıkan diğer kişilerde hiç bir tedbir yok. Gemiye gelen pilot olsun, liman görevlisi olsun tek dertleri sigara, avanta. Avantasız iş görülemiyor Mısır'da. Bir seferinde römorkör sigara vermedim diye beni karaya oturtacaktı, limanın içinde demir attım da durabildim." dedi
"Neden vermediniz?" diye sordum
"Yoktu, olsa vermez miyim. ama yoktan anlamıyorlar. Karadeniz kıyıları da hep öyle. Rusya'da da 600 dolar istediler, 400 vardı. Veremedim diye 6000 dolar ceza yazdılar, ama 1800 dolar rüşvetle cezayı ödemekten kurtulduk. gemi sahibinden isterken 'Sakın onlara göndermeyin, araya kaynar gider' dedim. Hele Afrika limanları; tam kim kime dum duma...
Limana giriyorsun, biri geliyor Harbour Master (Liman Başkanı) diyor, başka da bir kelime bilmiyor. Peki, avantasını veriyorsun, gittikten 15 dakika sonra bir başkası geliyor Horbour Master'ım diye. Bilemiyorsun ki hangisi... Pis yedili oynar gibi hepsine avantayı veriyorsunuz, bir standardı da yok. Karadeniz'de hiç olmazsa tarife belli." dedi
"Avrupa'ya da gittiniz mi bu seferde?" diye sordum
"Tabi Fransa, Almanya, Hollanda. Oralarda da bütün işimizi internet yoluyla hallettik. Yüzyüze temasımız olmadı. Avrupa'da zaten rüşvet-avanta diye bir şey yok. Hatta işin bitikten sonra bir de form doldurup imzalıyorsun, formda soruyor: "İşlemleriniz sırasında kimse sizden sigara para vs bir şey istedi mi?" diye...
Hayat sanki bir deniz, biz de suyun üzerinde ilerliyoruz. İlk zamanlarda, çocuklukta falan, deniz çok dalgalı, sen ise sanki ufak bir salın üzerinde çırpınıyor, bir an önce hızlı hızlı gitmek istiyor, ancak pek fazla yol alamıyorsun.
Zaman geçtikçe teknen büyüyor, kalitesi ve hızı artıyor, ancak senin hızlı gitme isteğin git gide azalıyor.Yavaş yavaş tadını çıkararak gitmek, etrafı seyretmek istiyorsun. Ancak çocuklukta hızlı gitmek ne kadar zorsa, yaşlandıkça yavaşlamak da o denli zorlaşıyor. Bütün motorlarını istop etsen bile artık kocaman bir gemi olmuş olan aracın çarşaf gibi denizin üzerinde hızla ve sessizce kayıyor. Sen ise güverteden geminin pruvasının yardığı suların iki yana doğru açılarak uzaklaşmasını ve ufukta beliren karşı kıyının hızla yaklaşmasını hüzünle izliyorsun.